Finansal piyasaların en bilindik sözlerinden biri Warren Buffet’ın “Diğerleri hırslıyken korkak, diğerleri korkakken hırslı olun” sözüdür. Bu söz, ilk kez duyanlar için etkileyicidir. Bu nedenle sosyal medyada sıklıkla paylaşılır. İlk bakışta yerleşik bir düşünce şeklini yıkar gibidir. Yatırım kararlarında yaygın bir davranış şekli olan sürü psikolojisine karşı çıkan bir stratejiyi vurgular. Warren Buffet gibi bir yatırım dâhisinin düşünce şeklinin böyle olduğunu bilmek sıradan yatırımcıya güç verir. Sizce bu sözü kendine referans alıp yatırım kararı veren var mıdır?
Eğer varsa uzun bir süre bekleyeceğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Yatırım kararlarında sürü psikolojisinin sekteye uğradığı dönemler nadir görülür. En son 2008 yılında küresel krizin derinleşmesiyle yaşanan kısa dönem Buffet’ın stratejisinin uygulanacağı nadir dönemlerden biriydi. Son yüz yıllık periyotta bu tür dönemlerin en az on yılda bir yaşandığı açıkça görülmektedir. Buradan şu çıkarımı rahatlıkla yapabiliriz: Yatırım yapmak için kimse on yıl beklemez. Öyleyse bu söz pek de önemli bir strateji içermemektedir. Buffet’ı yakından izleyen finansçılar ise bu sözün böyle olmadığını bilirler. Sözün orijinal hali “Size nasıl zengin olduğumu söyleyeceğim. Kapatın kapıları. Diğerleri hırslıyken korkak, diğerleri korkakken hırslı olun” şeklindedir. Sözün bu hali bir yatırım stratejisi değil masalsı yapısını açıkça ortaya koyar. Fakat sosyal medyadaki yer kısıtı ve diğer faktörler bu sözü kısaltarak bilinen anlam ve formunun dışına çıkarmıştır. Peki ama neden?
Sosyal medya ortamlarını ne zaman açsanız alacağınız enformasyonun önemli kısmı topluluğunuzdan gelen ünlü sözleridir. Facebook, twitter gibi ortamlarda işlem hacminin büyük kısmı bu ilham verici sözlerden oluşur. Arkadaşlarınız etkilendikleri sözleri hemen sizinle paylaşmak gereksinimi hissederler. Temelde bekledikleri beğenidir. Kendilerine göre farklı bir bakış açısının ve yaratıcılığın sunduğu mutlak bir çözüm olduğunu düşündükleri bu sözlerle topluluklarına nasihat vermek ikinci amaçtır. Muhtemelen insanların da kendileri gibi bu sözün yardımına ihtiyacı olduğunu düşünürler. Ama neresinden bakılırsa bakılsın bu son derece kaba bir kestirim ve bir ölçüde de kendini bilmezliktir. Çünkü karşı tarafın bu nasihate ihtiyacı olduğunu bilmek o kadar da kolay değildir. İnsanların tamamı bile bu söze ihtiyaç duymuyor olabilir. Peki öyleyse neden paylaşılır bu sözler?
Diyelim ki kendilerini araştırmacı ve anlayışı gelişmiş bir guru olarak tanıtmak istemeleri bunda etkili olmuş olabilir. Ama öyle olmadıkları ortada. Çünkü gerçekten biraz bilgi sahibi olsalar karşılarındakilerin kendilerinden daha fazla şey biliyor olabileceğini düşünüp bu bunaltıcı davranışı topluluklarına yaşatmazlar. Ayrıca bir guru başkasının sözlerine sarılan bir tip de değildir. İnsanların yetenek ve algılarının daha gelişmiş olabileceğini düşünebiliyor olmaları beklenir en azından. Çevre üzerinde belirleyici bir davranış içine girerek yapısal bir şekilciliğe kaçmanın da felsefik olarak ucuz bir gösteri olduğu açıktır.
Ne Gandhi’nin duyarlı yaşam tarzını, ne Paulo Coelho’nun bilgeliğini, ne de Mark Twain’nin eleştirel mizahını öğrenerek insanların hayatlarını değiştirmedikleri açıktır. Yine de bu sözlerle topluluğa ilham vermeyi istiyor olabilirler. Acaba bu sözlerden alınan ilhamla ulaşılan bir başarı gözlemleyebildiniz mi? Sizi bilemeyiz ama istatistikler hayır diyor.
Tüm sözleri tarihi bir kişiliğe söyletmek oldukça mümkündür. Giderek bu eylemin sadece birkaç kişinin sözlerine indirgenmesi rastlantı değildir. Yanlış ve hatalı sözler, sosyal medyadaki yer kısıtı, çeviri hatası ve etkililiğin arttırılması gibi nedenlerle giderek artmaktadır. Sahte sözlere rastlamanız yüksek ihtimaldir. Hatta altta imzası yer alan kişiye ait doğru bir söze rastlamanız gerçekten düşük bir ihtimaldir. Gazeteci Carl Cannon’un yaptığı bir araştırmada Mark Twain’e ait 27 sözden sadece 11’inin gerçek olduğu ortaya çıkmıştır. Yani sözlerin %60’ı sahtedir. Peki ama uygarlık tarihi en parlak iletişim dönemini yaşarken ortaya çıkan bu kendini bilmezlik neyin sonucudur?
İnsanlık tarihi on binlerce yıl öncesine uzanır. Yapılan araştırmalar arkaik atalarımızın bizden daha kötü bir yaratıcılık, yöneticilik, üç boyutlu algılama ve planlama yeteneğine sahip olmadığını söylemektedir. Son yüzyılda araştırmacıların ulaştığı birçok ilkel kavim incelendiğinde, hala eski atalarının davranış kalıpları ile yaşadıkları görülmüştür. Orta Afrikalı Mbutiler on bin yıl önce olduğu gibi hala ne herhangi bir hayvanı evcilleştirmişler, ne de tarlalarını ekip biçmişlerdir. Mbutiler, sahip oldukları çok az şeyi paylaşarak suç oranını sıfıra indirmişlerdir. Modern bizler ise bir Gandhi veya Dostoyevski sözünü paylaşarak toplumumuzu erdemli olmaya davet ediyoruz.
Kalahari çölünde yaşayan ilkel Buşmanlar zamanlarının çoğunu dinlenerek ve eğlenerek geçirerek sakin ve güvenli bir hayat yaşarlar on binlerce yıldır. Biz modern ve gelişmiş kuşaklar ise Budist dervişlerinin bir satırlık kavrayışlarını tweet atarak huzur peşindeyiz.
Paleolitik ilkeller çok az yiyecekle uzun süreler yaşarken biz zeki ilericiler post-modern guruların öğütlerini facebook’ta paylaşarak sağlık arıyoruz.
Afrikalı ilkel Kunglar bir leoparı çıplak elleriyle etkisiz hale getirirlerken biz cesur modernler Dale Carnegie’nin sözleriyle cesaret arıyoruz.
Andaman Adasındaki ilkellerin küçük çocukları metali bile dişleriyle eğritirken biz güçlü modernler Shakespeare’nin sözlerini paylaşarak gücümüzü gösteriyoruz.
İlkelliğin sembolü haline gelen Aborijinler, soğuk çöl gecelerinde bile yarı çıplak dolaşırken biz derisi kalın modernler uydurma derviş deyişlerini birbirimize sunarak ısıtıyoruz içimizi.
Kuzey Afrikalı ilkel Dogonlar sadece en güçlü teleskopların gördüğü yıldızı çıplak gözleriyle görebilmekte, Buşmanlar ise Jüpiter’in dört uydusunu gözleriyle görebilmektedirler. On bin yıl sonra biz modernler Galileo ve Platon’un sözlerini sosyal medyada birbirimize ileterek astronomi yeteneğimizi geliştiriyoruz.
Bostwanalı ilkeller kendi iç programları ile hareket ederek bireysel özerkliklerini yaşarken, biz her şeyin farkında modernler, Montaigne sözlerini birbirimize ileterek kimliğimizi arıyoruz.
Tüm bu alıntılar tek bir sonuca ulaşır. Doğa ile kültür arasında bir ayrım vardır ve uygarlaşmayanlar birinciyi seçmişlerdir. Kültürü seçen biz uygarlar ise on bin yıldan daha fazla süre geçmesine rağmen ulaştığımız nokta yetersizliklerimizi uydurma bir söze indirgeyerek topluluğumuzla paylaşmak olmuştur. Sembolik kültüre olan saplantımız bizi ilerleme ve aydınlanma yerine hiçliğe saptıran bir yola sokmuştur. Bunu kavrayamamamızın tek nedeni ise yönetmekte zorluk çektiğimiz enformasyon şelaleleridir.
Yaşamlarımız ritim dolu ama ilerleme maalesef yok!
2 yorum:
yazılarınız mükemmel ötesi hakan bey.kitabınızı de sipariş verdim,yazılarınızın sürmesi ve hiç bitmemesi dileğiyle.
Bu yazıdan amma alıntı çıkar :) Yaz altına Montaigne, yaz altına Mevlana ver sosyal ortamlara :)
Yorum Gönder