Yunan ve İspanyol bankalarına büyük bir hücum yaşanıyor. İnsanlar paralarını bankalardan çekmek istiyorlar. Bankalara hücum İngiliz Northern Rock’ın 2008 yılındaki çöküşünden bu yana görülmeyen bir fenomendi. Banka şubelerinin kapılarında paralarını çekmek için bekleyen insanlar finansal sistem için en tehlikeli durumdur. Güven üzerine kurulu bankacılık sistemini zedeleyen ve büyük bir risk altına sokan bu durumun ne kadar süreceği büyük merak konusu. Peki, bankalar müşterilerinden aldıkları mevduatı böyle bir durumda ödemeleri gerekir mi? Ödemez ya da ödeyemezlerse ne olur?
1 Ağustos 2004’te dünyanın en acı yangını Paraguay’ın başkenti Asuncion’da gerçekleşti. Ycua Bolanos adlı süpermarkette öğle saatlerinde başlayan yangında 464 kişi hayatını kaybetti. Bir barbekü borusundan sızan yanıcı bir gazın alevlenmesiyle başlayan yangın 7 saat sürmüştü. Bu kadar uzun bir sürede insanların burayı boşaltamaması ve 464 kişinin ölmesi makul karşılanacak bir durum değildir. Peki ama bu facia nasıl gerçekleşmiştir?
Ycua Bolanos’ta büyük hata yangın çıktıktan sonra yapılmıştır. Kapılar ve güvenlik çıkışları yangın başladıktan sonra kilitlenmiştir. Amaç yangın sırasında hırsızlık yapılmasının önüne geçmektir. Ama zamansız alınan bu güvenlik önlemi tarihin en büyük cinayet olaylarından birini yaratmıştır. Kapatılan kapılar nedeniyle içeride kalan insanlar göz göre göre felaketin kurbanları olmuşlardır.
Bu vahim olaya neden olan hatanın finansal piyasalar içinde de yaşanması olasıdır. Bankalara mevduatını çekmek için hücum edenler böyle bir hatayı tetikleyebilirler; nasıl mı?
Buna cevap vermeden önce bankacılık sisteminin nasıl çalıştığını basitçe anlatmaya çalışalım. Bay A, 100 TL parasını bankaya yatırmaya karar verir. Banka, Bay A’nın parasını memnuniyetle kabul eder ve kendisine bir he¬sap cüzdanı verir. Bay A bu işlemle bankaya kredi vermiş, banka da parayı elinde tutma hakkını almıştır. Bay A, elindeki cüzdanı bankaya ibraz ettiğinde, yatırdığı anaparayı ve bankaya kullandırdığı kredi için bankanın ödemek zorunda olduğu faiz kadar parayı geri alacaktır.
Daha sonra krediye ihtiyacı olan bir müşteri, kredi almak için bankaya gittiğinde, banka kendisinden teminat isteyecektir. Ama aynı banka, Bay A’nın parasını ödünç alırken herhangi bir teminat vermemiştir. Sadece geri ödeme üzerine belli belirsiz bir söz ver¬miştir. Bu söz, bankacılığın sihirli güven mekanizmasını yaratan sözdür. Tüm bankacılık sistemi bankaların fısıldayarak verdikleri bu söz üzerine kuruludur: “Ne zaman istersen paranı geri verebilirim.” Peki, bu söz gerçekten her zaman tutulabilir mi? Bankalar müşterilerinin paralarını her zaman geri ödeyebilirler mi?
Bay A’nin parasını yatırdığı bankanın karşılık oranının %10 olduğunu varsayalım. Bu durumda banka 10 TL’yi tutup, kalan 90 TL’yi kredi vermek üzere bekletecektir. Kredi almak için bankaya gelen Bay B, 90 TL kredi alabilecektir bu durumda. Banka, hayhay diyerek kabul eder. Nasıl olsa Bay A, 100 TL para yatırmıştır ve bankanın kredi verecek yeteri kadar parası vardır. Bay B, 90 TL krediyi hemen alır.
Tüm bunlardan sonra banka, Bay A’ya 100 TL borçlu, Bay B’den 90 TL alacaklı ve elinde de (veya merkez bankasında) 10 TL parası bulunacaktır. Peki, tam bu anda, Bay A parasını istemeye gelirse banka yükümlülüğünü nasıl yerine getirecektir? Cevap oldukça açık; getiremeyecektir. Çünkü o anda elinde sadece 10 TL vardır. Bankacılık sistemini anlatan bu eski hikaye ne kadar gerçektir?
Bankaların, yerel ve uluslararası düzenlemeler gereği, müşterilerinin bu yöndeki taleplerini karşılayabilmek için varlıkların %5-10 arasında değişen oranda likidite tutma yükümlülükleri vardır. Bankalar bu paradan günlük para çekme taleplerini karşılarken aynı zamanda böyle riskli durumlar için kendilerini korumuş olurlar. Bankaya hücum eden olursa bu paraları ödeyerek güveni tazelerler. Fakat bu para ödemeleri gereken tüm paranın çok azını karşılar. Tamamını ödeyebilmesi için verdiği kredileri geri istemesi gerekir ki bu çoğu zaman imkansız bir durumdur. Sistemin aynı anda çökmeye bırakılması gibi bir sonuç yaratır. Bu konuya girmeyelim ve yukarıda kaldığımız yerden devam edelim.
Diyelim ki bankalar ellerindeki likiditeyi kullanarak müşterilerinin paralarını ödemek istiyorlar. Bunu belli ölçüde yapsalar da karşılarına başka bir sorun çıkacaktır. Bankaların ellerindeki likidite ödenmeye hazır bir değer olsa da müşteriler bu parayı nakit olarak isteyeceklerdir. Fakat bugün dünyanın her yerinde piyasadaki kağıt para, toplam para hacminin çok düşük bir bölümünü oluşturur. Örneğin İngiltere ekonomisi göz önüne alındığında ülkedeki toplam para arzının yaklaşık 2 trilyon pound, buna karşın nakit paranın sadece 50 milyar pound olduğu söylenmektedir. Bu aynı zamanda şu anlama gelmektedir. 50 milyar pound bir banka hücumunda bir ülkenin ödeyebileceği toplam parayı ifade etmektedir. Bankaların ellerinde likit varlıklar o anda bu tutarın üzerinde olsa da tamamını ödeyemeyecekleri ortadadır. Öyleyse bu durumda ne yapılması gerekir?
İnsanların banka kapılarında kuyruk olması karşısında yapılabilecek tek şey güveni tekrar arttırmak için eldeki parayı ödemektir. Çünkü insanlara ödeme yapıldıkça güven yeniden tazelenecek ve sosyal psikolojik etkenler diğer insanların paralarını almak için bankaya gitmelerinin önünü kesecektir. Bankacılıkta böyle bir durumun yaşanması en az istenen olaylardan olsa da karşılaşıldığında yapılması gereken tek şey güveni arttırmak için talep edenlere paranın ödenmesidir. Çünkü yangın başlamıştır bir kere. Buna alternatif olarak öne sürülecek her çözüm Ycua Bolanos’ta insanların sonunu hazırlayan kapıların kilitlenmesi gibi bir sonuç yaratacaktır.
Umarız 2004’te yaşanan son Ycua Bolanos olur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder