Televizyon kanallarındaki yorumcuların birçoğu izleyicilerin yoğun eleştirilerine maruz kalmış durumda. Spor programından politika programına koşturan bu yorumcular tutarsız fikirlerini sansasyonel şekilde sundukları için oldukça popüler bulunuyorlar. Yaşadığımız toplumun araştırma ve bilgiye saygısı kalmadığı için çıkarcı, gösteriş düşkünü ve yaldızlı yorumcular televizyonlar tarafından kapışılıyor. Ama sorun bomboşluğun sınırlarını en uç noktaya kadar götüren bu tür yorumcular değil. Asıl sorun bu tür yorumcu ve yazarlara gösterilen eleştirel bakış açısının niteliği. Acaba nasıl eleştiriyoruz?
iRRasyonel'e gelen okuyucu yorumlarında dikkatimizi çeken şeylerden biri "Biz de sizin gibi düşünüyoruz ama ifade edemiyoruz" şeklindeki yorumdu. Felsefe tekniği açısından benzer şekilde düşünebilen insanların bu düşüncelerini benzer şekilde olmasa da aynı sonuca ulaşacak şekilde ifade edebilmeleri beklenir. Eğer bu yapılamıyorsa sorun ifade şeklinde değil düşünme şeklindedir. Peki ama sorun nerede öyleyse?
Bu sorunun yanıtını bulmak üzere öncelikle popüler sözlüklere baktık. Yazılarındaki politik ve toplumsal çıkarımları neşeli yerel alaycılığı da eklenince oldukça beğeni toplayan Yılmaz Özdil için ne tür eleştirilerin olduğuna baktık. Yapılan yorumları ucu uca ekleyerek bir sonuca ulaşmaya çalıştık. Ortaya yaklaşık olarak "yamyam mantık" şeklinde nitelendireceğimiz bir portre çıkıyordu. Yorumculara göre bu yazar aşırı siyasal ve politik tutkuları ortaoyununa çevirerek eleştirebiliyor ve ortak akla sığmayan geri kalmış düşünceyi aç kurt gibi parçalıyordu. Fakat yapılan yorumlar genel geçer kavramlar, klişe çarpıtmaları ve abartılı yüzeysel övgülerden ibaretti. Yani yazara karşı büyük bir sempati duyulsa da hakkında ne düşünüldüğü evrensel ölçütler içinde ifade edilememişti.
Hakkındaki yorumları incelediğimiz diğer yazar ise popüler TV yorumcusu R.O.Kütahyalı idi. Yılmaz Özdil'in aksine neredeyse tüm yorumlar negatifti. Genellikle içerikten yoksun, kişisel haklara dokunan ve öfke kusan türdendi. Yorumlar okunduğunda ortaya yaklaşık olarak bir "yakışıksız militan" portresi çıkıyordu. Yorumlar biraz daha kristalize edildiğinde başarısız bir idrak, koyu bir alıklık ve güç putperestliği ileri sürülüyordu. Fakat böyle bir durumda insanlardan daha net eleştiriler ortaya koyması beklenir. Safsata ratinglerin yarattığı bu tembel kralların bilmemekten dolayı utanıp kızarmak şöyle dursun arsız arsız sevinmelerini eleştirmesi gerekir. Çünkü mantık yürütmelerindeki bitmek tükenmek bilmeyen kin ile militan bir yakışıksızlığın sözcüleridir bu tür yorumcular. Bilim, kültür ve araştırma sözcüğünün karşısına daima rating sözcüğünü çıkaran bir zihniyetin ürünüdürler. Okul ve üniversitenin pabucunu dama atma düşüncesiyle, kendilerinin oluşturduğu tek örnekle başarı ve para kazanmanın yolunun öğrenmekten geçmediğini kanıtlamanın peşindedirler. Umarsızlıklarıyla tüm mantıklı eleştirileri yadsıyorlar. Yakışıksız, düşük ve bayağı düşünce silahlarını çektikleri zaman karşılarında kimsenin direnmemesini istiyorlar. Akıldan yana yaya olduklarına aldırmadan zafer kazanmış bir komutan edasıyla görünüyorlar ekranlardan. Havlayarak karşı çıkanları susturan koca ağızlılardır artık. Fakat maalesef kabul edilebilir bir düşünceyi evrensel ölçütler içinde sunan bir yoruma rastlamıyoruz. Peki ama neden?
Bu sorunun yanıtını bulmak için iRRasyonel olarak bir araştırma yaptık. Amacımız kişilerin eleştirel bakış açılarını nasıl oluşturduklarını bulmaktı. Bugün artık hiçbirimiz eski toplumların kullandığı usta çırak ilişkisi gelişim modelini kullanmıyoruz. Okullara gidip konunun önemli kişilerinin kitaplarını okuyoruz. Böylece kendi gördüklerimizi doğru yorumlama kuvvetine erişiyoruz. Doğru eleştiriler yaptığımızın ne kadar farkındayız dersiniz?
Yanıtı bulmak için dünyanın en önemli toplum düşünürlerinin kitaplarının ülkemizdeki satış durumlarına baktık. Dünyada milyonlarca satan kitaplar acaba ülkemizde ne kadar satmıştı? Baudrillard, Eagleton, Sennett, Bruckner, Hobsbawm, Beck, Hoffer, Debord, Zerzan, Illich, Gray, Giddens gibi 30 düşünce insanının en önemli 50 yapıtının ne kadar okunduğunu inceledik. Sonuçlar şaşırtıcıydı.
Bu 50 kitaptan sadece 10 tanesi 2 ya da üzerinde bir baskıya ulaşmıştı. Baskı sayılarının ortalama 1.500 ila 2000 arasında olduğu düşünüldüğünde ancak 10 kitap bu rakamların üzerinde okunmuştu. Yani modern kültürün dünyada en önemli 50 yapıtının %80'i ülkemizde sadece bir baskı yapabilmişti. Basım tarihleri 1997'den bugüne değişen bu 50 kitabı okuyanların sayısı, kitap başına sadece yüzlerle ifade edilebilecek şekildeydi. Birkaç bin kişilik bir toplumda bu sayı mantıklı kabul edilebilirdi belki ama nüfusu 75 milyon olan bir ülke için en hafif tabiriyle traji komikti.
Uygarlık tarihi ne mitleştirilen Yılmaz Özdil'i ne de Rasim Ozan Kütahyalı'yı hatırlayacak. Önyargılarıyla hareket edenler ve mutlu bilgisizler toplumun iki ana düşünce şeklini oluşturduğu sürece bilgiye gereksinim giderek azalacaktır. Okuduğunu ya da dinlediğini zavallı bir kavrayışla değerlendiren kişilerin sayısı ise giderek artacaktır.
Geçenlerde bazı okullarda Felsefe dersinin kaldırılacağı yazılıyordu. Kimin umurunda ki, zaten unutulmuş. Okullarda okutulsa ne olacak; tek bir kitap satılmadıktan sonra? Aslında geriye söylenecek tek şey kalmış: Yapma hacı, hatırlatırsın!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder