30 Haziran 2015 Salı

Sezen Aksu'nun açılıma desteğinden anladığımız 8 şey!

Hafta sonu bir gazeteye verdiği "günah çıkarma" tadındaki röportajla Sezen Aksu'nun düşünce şeklini daha yakından görme fırsatı bulduk. Kendi ifadeleriyle, kalıcı barışa ve evrensel hukuk kuralları içinde demokratikleşmeye gidileceği yönünde kendisine söz verenlere inandığını söylüyor ve ekliyordu: İnsan umudundan pişman olmaz.

İktidara verdiği desteğe karşı zaman içinde bir aktivist ya da ilerici düşünceye sahip bir devrimciden daha çok, bir medya imgesi olarak, kalıcı barış ve evrensel hukuk kuralları içinde demokratikleşmenin ironik bir sembolü haline gelen Sezen Aksu, röportajında, aslında bize aldatılan kişinin kendisi değil de sokaktaki vatandaş olduğunu gösterir gibidir. Sezen Aksu'nun düşüncelerinin sokaktaki insan için nasıl bir aldatmaca içerdiğini öğrenmek istiyorsanız, aşağıda 8 madde olarak özetlediğimiz analize göz atmanızda fayda var.

Sezen Aksu'nun açıklamalarından anladığımız 8 şey:

1- "İnsan umudundan pişman olmaz" jesti yetersiz ve çelişkilidir
Özür dileme seçeneğine karşı insan umudundan pişman olmaz jestinin kullanılması son derece yetersiz ve çelişkilidir. Çünkü asıl cevap verilmesi gerekene cevap verilmiş değildir. "Düşüncesiz" davrandığını söylemekten uzak durmaktadır. Ne özür ne de umuttan pişmanlık duymama üzerinde odaklanılması, üzerinde durulması gereken en önemli iki seçenek değildir. Çünkü Aksu'nun daha fazlasını bilmek gerekliliği gibi bir görevi vardır. Bu, toplumun aydınları içinde yer alan sanatçının asli görevidir ve ertelenebilir değildir. Sanatçı evlenme vaadiyle kandırılabilecek bir kişi olmamalıdır. Aksi takdirde sanatçı değil medya imgesidir.

2- Duyulan umut değil uslu bir aktivizmdir
Kalıcı barışa ve evrensel hukuk kuralları içinde demokratikleşmeye duyulan umut birkaç şarkı söylemekle veya medya gücünü kullanarak atılan destek mesajlarıyla olacaksa, bunun adı "destek" değil, olsa olsa "uslu bir aktivizm" olur. Umut, bir fikir ve bu fikrin eyleme geçirilmesi için duyulan ihtiyaç olduğu zaman umuttur; iki cümle destek mesajı sadece uslu bir aktivizm yaratır. Bu da tüm dünyada iktidarların tam istediği şeydir.

3- Pragmatik kurallar tarafından yönlendirilen iş adamı gibi görünmeme düşüncesi
Sezen Aksu da birçok akıllı insan gibi, pop starları yaratan ekonomik ve politik makinanın, nefreti ve hukuksuzluğu da yarattığının farkındadır. Ama sürekli şarkı söyleyip para kazanan bir iş adamı gibi görülmektense, yüce idealleri gerçekleştirmeye çalışan bir iyi-niyet elçisi olarak görülmeyi tercih etmiştir. Kendi pop star kişiliğiyle ülkeyi yöneten liderlerin kalıcı barış ve demokratikleşme çabalarına destek verebileceğine inanmaktaydı. Temsil ettiği kesimin kim olduğu net olarak gözlemlenemese de vaatlerin, ertelemelerin, hayal kırıklıklarının ve tavizlerin dönme dolabında uzun bir süre sallanıp durmuştur. İş adamı değil duyarlı bir sanatçı olduğunu göstermeye çalışsa da sonuç onun kendi rolünden fazlasını oynamaya çalışan sınırlı yetenekli biri olduğunu göstermiştir.

4- Görünürlük ile az bulunurluk arasındaki kurnaz denge
Bir pop star kendi imajını yaymak, güçlendirmek, etkinleştirmek ve sahnelemek konularında uzman kişidir. Bu herkesin yapabileceği bir şey değildir. Kendisini her zaman göz önünde olan sıradan bir pop star kılma ile, az bulunur kıymetli bir pop star kılma arasındaki kurnazca denge, uslu aktivizmde göze çarpan en önemli olgudur. Amaç, kendi popülerlik aurasını politik gündeme bağlayarak pop star imajını güçlendirmektir.

5- Şekilsel ilerleme arzusu
Gerçek bir umudun performans değerlendirme ölçütü "hiç olmamasından iyidir" gibi bir düşünceye bağlanırsa, her zaman şekilsel bir ilerleme gerçekleşir. Problemlerin nasıl çözüleceği yönünde ortaya konan somut öneriler yokken çözüm umuduna inanmak gerçekte hiçbir şeyin değişmeyeceği sonucunu getirir. Richard Dienst'ın dediği gibi, güç sahibi bir insan bir yerlerde kurtardığı hayatları boru çalarak ilan ediyorsa, gereken şey kesinlikle başka yerlerde aldığı hayatların sorulmasıdır. İşte, pop starın düştüğü tuzak da tam buradadır.

6- İçi boşaltılmış toplum
Baştan aşağı basitleştirilmiş ve yeniden yapılandırılmış bir politik çözüm retoriğinin, içi boşaltılmış bir sivil toplum yaratacağının farkına varılamaması bir sanatçı için üzüntü vericidir. Böylesi çarpıtılmış bir düzenekte, "özgürlük" adı altında yeniden ambalajlanan ürünün yeni bir bağımlılık ve çözümsüzlük yaratacağı gözden kaçırılmıştır. Zıtlıkları birlikte kucaklayıp çözebilmek için yapılması gerekenin hayali planlara inanmak değil, temel prensiplerin herkesçe kabul edildiği bir sistemi yaratmak olduğu fikri düşünülememiştir.

7- İnsanların yerine çoktan karar verme
Bir pop starın politikacılara verdiği destek dünyanın her yerinde tüketici toplumunun temel hadisesi olarak kabul edilir. Gücü ellerinde bulunduranların toplumu etkilemek için kullandıkları bir ritüel misali. Yapılmak istenen şey, insanları, onların yerine çoktan karar verilmiş şeyleri talep etmeleri için cesaretlendirmekten başka bir şey değildir. Pop starın bu noktadaki görevi ise yayılmak istenen düşüncenin alternatifinin olmadığını içi boşaltılmış topluma inandırmaktan başka bir şey değildir.

8- Temsil hakkı
Sezen Aksu, kendi kuşağının büyük acılardan geçtiğini söylemiş. Hangi hakla bu "acı çekenleri" temsil ediyor öyleyse? Bütün dünyadakileri mi temsil ediyor, yoksa sadece İstanbul'da yaşayanları mı? Pop star olanları mı, madencileri mi? Böylesi bir ifadeden ne denmek istendiği pek açık değil. Tüm hukuk kitapları, politik temsiliyetin bir tür bilinçli süreci içermesini bekler. Yani temsilci seçme sürecinin nasıl olması gerektiğini herkes az çok bilir. Öyleyse kendisinin, kalıcı barış ve demokratikleşme sürecinin "lafzi" ya da "yasal" temsilcisi olması mümkün gözükmemektedir. Başka bir ifadeyle, o bir grubu ya da bir düşünceyi temsil etmiyor, gerçek hayattan soyutlanmış ve şöhretli kişiliğinden süzülmüş duyguları temsil ediyor.

Kısaca özetlemek gerekirse, politikacılar tüm dünyada halkın duygularında kendi pratik tasarılarını gerçekleştirmek için yeni ve kusursuz bir araç bulmuşlardır. Üstelik bu, nasıl kullanacaklarını çok iyi bildikleri bir araçtır: Ünlüler.

Sezen Aksu tüm yaşananları tek bir düşünce ile savunmaktadır: İnsan umudundan pişman olmaz.

Öyle mi dersiniz?

Gerçek şudur ki, Sezen Aksu'nun konuyla ilgili tüm açıklamalarını bir araya getirdiğinizde değişmeyen eski bir gerçeğe rahatlıkla ulaşırsınız: Politikacılar gerçekler hakkında, ünlüler de umutlar hakkında daima yalan söylerler!

Biraz daha basitleştirirsek; Ticari, bekleme yapma!

16 Haziran 2015 Salı

Dünyanın en eski parasına daha yakından bakın!

M.Ö.687'de, kuruluşundan birkaç yıl sonra parayı bulacak Lidyalılar kurulmuştu. Muhtemelen bu yeni icatları sayesinde hızlıca yayıldılar. Paranın saltanatı uzun sürmemiş olacak ki, iki yüzyıl geçmeden yıkılıp gittiler. Parayı yönetmek bulmaktan daha zor oluyor anlaşılan.

İlk paranın hangisi olduğuna dair nümizmatik kaynaklarda az çok bir uzlaşı var gibi görünüyor. Gerek resmi olmayan kaynaklar gerekse en önemli katalog yayınlardan British Museum'un "Money a History" adlı kitabı, aslan başlı Lidya parasını ilk para olarak gösteriyor. M.Ö.610-600 arasına tarihlenen para bilinen en eski para olarak literatüre girmiş gibi görünmektedir. Tabi Heredot'un Lidyalılar vurgusu ekseninde değerlendirildiğinde; yoksa başka ülkelerde de para yerine geçen örnekler bulmak pekala mümkün.

Paranın tarihi içinde bilinen en eski para aslan başlı Lidya parası olarak kabul edilse de, iRRasyonel'in araştırmasına göre bu bilgi büyük ihtimalle hatalıdır. British Museum'da bulunan aslan başlı Lidya parası mutemelen müzenin güçlü lobisi nedeniyle ilk para ünvanını taşımaktadır. Yani ilk para aslan başlı Lidya parası değildir. Peki öyleyse hangisidir?

Dünyanın bilinen kültür hazineleri incelendiğinde, tarihin en eski parası Antalya Müzesinde yer alan aşağıdaki resimdeki paradır. Bilim insanları tarafından M.Ö.650 yıllarına kadar tarihlendirilen bu paradan daha eski bir para hiçbir katalog ve kaynakta bulunmamaktadır. (tarafımızca ulaşılabilen) Yani daha açık söylersek dünyanın en eski parası budur.


Bu gerçeğin bugüne kadar kataloglara ve paranın tarihiyle ilgili yayınlara girmemiş olması insanın aklına Monet'in Bords de la Seine a Argenteuil adlı tablosunu getiriyor. Tablonun Monet'e ait olduğu bilimsel olarak ispatlansa da bir sanat lobisinin karşı çıkması nedeniyle gerçek değerinin yüzde birinden bile alıcı bulamamaktadır. Bugün Antalya Müzesinde sergilenen bu para da tıpkı Monet'in kabul edilmeyen tablosu gibidir. Yani gerçektir ve dünyanın bilinen en eski parasıdır.

Kısaca özetlemek gerekirse dünyanın en eski parası aslan başlı Lidya parası değil Antalya Müzesinden sergilenen ve tarafımızca amatörce fotoğraflanan bu paradır. Paramıza sahip çıkalım!

14 Haziran 2015 Pazar

Düşünmeden konuştuğumuzu gösteren 8 söz!

Eleştirel düşüncenin "e"sinin bilinmediği bir yerde her konu gibi şimdi de koalisyonu tartışıyoruz. Aklın kullanılmasına sadece onların izin verdiği kadar yer veren bir ana akım medyamız var. Çünkü onlara göre eleştirel düşünce, toplumu ilerlemeden mahrum bırakıp bayağılaştıran bir kendi kendine yeterlilik durumu. Yapıp etmenin düşünmekten daha kolay olduğu anlayışı "hizmetkarlarımızın" tek bildiği. Açık fikirden vebadan kaçar gibi kaçılıyor. Bir gerçeğin başkaları tarafından bilinmemesi yöneticilerin ortak tutumu; bilinen ve düşünülenlerin en iyisi sadece kendilerine ait.

İşte böyle bir eleştirel ortamda koalisyonu tartışıyoruz. Her kafadan bir ses çıkıyor. Çoğu karşıt düşünceyi hedef alır şekilde kurgulanıyor. Yani daha doğru ve daha iyi çabası içermiyor. Peki böyle bir ortamda acaba halkımız koalisyon hakkında ne düşünüyor dersiniz?

Son on yılda iletişim ve düşünce şeklimiz köklü bir değişime uğramış görünüyor. Düşüncelerimizi artık klişe kavramları söyleyerek açıklıyoruz. Daha açık söylersek düşünmeden konuşuyoruz. Halkımızın koalisyona bakış şeklini de bu düşünce şeklimiz fazlasıyla açıklıyor aslında.

Düşünmeden konuştuğumuzu gösteren 8 söz:

1- Aynen
Bir "düşünce sıfatı" olarak 2006'da dilimize yerleşen bu kavram 2009 yılına gelindiğinde popüler olmuştu bile.
"IMF'ye borcumuz bitmiş."
"Aynen"
"Arda Turan Merkez Bankasının faizi indirmesi gerektiğini söylüyor."
"Aynen öyle"
"Başkanlık sistemi iyidir."
"Aynen aynen."
Bir kere dile yerleşti mi insan artık tüm düşünce açıklamalarını bu kavram ile yapmak istiyor.
"Şu an bu konuyu düşünecek durumda değilim"in eşanlamlısı.
"Kendim üretemiyorum burada hazır yapılmışı var" dermiş gibi.
Artık insanlar tek kelimeyle düşüncelerini açıklar duruma geldiler.
"Yapılan araştırmalara göre iletişimin %85'ini bu kavram oluşturuyor."
"Araştırma mı yapmışlar bunun için?"
"Aynen."

2- Hayırlısı
Dinin kutsal değerlerinin hayatın belirsizliklerine yanıt olarak uygulanmasını bundan daha güzel anlatan kavram yoktur herhalde.
"Nükleer santral riskli diyorlar."
"Hayırlısı."
"MB faizi düşürür diyorlar."
"Hakkımızda hayırlısı."
"Ekmeğe zam gelmiş."
"Her şeyin hayırlısı."
"Koalisyon olsun mu?"
"Hayırlısı neyse o olsun."
Kutsal bir değeri kullanarak hem düşünme zahmetinden hem de eleştirilme riskinden kurtarıyorsun.
"Bu kavramı kullandığın sürece ne Einstein'a ne Graham Bell'e ne de Apple'a ihtiyacın var."
"Hayırlısı be gülüm."

3- Sıkıntı yok
Sıkıntı var demenin maskeli halidir bu kavram.
"Madende göçük olmuş."
"Sıkıntı yok, her şey kontrol altında."
"İnşaat asansörü düşmüş."
"Sıkıntı yok, her şey bilgimiz dahilinde."
Bu arada biz kimiz?
İnsanları başından savmak ve konunun gerektirdiği düşünsel çabayı sarfetmek istemeyen kişinin mottosu olmuştur.
İnsanlara yukarıdan bakanların dar kelime hazinesi içinde ışıl ışıl parlayan elmas gibidir.

4- Tabi ki de
Popüler sözlüklere göre 2000'den sonra parlayan bir onaylama kavramı daha.
"Yol kalkınmadır."
"Tabi ki de."
"Süper güç olduk."
"Tabi ki de."
"Komşularla sıfır sorun yaşıyoruz."
"Tabi ki de."

5- Yapacak bir şey yok
Düşünme ve eylem yetisi elinden alınan insanın kendini haklı gösterme halini vurgulayan bir kavram.
İnternet sözlüklerinden 2009 sonrasında popüler olduğunu anlıyoruz.
Bezginlik ve umutsuzluğun lirik bir anlatımı.
Kullanana yüksek bir rahatlama veriyor.
"Madende 301 kişi ölmüş."
"Yapacak bir şey yok."
"Büyük ülkeler nükleeri yasaklıyor, biz yapıyoruz."
"Yapacak bir şey yok."
"Bir gün aklın başına gelince yapacak çok şey olduğunu anlarsın."
"Yapacak bir şey yok."

6- Kısmet
Sürekli açılıp kapanan bir şey olarak bildiğimiz bir kavramdı.
Popüler sözlüklerde, kişinin arkasına saklanarak kendini avutabileceği ve gerçeklerden kaçabileceği şeklinde tanımlanması 2007 ile birlikte başlıyor.
Sonra da dile iyice yerleşiyor.
"Avrupa Birliğine girer miyiz?"
"Kısmet."
"Hukuk sistemimiz düzelir mi?"
"Kısmet."
"Ekonomi düzelir mi?"
"Kısmet."

7- Valla bence de öyle!
Düşünerek bir şeyi değiştiremeyeceğine inanan insanların sıklıkla kullandığı bir deyiş.
"Dolar yükselir diyorlar."
"Valla bence de öyle."
"Benzine zam gelebilir."
"Valla bence de öyle."
"Yolsuzluğun kökü kazınmış."
"Vala bence de öyle."

8- Kesinlikle
Söyleyecek hiçbir şeyi olmayan insanın imdadına yetişen joker bir kavram daha.
"Koalisyon iyidir diyorlar."
"Kesinlikle."
"Koalisyon başarısızlık getirir diyorlar."
"Kesinlikle."
"Koalisyon konusunda herkes farklı düşünüyor."
"Kesinlikle."

Aslında sorun insanların düşünmeye çaba sarfetmek istememelerinde değil, tüm bu kavramların 2000'lerden sonra popüler olduğu göz önüne alındığında, herkesin düşünce şeklinin nasıl aynı biçimde şekillendirildiğindedir.
Neyse daha fazla konuyu uzatıp, eleştirel düşünce bakış açısı olmayan insanların yersiz eleştirilerine hedef olmadan baştaki sorumuzun yanıtına dönelim.
"Koalisyon kötüdür diyorlar, ne dersin?"
"Aynen."
"Hayırlısı."
"Sıkıntı yok."
"Tabi ki de."
"Yapacak bir şey yok."
"Kısmet."
"Valla bence de öyle."
"Kesinlikle."

11 Haziran 2015 Perşembe

Seçim gecesi Survivor seyreden insandaki 6 kişilik bozukluğu!

Seçim gecesinin televizyonlarda en çok izlenen programının Survivor olması birçoklarını şaşırtmış görünüyor. Sosyal medyada fazlasıyla eleştiri alan soyut bir halkımız var artık. Herkes Survivor seyreden milyonları gerçekleri görmezden gelme, umursamazlık ve cehaletle suçluyor. Fakat ne söylenirse söylensin böyle bir gerçek var ve bu gerçeğin bir sonraki seçimde de değişmesi pek mümkün gözükmüyor. Peki ama bu kitle kimlerden oluşuyor? Ya da daha açık söylersek Survivor seyredenler nasıl insanlar?

Seçim gecesi Survivor seyreden kitleyi tanımak istiyorsanız işte size bir kılavuz.

Seçim gecesi Survivor seyreden insanın 6 kişilik bozukluğu:

1- Sinik (cynic) kişilik
Bu kişilik türü tutkusuzluk, alaycılık ve aşağılama ile bağlantılı bir yaşam felsefesi sunar. Bu insanlara göre ortalama bir insanın devlet işlerini değiştirme gücü olamaz.Toplumsal meselelerde aktif rol oynamanın işe yaramayacağını düşünürler. Dünya, gücü eline geçirmiş birkaç kişi tarafından yönetiliyordur ve seçimlerin mantığı yoktur. Hayatlarının dış güçler tarafından yönetildiğine inanan insanlardır. Yapılan bir araştırmada, 1966 yılında üniversitelilerin %60'ı siyasi olaylarla ilgilenirken bugün bu oran %10'lar seviyesindedir. Kısaca özgürlüğün anlamını bilen ama vatandaş olmayı bilmeyen tiplerdir.

2- Narsistik kişilik
Dediği dediklik, ikili ilişkilerde sürekli üstün olma arayışı, aşırı rekabetçilik, kendini teşhir etme takıntısı, şöhret arayışı ve diğer insanları kendi amaçları doğrultusunda kullanma isteği öne çıkan narsistik özelliklerdir. Sahteliğe batmış bir ülkede nasıl olmasın ki... İpotekli evler ve rehinli araçlarla ortada dolaşan sahte zenginler, estetik müdahalelerle poz veren sahte güzeller, performans arttırıcı ilaçlarla başarılı olan sahte sporcular, reality şovlarla parlayan sahte ünlüler, 1.4 trilyon TL kredi borcu olan sahte bir ekonomi ve daha birçok sahtelik. Bu sahte dünyada kendini beğenmeyip de neyi beğeneceksin. Survivor en doğru seçim!

3- Sheilaizm
Kendi adıyla (Sheila Larson) bir din yaratan kadından esinlenerek ortaya çıkarılan bir olgudur Sheilaizm. Kendi fantazileri içinde kendi dinini yaratan insan sayısı her geçen gün artıyor. Dinlere değil ama kendi yarattıkları dinlere yani kendilerine inanan insanlardır. Kendi inançları doğrultusunda buraya kadar geldiklerine, kimsenin kendilerini (kendi dinlerini) yargılayamayacağını ve herkesin kendilerini (kendi dinlerini) kabul etmesi gerektiğine inanırlar. İzledikleri Survivor'daki kişileri de kendi dinlerini yaratan insanlar olarak görür ve kendilerini bulurlar. Kısacası bu arkadaşlar "Ben özelim" diyen tayfadır.

4- Şöhrete tapınma sendromu
Leicester Üniversitesi psikologlarının buldukları bu sendrom bir çeşit akli dengesizlik olarak kabul edilir. Bu sendroma göre birçok insanın şöhret tapınması eğlence düzeyinde kalmaz, şöhrete tapınmakla ilgili tavır ve davranışa döner. Diğer bir deyişle şöhrete tapınma çocukca bir şey değil teşhis edilebilen bir akli dengesizlik haline gelir. Avril Lavinge genç pop yıldızı olarak şöhret olduğu günlerde okul müdürü şöyle demişti: "Müthiş hayalleri olan öğrenciler için çok güzel bir örnek." Oysa Avril liseden ayrılan bir öğrenciydi ve söylenmesi gereken, "Böyle saçmalık olur mu; liseyi bile bitirmeyen bir genç nasıl vatandaş olur" olmalıydı. Artık genç insanlar bir gün ben de ünlü olabilirim hayaliyle yaşıyorlar. Şöhrete tapınma bilinçdışında kodlanan evrensel bir fantazi haline gelmiş durumda.

5- Antisosyal kişilik bozukluğu
Sosyal koşullara uymakta zorluk çeken kişilerdir. "Aptalın tekisin!" ifadesinde olduğu gibi düşünsel ve dilbilimsel gelişmişlik ve inceliğin dip sınırlarında dolaşan bir iletişim anlayışları vardır. Bu kabalığın büyük kısmını internetin anonimliğinin tahrik ettiği açıktır. "Benim görüşüm önemlidir" varsayımına inanırlarken aynı zamanda başkalarının görüşlerinin yanlış ve alakasız olduğu yönünde de inatçı bir ısrarları vardır. Kullandıkları dil de son derece antisosyaldır. Sosyal medyadaki siber magandaların çoğunu bu türler oluşturur. Bu tür insanların %93'ünün kişisel ahlakından mutlu olduğunu ifade ettikleri de bilimsel bir gerçektir.

6- Fiziksel kibir
"Vücudumu sergilemeyi seviyorum" diyen insanın ruh halidir. Pahalı ve dikkat çekici kıyafetleri giymeye eğilimli insanlardır. Kadınlarda daha çok makyaj ve dekolte olarak ortaya çıkar. Dış görünüşlerini, başkalarından statü ve ilgi görmenin yolu olarak görürler. Ekranda kendilerini izlemeyi, aynada kendilerine bakmayı severler. Güneşi D vitamini kaynağı olarak değil bronzlaşma aracı olarak algılarlar. Kafaları Paris Hilton ile aynı çalışır: "Benim kahramanım Barbie; hiçbir şey yapmıyor olabilir ama her zaman harika görünüyor."

Seçim akşamı Survivor seyrettiysen muhtemelen bu kişilik bozuklukları sende de vardır. Ama üzülme tatlım. Nasıl olsa 90 yıllık reklam arasındayız; reklamlar bitince ben seni uyandırırım!

9 Haziran 2015 Salı

Nereden geldiğimizi bırak, nereye gittiğimize bak!

Ekonomimizin çöküş işaretleri vermesi klasik tartışmayı yine gündeme getirdi. Kimine göre başarılı ve güçlüyüz, kimine göreyse başarısız ve zayıf. Bu tartışmayı birçok farklı argümanla yapmak mümkün. O nedenle bu tartışmaya girecek değiliz. Bizim yanıtını arayacağımız soru daha farklı: Nereye gidiyoruz?

Bir ülkenin geleceği evrensel normlar ekseninde değerlendirildiğinde 3 ana faktöre bağlıdır: Bilim ve teknolojiye verilen önem, sosyal bilimlere verilen önem ve sanata verilen önem. Bir ülkenin geleceği bu üç damarın güçlü olması ile mümkündür. Öyleyse gelin bu alanlara yakından göz atalım ve ülkemizin nereye gittiğine hep beraber karar verelim.

Bilim ve teknoloji, sosyal bilimler ve sanata verilen önemin en güçlü kanıtı hiç şüphesiz yetişmiş bilim insanlarının sayısıdır. Üniversitelerde veya kurumlarda görev yapan akademik ünvanlı personelin sayısı bir ülkenin nereye gittiğini oldukça isabetli şekilde gösterir. Söz gelimi Massachusetts Teknoloji Enstitüsü (MIT) geleceğin teknolojilerini yaratıp Amerikan şirketlerine aktaran üniversite olarak bilinir. Burada çalışan binlerce akademisyen yeni teknolojiler yaratarak Amerika'nın gücünü muhafaza ederler. O nedenle akademik kadrolarının artmasıyla öğünürler. Peki ya ülkemizde durum nedir dersiniz?

Ülkemizdeki üniversitelerde görev yapan akademik ünvanlı personel sayıları acaba bizi nereye götürüyor? Bir ülkenin gücünü gösteren en kritik dallarda acaba ülkemizdeki akademik personel sayısı nasıl?

Bilim ve Teknoloji ile başlayalım. (2013 yılı verileri ile)

Branş........................PROF........DOÇ........Y.DOÇ
Uçak.........................9................7............26
Uzay Bilimleri............7................6............13
Enerji Sistemleri.......16..............12...........37
Petrol ve Doğalgaz.....4...............--............7
Deniz Bilimleri...........2..............1..............4
Nükleer.....................3..............2..............1
Y.Enerji ve Plazma F...6..............4..............4
Atom ve Molekül F.....9..............1.............--
TOPLAM...................56.............33............92

Kısaca özetlemek gerekirse, 2013 yılı verileri ile Bilim ve Teknolojinin en kritik dallarında ülkemizde 56 Profesör, 33 Doçent ve 92 Yardımcı Doçent bulunuyor. Ne acı ki, eldeki 3 Nükleer profesörüyle nükleer santral yapmaya giriştik; vardiyalı çalışacaklar herhalde.

Peki Sosyal Bilimlerde durum nedir dersiniz?

Branş.................PROF...DOÇ....Y.DOÇ
Felsefe..............79........59........118
Coğrafya............44........34.........89
Psikoloji.............85........48........165
Sosyoloji............100......75.........267
Antropoloji.........12.......10.........17
TOPLAM............320.....226.......656

Kısaca özetlersek, Sosyal Bilimler alanında 320 Profesörümüz, 226 Doçentimiz ve 656 Yardımcı Doçentimiz bulunuyor. Ama sosyal medyaya bak, herkes sosyal bilimci.

Şimdi de sanata bir göz atalım.

Branş....................PROF...DOÇ...Y.DOÇ
Tiyatro...................5.........5.........12
Opera....................2.........2..........5
Dans......................1.........--..........1
Bale......................2..........3...........1
Piyano ve Harp......9..........4...........20
Nefesli-Vurmalı S...2..........2...........8
TOPLAM...............21........16........47

Kısaca özetlersek, Sanat'ın en önemli kollarında ülkemizde 21 Profesör, 16 Doçent ve 47 Yardımcı Doçent bulunuyor. 80'li yılların gençlik dizisi Fame'de daha fazla profesör vardı.

Şimdi sonuçları yeniden özetleyelim ve üniversitelerin İlahiyat Fakültelerindeki akademik Personel ile kıyaslayalım:

Branş...............PROF.....DOÇ.......Y.DOÇ
Bilim ve Tek......56........33............92
Sosyal Bilimler..320.......226.........656
Sanat................21.........16...........47
İlahiyat...........385........230........565

Kısaca özetlemek gerekirse, İlahiyat fakültelerimizde 385 Profesör, 230 Doçent ve 565 Yardımcı Doçent görev yapıyor. Bilim-Teknoloji ve Sanat dallarındaki akademik personelden katbekat fazla. Hatta Sosyal Bilimlerden bile daha fazla. Sorun İlahiyat Fakültelerindeki akademik personelin fazlalığı değil, bizi geleceğe taşıyacak alanlardaki akademik personelin neden bu kadar az olduğudur. Sahi neden?

Diyecek bir şey ya da bir sonuç cümlesi yazmaya gerek yok sanırız. Nereye gittiğimizi anlamışsınızdır.

8 Haziran 2015 Pazartesi

Sosyal Bilimleri bırak Hayat Bilgisi öğren bari!

Genel seçim sonuçları yine öngörülemeyen bir etki yaratarak halkı bir anda sosyal bilimci yapıverdi. Televizyon kanallarında yorum yapanlar, gazeteciler ve sosyal medyadan tüm ülke, seçim sonuçları üzerine akşamdan beri yorum yapıyor. Liderlerin, kitlelerin ve halkın psikoloji, sosyolojisi, felsefesi, tarihi, coğrafyası ve kişisel özellikleri herkes tarafından yorumlanıp değerlendiriliyor. Belki de seçimin en çarpıcı sonucu bu oldu: Herkes sosyal bilimci!

Değerli kardeşim, düşünce ve fikir üretmekte elbette ki özgürsün. Ama analiz ve değerlendirme yaparken bir şeyi gözden kaçırma! Neyi mi?

Dün akşamdan beri Antropolog gibisin. Toplumsal ırklar arasında yorum üstüne yorum yapıyorsun. Fakat bir gerçek var ki gözden kaçırıyorsun. Bu ülkede uzmanlaşmış tek bir Biyolojik Antropolog yok. Medikal Antropolog yok. Evrimsel Antropolog yok. Fiziksel Antropolog yok. Arkeolojik Antropolog yok. Hal böyle olunca konuşmak da sana düşüyor elbet. Zaten ülkede, 2013 yılında üniversitelerin Antropoloji bölümlerinden mezun olan topu topu 140 kişi olmuş. Onlar da muhtemelen üzerine İşletme okuyup finansçı olmuştur. Sen konuşmayacaksın da kim konuşacak?

Dün akşamdan beri Felsefeci gibisin. Adalet, doğruluk, bilgi gibi konularda yorum üstüne yorum yapıyorsun. Fakat bir gerçek var ki gözden kaçırıyorsun. Bu ülkede uzmanlaşmış tek bir Etik Felsefecisi yok. Mantık Felsefecisi yok. Politik Felsefeci yok. Sosyal Felsefeci yok. Estetik Felsefecisi yok. Hal böyle olunca konuşmak da sana düşüyor elbet. Zaten ülkenin üniversitelerinin Felsefe bölümlerinden 2013 yılında mezun olan topu topu 1136 kişi olmuş. Onlar da muhtemelen "ekşi sözlük"te yazıyordur. Sen konuşmayacaksın da kim konuşacak?

Dün akşamdan beri Coğrafyacı gibisin. Halklar ve yaşadıkları bölgeler hakkında yorum üstüne yorum yapıyorsun. Fakat bir gerçek var ki gözden kaçırıyorsun. Bu ülkede uzmanlaşmış tek bir Gelişim Coğrafyacısı yok. Fiziksel Coğrafyacı yok. Kültürel Coğrafyacı yok. Din Coğrafyacısı yok. Turizm Coğrafyacısı yok. Hal böyle olunca konuşmak da sana düşüyor elbet. Zaten ülkenin üniversitelerinin Coğrafya bölümlerinden 2013 yılında mezun olan topu topu 1243 kişi olmuş. Onlar da muhtemelen kargo dağıtım şirketinde çalışıyordur. Sen konuşmayacaksın da kim konuşacak?

Dün akşamdan beri Psikolog gibisin. İnsan davranışlarının altındaki zihinsel süreçleri yorumlayıp duruyorsun. Fakat bir gerçek var ki gözden kaçırıyorsun. Bu ülkede uzmanlaşmış tek bir Kültürel Psikolog yok. Biyolojik Psikolog yok. Matematik Psikoloğu yok. Bilişsel Psikolog yok. Sayısal Psikolog yok. Hal böyle olunca konuşmak da sana düşüyor elbet. Zaten ülkenin üniversitelerinin Psikoloji bölümlerinden 2013 yılında mezun olan topu topu 1323 kişi olmuş. Onlar da muhtemelen hastanelerde aşırı hastadan usanmış durumdadır. Sen konuşmayacaksın da kim konuşacak?

Dün akşamdan beri Sosyolog gibisin. Toplum ve insan etkileşimleri hakkında yorum üstüne yorum yapıyorsun. Fakat bir gerçek var ki gözden kaçırıyorsun. Bu ülkede uzmanlaşmış tek bir Örgüt Sosyoloğu yok. Tarihsel Sosyolog yok. Kent Sosyoloğu yok. Medikal Sosyolog yok. Ekonomik Sosyolog yok. Hal böyle olunca konuşmak da sana düşüyor elbet. Zaten ülkenin üniversitelerinin Sosyoloji bölümlerinden 2013 yılında mezun olan topu topu 2520 kişi olmuş. Onlar da muhtemelen şirketlerin çağrı merkezlerinde kafayı yiyordur. Sen konuşmayacaksın da kim konuşacak?

Dün akşamdan beri Tarihçi gibisin. Cumhuriyet Tarihinin tüm seçimleri hakkında çıkarım üstüne çıkarım yapıyorsun. Fakat bir gerçek var ki gözden kaçırıyorsun. Bu ülkede uzmanlaşmış tek bir Toplum Tarihçisi yok. Diplomatik Tarihçi yok. Dünya Tarihçisi yok. Irk Tarihçisi yok. Çevre Tarihçisi yok. Zaten ülkenin üniversitelerinin Tarih bölümlerinden 2013 yılında mezun olan topu topu 4452 kişi olmuş. Onlar da okullarda çoktan öğretmen olmuştur. Sen konuşmayacaksın da kim konuşacak?

Daha kısa ve açık söylemek gerekirse, ülkede son 15 yılda kurulan iskambilden kule küçük bir üfürükle çöküvermiş. Sen hala bu gerçeği fark edemeyip sağduyundan zehirlenmiş bir halde sosyal konularda ahkam kesip duruyorsun. Ne ülkenin geldiği noktayı ne de gittiği noktayı kavramaktan acizken, sosyal bilimlerin en uzmanlık gerektiren dallarında hiç durmadan atıp tutuyorsun. Yani demek istiyorum ki, sen bırak Antropolojiyi, Felsefeyi, Coğrafyayı, Psikolojiyi, Sosyolojiyi, Tarihi; ilkokuldan öğrendiğin Hayat Bilgisinden bile mahrumsun.

3 Haziran 2015 Çarşamba

Kredi kartı kullanımında Türklere özgü 6 yöntem!

Kredi kartı borçları arttıkça kredi kartlarının nasıl kullanılması gerektiğiyle ilgili öneriler de artıyor. Hangi ekonomi yayınına baksak kredi kartı nasihatleri karşımıza çıkıyor. Limitlere dikkat edilmesi, sözleşmelerin okunması, borcun düzenli ödenmesi ya da şifre güvenliğinin sağlanması gibi birçok konuda uzman önerileri var. Finansal okuryazarlığı olan insanlar için elbette ki yararlı bilgiler. Peki ya olmayanlar?

Finansal okuryazarlığı evrensel ölçütlerde olmayan milyonlarca insan bu kartları kullanıyor. Bir kredi kartının ideal kullanım şeklinin ne olduğunu bilmeseler de kendilerine göre kredi kartı kullanım teknikleri geliştirmişler. Finansal okuryazarlığı düşük kişilerin yarattığı bu teknikler son derece pratik ve kullanışlı gözüküyor. Dünyada başka hiçbir halkın bugüne kadar keşfedemediği bu teknikleri gelin hep beraber yakından inceleyelim ve kredi kartı nasıl kullanılır tüm dünyaya gösterelim.

Kredi kartı kullanımında Türklere özgü 6 yöntem:

1- Kayınçonun dükkandan nakit çekim
Kredi kartlarının alışverişlerde kullanılması önerilir. Bu kartlardan nakit para çekmek pahalı bir yöntem olduğu için genellikle tüm dünyada tercih edilmez. Halkımız da bu yöntemi genellikle pek tercih etmez. Çünkü kanında uyanıklık var ve bankaya gereksiz yere faiz ve komisyon ödemeyi istemez. Ama bir yandan da paraya ihtiyaç var. E ne yapacağız, parasızlıktan kırılalım mı? Bankaları alt eden finansal mühendislik Ar-ge'ye para harcamıyor diyen Türklerden gelmiştir. Önce yakın bir ahbabınızın dükkanına gidersiniz. Mesela kayınçonun. Kredi kartınızı kayınçonuza uzatıp 1000 lira çekmesini söylersiniz. Kayınçonuz bu paraya karşılık bankaya %1 komisyon ödüyorsa sizden %2 kesip kalan parayı size öder. Artık 980 lira cebinizde. Bu tutarı kredi kartından çekseniz muhtemelen 20 liradan çok daha fazla nakit çekme komisyonu ve faiz ödeyecektiniz. Üstelik kayınçonuz da durup dururken 10 lira kazanmış oldu. Ne kadar da harika değil mi? Bu tür bir finansal işleme dünyada sadece bu topraklarda rastlayabilirsiniz, bilmenizde fayda var. Bu arada insanlar sizi alışveriş yapıyor zannedeceklerdir; dostlar alışverişte görsün, ne zararı var?

2- Kredi kartı virmanı
Her banka kredi kartı veriyor. Bu kadar çok kart ne işe yarar diye düşünmüyorsunuzdur herhalde. Bir gün gelir yarar. Diyelim ki kredi kartı borcunuz var ve ödeyemediniz. Diğer karttan çekip kart borcunuzu ödeyebilirsiniz. Onun ödeme günü geldiğinde de diğer karttan çeker onu ödersiniz. Diyelim ki 8 kartınız var cebinizde. Bir tur 8 ay sürer. Ortalama kart limitinizin 5.000 TL olduğunu varsayarsak kartlar sizi en az 10 yıl götürür. Sonrasını o zaman düşünürüz.

3- 30 saniyelik vadeyle borçlanın
Yeni yasa kredi kartı borcunun tamamının üç ay içinde ödenmesini gerektiriyor. Aksi taktirde kartınız kullanıma kapanıyor. Ama siz asgari tutarı zor ödeyen birisiniz. E ne olacak, kart kullanıma kapansın mı? Elbette ki hayır. İnovasyona para harcamıyor denilen Türkler bu soruna da çözüm bulmuşlardır. Arkadaşınızdan 30 saniye için borç alırsınız. Parayı kredi kartınıza yatırırsınız. Ardından da hemen çeker ve arkadaşınıza borcunuzu ödersiniz. Tam 30 saniye. Emin olun, bu kadar kısa vade için kimse kimseden faiz ve teminat istemez. Çok sıkışırsanız hiç tanımadığınız insanlar bile size 30 saniyeliğine borç verebilirler. Yeter ki işin görülsün güzel abim!

4- Havale masrafsız havale
Bir yakınınız size para göndermeyi planlıyor. Fakat malum havale ücretleri yüksek. Durup dururken masraf ödemek adama koyuyor. E ne yapalım, masraf mı ödeyelim yok yere. Elbette ki hayır. Türkün çözemeyeceği finansal problem olamaz. Yapmanız gereken kullanmadığınız bir kredi kartınızın numarasını yakınınıza vermektir. Kredi kartlarına tüm para yatırmalar borç ödeme olarak algılandığından ilave masrafa tabi değildir. Yakınınız havale edeceği parayı hiçbir masraf ödemeden kredi kartınıza yatıracaktır. Siz de daha sonra bankaya giderek kartınızdaki bu parayı hiçbir faiz ya da komisyon ödemeden rahatlıkla çekebilirsiniz. Çünkü kredi kartlarındaki fazla bakiyeler ücretsiz çekilebiliyor. Hadi iyisin yine, zekanla havale masrafından da yırttın.

5- Sözde kayıp/çalıntı blokesi
Kredi kartı alışveriş oyununun jokeri artık. İnternet sitelerinden telefondaki satışlara kadar her yere veriyoruz numarasını. Aklımız sonradan başımıza geliyor elbet her Türk vatandaşı gibi. "Ülen, gaza geldik, kredi kartı numarası verdik; ya şimdi para çekerlerse?" Bu düşünceyle gece uyumak oldukça zor tabi. Ne yapalım, sabaha kadar koyun mu sayalım? Tabi ki hayır. Hemen çağrı merkezini arayıp kartınızı kaybettiğinizi söyleyin ve yenisini talep edin. Görevlinin nerede kaybettin, niye kaybettin, nasıl kaybettin gibi sorularına uydurma cevaplar vererek tiyatro yeteneğinizi de ölçebilirsiniz.

6- Artı bakiye ile alışveriş
Diyelim bir araba alacaksınız ve parayı da peşin ödeyeceksiniz. Homo Economicus bir insansanız paranız varken kredi çekmek mantıklı değildir. Ama bir Homo Canis-adustus bir insansanız bundan daha fazlasını yapabilirsiniz. Yapmanız gereken basitçe şudur. Diyelim ki arabayı 50.000 liraya alacaksınız. Bu parayı öncelikle kredi kartına yatırın. Sonra satıcıya kredi kartınızı verin ve araba karşılığı 50.000 lira çekmesini isteyin. Satıcı memnuniyetle kabul edecektir. Peki bu alışveriş size ne kazandırdı? Elbette ki bonus ve uçuş mili. Hem de normal alışverişle bir yılda kazanacağından çok daha fazla. Tasarruf dediğin de böyle yapılmıyor mu zaten.

Bu yöntemleri siz de uygularsanız hem bankaları alt edersiniz, hem de Homo Economicus'tan (Sağduyulu İnsan) Homo Canis-adustus'a (Çakal İnsan) tekamül etmiş olursunuz.

Unutma, Homo Canis-adustus. Okunurken son hece uzatılıyor dikkat et: ...tuuus diye. Neden mi; Türkçeye uygun olsun diye: Çakaaal!

1 Haziran 2015 Pazartesi

Alınma ama bu köy senin köyün!

Küreselleşen dünyada her ülkenin bir köye dönüştüğü klişesini duymayan kalmamıştır herhalde. Eğer öyleyse bizim köy neye benziyor dersiniz?

Nasıl bir köyde yaşadığımızı merak ediyorsanız işte köyümüze ait bazı gerçekler. Tamamı Türkiye İstatistik Kurumunun (TÜİK) yayınladığı istatistiklerden alınmıştır. Yani resmi rakamlardır.

Bizim köyümüz:

Köyümüzde 100 kişi yaşıyor.
Köy halkının 50'si erkek, 50'si kadın.
32 kişi 19 yaşından küçük, 22 kişi 50 yaşından büyük.
13 kişi özürlü.

3 erkek ve 4 kadın okuma yazma bilmiyor.
28 kadın ilkokul mezunu.
6 kadın üniversite okumuş.

Resmi kayıtlara göre 18 kişi yoksul.
28 kişi yoksulluk sınırının altında yaşıyor.
18 kişiye içme suyu sağlanamıyor.
25 kişi sigortalı bir işte çalışıyor.
12 kişi asgari ücretli çalışıyor.
3 kişi bankadan icralık.
9 kişi kredi kartı borcunun sadece asgari tutarını ödeyebiliyor.


13 kişi akraba evliliğine onay veriyor.
20 kadın yaşamının bir döneminde eşinden fiziksel şiddet görmüş.
13 kadın gördüğü şiddete alttan alarak ve susarak karşılık vermiş.

Geçen yıl 8 kişi tiyatroya gitmiş.
Opera ve bale izlemeye giden hiç kimse olmamış.
Kitap okuyan kimse de olmamış.

Tüm bunlardan sonra;
Eğitimin kalitesinden memnun olanlar 65 kişi.
Güvenlik güçlerinin toplumsal olaylarda vatandaşa muamelesinden memnun olanlar 77 kişi.
Sağlık hizmetlerinden memnun olanlar 65 kişi.
Kendini mutlu hisseden 90 kişi.

TÜİK'in bu verilerinden sonra bu köyde yaşayanlara diyecek fazla bir şey yok aslında. Çünkü zaten 100 kişiden 90'ı kendini mutlu hissediyor. Mutluysan sorun yok demektir.