28 Kasım 2016 Pazartesi

Bilgisiz ama farkında değil!

Bir zamanlar küçük bir adayı yöneten başarılı bir yönetici varmış. Halkını çok sevmesine rağmen bazen onları tanımadığından şikayet edermiş. Onları daha yakından tanımak için dünyanın en önemli sosyal bilimcilerinden ikisini adasına davet etmiş. Onlardan halkının en önemli ve en karakteristik kişilik özelliğini bulmalarını istemiş.

Sosyal psikologlar adaya gelerek hemen çalışmaya başlamışlar. İnsanların tüm kişilik özelliklerini, belirli koşullar altındaki davranış şekillerini ve beceri düzeylerini hem özel hayatlarında hem de iş yerlerinde dikkatlice izlemişler. Notlar tutmuşlar, anketler yapmışlar, uzun gözlemlerde bulunmuşlar. Sonunda ada halkının en tipik karakter özelliğini keşfetmişler. Teorilerini oluşturmuşlar ve ada yöneticisinin yolunu tutmuşlar.

Huzura kabul edilip yöneticiyi selamlamışlar. Yönetici, "Anlatın bakalım," demiş, "Benim halkımın en temel kişilik özelliği nedir? Halkımı en iyi tanımlayacak davranış hangisidir?"

Sosyal psikologlar anlatmaya başlamışlar:

"Geldiğimiz ilk gün havaalanından şehre gelmek için otobüse bindik. Yol çok kalabalıktı ve otobüs dura kalka ilerliyordu. Derken otobüs durdu. Bir süre hareket etmedi. Sinyalizasyon mu, yolda kaza mı oldu, otobüs mü bozuldu diye düşünürken ada halkınızdan biri sürücüye bağırmaya başladı: Yürüsene kardeşim, ne duruyorsun, işimiz gücümüz var! Bu genç adam iri bir çoban köpeği gibiydi; yani tam bir çomardı. Yetkin olmadığı bir konuda becerilerine bu kadar önem vermesi dikkatimizi çekmişti."

"Otobüsten indiğimizde kendimizi biraz yorgun hissettik. Normalde on dakikada gidebileceğimiz bir mesafeyi iki saatte gitmiştik. Bir kahvede oturup bir şeyler içelim dedik. Yandaki masadaki iki kişi televizyonda futbol programı izliyordu. İçlerinde biri aniden sinirlendi ve diğerine bağırmaya başladı: Ülen, hödüğe bak, bilmeden atıp tutma len, senden mi öğrenecem futbolu, hasirle! Sanki otobüsteki çomara benziyordu. Bu adamda dikkatimizi çeken şey yetkin olmadığı halde kendisindeki yetersizliğin boyutlarını fark edememesiydi."

"Ekonomi haberlerine bakalım dedik. Futbolcunun biri merkez bankasının aldığı kararı beğenmeyip, kardeşim faizi düşürsene, ne biçim yöneticisin sen, diye eleştiriyordu. Bir gazeteci, dolar kuru yükselirse yükselsin, bizim değil Amerika'nın sorunu, diye yorum yapıyordu. Yetkin olmayan insanların diğer insanlardaki yetkinliği de göremediklerini fark ettik."

"İnsanların iş yapış şekilleri de enteresan geldi bize. Müteahhitinden pastacısına kadar belirli bir iş planı dahilinde işlerini yönetmeyen insanlar gördük. Verimlilik hesaplaması, risk yönetimi, kriz yönetimi gibi kavramların yerine hamdolsun eşiği, evelallah çıpası ya da kısmet değilmiş paritesi gibi hibrit modeller kullanılıyordu. Ama eğitimli insanlarda bu tür eğilimlerin olmadığını tespit ettik. Buradan da yeteneksiz insanların eğitilirlerse yeteneksizliklerini anlayacağını belirledik."

"Ülkeyi yönetebilecek tüm insanların ya kahvede oturması, ya taksi şoförü olması ya da saç kesim işiyle uğraşması dikkatimizden kaçmadı. Bu kişilere belli bir talepte bulunduğumuzda, mesela saç kesen adama saçımı şu şekilde kes dediğimizde, hallederiz abi dediğini, ama halledemediğini gördük. Demek ki, saç kesimi hakkında o kadar az bilgiye sahip ki, bunu anlamaktan bile aciz diye düşündük."

"Televizyonda oynayan yarışma programını izleyelim dedik. Bir benzeri bizim ülkemizde America's got talent adıyla gösterilirdi. İlgiyle izledik ama bir yetenek göremedik. Ajdar adında etkileyici birini izledik. Yeteneksizliğine rağmen özgüvenine hayran kaldık. Yarışmanın adının Yeteneksizseniz, yetenek sizsiniz olarak değiştirilmesinin uygun olduğunu gördük. Beceriksizliğin aşırı güvene yol açtığını anladık. Halkınızın buna cahil cesareti dediğini öğrendik, hemen not ettik"

"Şirketlerde vasıfsız kişilerin çalıştırıldığını hatta üst düzey yönetici yapıldığını gördük. Halkın ise bundan rahatsız olmadığını ve böyle başa böyle tarak diye yorumladığını gördük. Söyleneni anlamasak da yetenekli kişilerin bu durumdan hiç rahatsız olmadıklarını belirledik."

"Sosyal medyaya takıldık bir süre. Twitter'daki kişilerin beslendiği ana kaynağın bilgisizliğin farkına varılmaması olduğunu gördük. Google'dan kutsal metin aratıp twit atan kişiler gördük. Cehaletin bilgiden daha fazla güven verdiğini tespit ettik."

"Ulaştığımız teoriye etki mi efekt mi adını verelim diye düşünürken virüs gibi her yeri sardığını, herkese ulaştığını fark ettik. Cahillik ne güzel şey her şeyi biliyorsun gibi bir mottoyu halkın bir kesiminin benimsediğini gördük ve sonunda halkınızın en önemli kişilik özelliğini belirledik: Bilgisizliğiyle ulaştığı aşırı güvenin verdiği iç rahatlığıyla yaşama sanatı..."

Adanın yöneticisi tereddütle mırıldanır: "Yani?"

Sosyal psikologlar cevap verir: "Bilgisiz ama farkında değil."

Yönetici bir anda öfkeyle bağırmaya başlar: "Sen kimsin kardeşim! Bu teoriyi bana bilimsel diye yutturamazsın! Yerim senin bilimini! Benim adamın çalışma modeli budur. Otoyolda karşıdan karşıya geçen kardeşim, tüpü çakmakla kontrol eden vatandaşım, evdeki yer karolarını yamuk döşeyen müteahhatim bunu belli bir bilgiyle yaparlar. Sen onlara nasıl bilgisiz ama farkında değil dersin. Atın bu adamları dışarı, bir daha da bu adaya sokmayın sakın!.. Neydi ki bu şarlatanların ismi?"

Dunning ve Kruger!

27 Kasım 2016 Pazar

Postacı Reyiz, Seninleyiz!

Temel düşünce yetersizliğimiz son günlerde daha da netleşmiş görünüyor. Belli bir konuda ne o konuyu savunanlar ne de o konuya eleştiri getirenler tam olarak savundukları ya da eleştirdikleri konuyu anlamış durmuyorlar. Problemin çözümü için geçerli olan problemin net olarak tanımlanması ilkesi böylece yerine getirilmemiş oluyor ve problemleri çözmek için gerekli adımları atmaya başlayamıyoruz. Mesela ülkede ekonomik kriz var mı, dolar bizden kaynaklanan sebeplerle mi yükseliyor ya da dış politikamız ne kadar doğru gibi soruların yanıtlarını bulmayı bırakın Fidel Castro'nun öldüğüne sevinelim mi üzülelim mi, Atatürk nasıl biridir, Sıla sanatçı mıdır gibi basit soruların bile hala yanıtında uzlaşamamış bir toplum var ortada. En basit politik, kültürel, tarihsel ya da ekonomik konularda bile ortak bir sağduyu içeren anlayış ve kavrayıştan çok uzağız. Peki ama neden?

Aslında yanıtı uzun zamandır biliyoruz. Egemen bir kültür, kendi suretinde bir muhalefeti her zaman yaratmayı başarır. Mesela, kadına güzelliğinin, erkeğe cinsel gücünün yeterli olmadığını o nedenle göğüs büyütmesinin ya da havalı bir spor araba satın almasının bu sorunları çözeceğine inandıran bir sistemde yaşıyoruz. Böyle bir liberal realizm, tarih boyunca yaşanmamış bir durum ve ilk kez bu kadar çaresiziz. Düşüncelerimiz gerçeklikten çok uzak. Neredeyse belli bir konudaki tüm çıkarımlarımız hatalı. Bundan sonraki hayatımız en temel konularda bile bırakın çözümü, problemin ne olduğunu tam olarak tanımlayamadan mı geçecek?

Türkiye'de hemen herkes birazdan anlatılacak hikayeyi bilir. Birçok "akıllı" olduğu düşünülen yazar bu hikayeyi kullanarak çıkarımlar yapmışlar ve okuyucularını yönlendirmişlerdir. Okuyucularına demişlerdir ki, işte doğru çıkarım bu, siz de böyle düşünür ve yaparsanız dünya daha güzel bir yer olur. Acı olan şey şu ki, kavrayışları eksiktir ve bundan dolayı da okuyucularını yanlış yönlendirmişlerdir. Yani egemen kültüre uygun bir muhalif düşünce yaratmışlardır. Öncelikle hikayeyi bir kere daha hatırlayalım ve ulaşılan sonuçları yeniden özetleyelim.

Dünyanın en önemli kemancılarından Joshua Bell, 3 milyon dolarlık Stradivarius kemanıyla, bir metro girişinde 43 dakikalık bir konser verir. Önünden tam 1.097 kişi geçer ve 32 dolar para bırakırlar. Konserleri 1.000 dolarlık bilet fiyatıyla satılan Joshua Bell'i bırakın tanıyanı, kulak verip dinleyeni bile çıkmaz. Deneyin tasarımcısı Washington Post gazetesinden Gene Weingarten yazdığı makaleyle 2008'de Pulitzer Ödülü alır. Weingarten makalesinde şunu söyler: Sıradan bir yer ve uygunsuz bir zamanda güzelliği algılayamıyoruz; ne kadar zayıfız!

Makaleyi okuyan yazarlarımız hemen bastılar yaygarayı: Bakıyoruz ama görmüyoruz... Algıda seçiciyiz... Hayatı kaçırıyoruz, biz insan değiliz... Konsere bin dolar versen dinlerdin ama... Falan filan. Bir sürü boş laf. Egemen kültürün yarattığı kendine uygun muhalefetten başka bir şey değil. Peki öyleyse hata nerede?

Egemen kültürün bu hikayede hiçbir zaman ön plana çıkarmadığı başka bir boyut daha vardır. Deneyin videosunu seyredenler 43 dakikalık konserin son dokuz dakikasında kısa boylu kel bir adamın belli bir mesafeden tüm dikkatiyle konseri dinlediğini fark ederler. Joshua Bell'in sepetine 5 dolar bırakan bu adam ne onu tanımıştır ne de bir sanat eleştirmenidir. Kültür tarihinin belki de en çarpıcı kişiliklerinden biri olması gereken (ama hiçbir zaman olamayan) bu kişi postane memurluğu yapan John Picarello'dur. Deneyi tasarlayanlar daha sonra Picarello'yu ararlar ve sorarlar: "O gün işe giderken olağanüstü bir şey oldu mu?" Picarello hiç düşünmeden yanıt verir: "Metroda bir müzisyen vardı. Daha önce böyle biriyle hiç karşılaşmamıştım. Tekniği mükemmeldi ve harikulade çalıyordu. İnanılmaz bir müzisyendi."

Picarello modern dünyanın kahramanı olması gereken kişidir. Sıradan bir vatandaştır, iyi bir sanat eğitimi almıştır, basit bir işte çalışmaktadır, neyin değerli olduğunu ilk anda fark etmektedir ve önceliklerini buna göre belirlemektedir. Oysa ne popüler kültür, ne Amerikan medyası, ne de bizim yazarlarımız bu kahramanı hiçbir zaman öne çıkarmamışlardır.

İşte, böyle bir dünyada yaşadığımız için, hiçbir problemi çözmemiz mümkün gözükmüyor. Bırakın çözmeyi tanımlayabilmemiz bile çok zor artık. Toplumun önemli kesiminin bu deneyde kafayı kaldırmadan geçen insanlar olduğunu hepimiz fark ediyoruzdur herhalde. Emin olun, bu deneyi bize anlatarak ahkam kesenler de kafayı kaldırmadan geçenlerdir. Bu deneyden çıkardıkları sonuçlardan bunu rahatlıkla görebiliriz. Ulaştıkları çıkarımlarla, egemen kültürün yarattığı kendine uygun muhalefet çizgisinden öteye geçememişlerdir.

Bu deney bizde yapılsa tartıştığımız konular muhtemelen şunlar olurdu: Jashua Bell de nedir, bizim Aşık Veysel'imiz çalsa herkes tanırdı; metro çok sıkışıktı, duyamadık; yandaş basının işi olsa gerek, yoksa metroda değil Taksim'de yaparlardı; dolar olmuş kaç lira bunlar hala deney derdinde, Postacı reyiz, seninleyiz; vesaire vesaire. Bunları tartışmaktan bırakın Picarello'yu deneyin sonuçlarına bile ulaşamazdık.

Gelinen nokta da budur. Bırakın ekonomik kriz var mı, dolar bizden kaynaklanan sebeplerle mi yükseliyor ya da dış politikamız ne kadar doğru gibi soruların yanıtlarını bulmayı önümüzdeki yıllarda da Fidel Castro'nun öldüğüne sevinelim mi üzülelim mi, Atatürk nasıl biridir, Sıla sanatçı mıdır konularını tartışmaya devam edeceğiz.

Robin Sharma'nın dediği gibi: İnsanlık çok ilerledi; artık görülmüyor.

20 Kasım 2016 Pazar

Dolardaki artışın sebebi Kleopatra'nın burnudur!

Ekonomi yorumculuğunda tuhaf bir mantık yürütme şekline sahibiz. Mesela kur mu yükseldi. Büyük bir çoğunluk nedenini hemen buluyor: Kesin "Geziciler" yapmıştır!

İnsanlar bu tür bir düşünceye bir kere inandılar mı, artık istediğin ekonomik analizi yap, bu düşünceyi kolay kolay değiştiremezsin. Kimsenin değiştiremediği böyle bir düşünceyi bizim değiştirmemiz de mümkün değil elbette. Biz daha farklı bir yöntem ile konuyu açıklığa kavuşturmaya çalışacağız. Böylece hem doların neden yükseldiğini bulacağız, hem de bu düşünce şeklinin arkasındaki yanılsamayı.

Şimdi soruyu yeniden sorarak yanıtı bulmaya çalışalım: Dolar neden yükseldi?

Birçoklarının inandığı yanıtı vererek başlayalım: Geziciler yüzünden.

Gezicilere soralım öyleyse: "Neden doları yükselttiniz?"

İmar izni olmadan yapılaşmaya izin veremezdik. Penguen belgesellerini görünce ciddiyetimiz daha da arttı. #occupygezi hashtagi ile dünyadan büyük destek gelmeseydi bu kadar ileri gidemezdik herhalde. İlham kaynağımız onlar, onlara sorun.

Occupy Wall Street eylemcilerine soralım öyleyse: İlhamı siz verdiğinize göre kuru da siz yükseltmiş olmalısınız, söyleyin neden yaptınız?

Biz sadece ikiyüzlülüğün kendine has bir simetrisi olduğunu fark ettik. Bize dayatılan sistemin gaspçı ve çakal dolu olduğunu gördük. Özgür insan bu sistem tarafından prekaryaya döndürülmemiş olsaydı Zuccotti Parkı doldurmazdık. Özgür insan fikrini bize 68 kuşağı aşıladı. Suçu onlarda aramalısınız.

68 kuşağı, bu iş sizin başınızın altından çıkmış olabilir mi? Söyleyin, kuru neden yükselttiniz?

Biz sadece emperyalizme karşı özgürlük fikrini savunduk. Hayalimiz "Baş kaldır, yık ve daha güzel bir dünya kur" idi. Fransa'da üniversitede okuyordum ve damarlarımda devrimin eşitlik ve özgürlük kanı vardı. Yurttaki odama erkek arkadaşımın girmesine izin verilmeyince özgürlük ve eşitlik kanı damarımdan fışkırıverdi. Yani suçlu ben değilim, Fransız ihtilalini yapanlara sorun. Bu kanı damarlarıma onlar soktu.

Fransız ihtilalcileri size diyorum: Kuru neden yükselttiniz?

Biz yola özgürlük, eşitlik ve kardeşlik parolasıyla çıkmıştık. Çünkü insan olmanın erdemini rönesansçılardan öğrenmiştik. Bizim suçumuz yok. Doları yükselttiyse rönesansçılar yükseltmiştir.

Eyyy Rönesans! Neden yaptın bunu bana?

Sıkıcı hayatımızdan bunalmıştık. Düşünsel ve sanatsal bir devrim gerekliydi artık. İnsanın dünyayla olan doğal ilişkisi içinde kişilik bilincinin gelişmesi gerektiğine inanıyorduk. Neden yaptık diye sorarsan, bize değil Romalılara sor. Çünkü onlar İstanbul'u kaybetmeselerdi bizler bu yeniden doğuşu başaramazdık.

Büyük Roma, bari sen söyle, neden yıkıldın ve doların yükselmesinin fitilini ateşledin?

Dünya tarihinin en büyük devletini kurmuştuk. İnsanlar dünyayı sadece Roma İmparatorluğundan ibaret sanıyorlardı. Fakat o kilime sarılı kadını kralın önüne yuvarlamamış olsalardı belki hala yaşıyor olabilirdik. O nedenle suçlu biz değiliz. Kleopatra'ya sorun.

Yüce Kleopatra, sen ki güzel ve akıllı bir prensestin, bize bunu nasıl yaparsın? Dolar kuru ne hale geldi, bize nasıl kıydın?

Sen kimsin ya! Trol müsün, deli misin? Senin dolarından bana ne? Ama madem sordun söyleyeyim. Antonius beni burnum için sevdi galiba. Fransız bilim insanı Pascal'ın dediği gibi, eğer burnum daha kısa olsaydı, Marcus Antonius beni çekici bulmazdı ve Roma İmparatorluğu yıkılmazdı. Şimdi sen karar ver, doları kim yükseltti?

Özetle söylemek gerekirse, bu mantık yürütme şekli, tarihçi Niall Ferguson'un "sanal tarih" dediği şeydir ve doğru değildir. Ekonomi gibi bir konuda ne olmuş olacağına dair bir soruya kesinlikle olmuş olana dayalı cevaplar vermek, akla yatkınlık ve zamana uzaklık gibi tehlikeler nedeniyle gülünçlük barındırır. Liberalizm ya da marksizm bilmediğiniz için bir ekonomi sorusuna cevap veremeyebilirsiniz, ama en azından biraz konstrüktivist ya da hiç olmazsa realist olarak konuya daha duyarlı yaklaşabilirsiniz.

Neyse, biz başa dönelim ve sorumuza yanıt vererek son noktayı koyalım. Sahi, dolar neden yükseldi?

Kleopatra'nın uzun burnu nedeniyle!

19 Kasım 2016 Cumartesi

Alternatif ekonomi sözlüğü!

Doların yükselişini Amerika'nın dert etmesi gerektiğini düşünen gazetecilerin olduğu bir ülkede yaşıyoruz artık. Olan bitenleri anlamak için galiba ekonomik kavramları yeniden tanımlamamız gerekecek.

Alternatif ekonomi sözlüğü:

Merkez Bankası: Uzun süre faizi indirmeyerek ana muhalefet partisinden daha iyi muhalefet yapan kurum.

FED: Uzmanlara göre şu aralar ülkemiz ekonomisinin ırzına geçmek için vakit kollayan Amerikalı merkez bankası.

Faiz: Zenginin zengin fakirin fakir kalması için mücadele eden lobi kuruluşu.

Milli gelir: Emniyet kemerine takılan aparat ile kemer takma zorunluluğunu ortadan kaldıran Türk icadı alet misali hesaplanma şekli sürekli değiştirilerek artması sağlanan ekonomik değer.

Kişi başına düşen milli gelir: Halkın %90'ının başına düşmediği halde halkın çoğunluğu tarafından "kişi başına düşen milli rızık" olarak algılanan gelir.

Enflasyon: Fiyatı %50 artan domatesi, "gelişinden %0,92 ile (aylık TÜFE) bıraktık" diyerek ahaliyi ikna eden kapitalizmin esnaf zihniyeti.

Banka: Öpmediği horozun sesini dinlemeyen bir kuruluş.

Kredi Kartı: Limitini bankanın kendine verdiği aylık örtülü ödenek sanan insanlar için kapitalizmin maymuncuğu.

Kalkınma: "Yol, su, elektrik..." diye başlayan eski bir ekonomik tekerlemenin "Yol." şeklindeki kısa film uyarlaması.

Dolar: Şu aralar 3,40'a çıkması nedeniyle, yeni tecavüz yasasına göre lira ile evlenmesi gereken para birimi.

İşsizlik oranı: İşsiz kalınmadığı sürece mahalle yanarken fahişe saçını tararmış misali izlenen bir ekonomik gösterge.

Petrol: Her şeyin en ucuzunu alarak yaşayan büyük çoğunluğun, dünyanın en pahalısını almak zorunda kaldığı şey.

Borsa: Türkiye hariç dünyanın her yerinde uzun vadede kazanma olanağı sunan yer. Bizde ise tam tersi.

Kredi-mevduat: Bankalar için Ayasofya'da dilenip Sultanahmet'te sadaka verme durumu.

Tüketici kredisi: Ağrıyan dişi ateş ederek tedavi etme.

Parasal gevşeme: Merkez bankalarının saç kurutma makinesi ile mangalı alevlendirme girişimleri.

Hesaptan otomatik ödeme ile fatura ödeyen insan: Dönerin son lokmasına ayranın son yudumunu denk getiren planlı vatandaş.

Forex: Tüpün gazını çakmakla kontrol etme sanatı.

13 Kasım 2016 Pazar

Konut balonu değil müteahhit balonu!

Sıklıkla tartışılan konulardan biri emlak fiyatlarında balon olup olmadığı. Fiyatlar olması gerekenden daha mı yüksek sorusuna geniş uzlaşılı bir cevap henüz bulunabilmiş değil. Ne dersiniz, sizce konut fiyatlarında bir balon var mı?

Öncelikle resmi verilere kısaca bir göz atalım. Ülkemiz konut fiyatlarını izleyen en önemli endeks REIDIN'e göre fiyatlar Eylül ayında %0,24 artış göstermiş. Artış oranı geçen yılın aynı dönemine göre %4, 2010 yılına göre ise %70 olarak belirlenmiş. Yani konut fiyatları her türlü krize rağmen artmaya devam ediyor.

Venezuela haberleri son günlerde dikkatinizi çekmiştir. Düşük petrol fiyatları nedeniyle ülkede insanlar açlıktan ölüyor. Gerçekten çok acı. Kısaca petrol fiyatlarına bakalım. 40 dolar seviyesindeki petrolün varil fiyatı yaklaşık 140 lira ediyor. 1 varil petrolden 70 litre benzin, 30 litre motorin, 18 litre LPG, 14 litre jet yakıtı ve diğer elde edilen ürünler göz önüne alındığında, yine bizdeki fiyatlarla 650 liralar seviyesinde bir gelir oluşuyor. Tutarsızlık dikkatinizi çekmiştir. Fiyat ile değer arasında büyük bir çelişki var. İşte, bu fark, serbest piyasa dinamiği denilen şeyi oluşturuyor. Serbest piyasa denilen mekanizma, bir malın fiyatı ile değeri arasındaki bilinen ilişkiyi ortadan kaldırıyor ve sonucunda bir bakmışsınız ki bir malın fiyatı değerinin çok çok altında belirlenmiş. Oysa bir zamanlar petrol fiyatları 140 dolarlar seviyesindeydi, yani 500 liralar. Özetle, serbest piyasa sistemini kabul ettiyseniz şu acı sonuca da katlanmak zorundasınız: Bir malın fiyatı ile değeri arasında hiçbir ilişki yoktur.

Ülkemiz konut piyasasında fiyatlar müteahhitler tarafından belirlenir. Temel ilke maliyet artı belli oranda kar şeklindedir. Piyasada alıcı olduğu sürece de fiyatlar kademeli olarak arttırılır. Fiyatın temel belirlenme ilkesi olan arz ve talep göz önünde tutulmaz. Piyasada alıcı azaldığı zaman fiyatların alıcı olan seviyelere çekilmesi, yani serbest piyasa dinamikleri ve arz-talep ilkesine dönülmesi dikkate alınmaz.

Biraz daha açalım. Diyelim ki piyasada bir kriz var ve alıcılar yatırım kararlarını erteliyor. Müteahhitler öncelikle nakit ihtiyaçları olup olmadığını kontrol ederler. Banka ya da tedarikçi ödemeleri bulunmuyorsa fiyatları değiştirmezler. Hatta oyun teorisi dahilinde hareket ederek, alıcıların "nasıl olsa kriz çıkacak, müteahhitler fiyatları düşürecek" şeklindeki akıl yürütmelerini önden görerek fiyatları bir miktar arttırma yoluna giderler ve tüketicileri ilk ayakta yendikleri yanılsamasına kapılırlar.

Kriz bir miktar daha derinleştiğinde, piyasadaki müşteri sayısı biraz daha azaldığında, fiyatları yine düşürmezler. Bu kez de kreditörlerine giderek nakit sıkışıklığı içinde olduklarını, kampanyaları arttırmaları, kredileri yapılandırmaları ve ödemeleri ertelemeleri talebinde bulunurlar. İnşaata bağlı büyüyen ekonomilerde sadece kreditörler değil, devlet de bu talebi dikkate alır ve gerekli iyileştirmeleri yapar.

Kriz daha da derinleştiğinde ve piyasadaki müşteri sayısı dibe vurduğunda, müteahhitler yine fiyatı düşürmezler. Bu kez de özkaynakları ile geçici olduğunu düşündükleri bu dönemi atlatmaya çalışırlar.

Müteahhitlere yanaşıp neden fiyatı düşürmediklerini sorduğunuzda şu ortak yanıtı alırsınız: "Maliyetler yüksek, fiyatı düşürürsek zarar ederiz, enayi değiliz, nasıl olsa kriz bir gün bitecek."

Bu durum, ekonomik olarak söylersek, talep esnekliğinin azaldığı bir durumu oluşturur ki, yani satışta değişiklik olmazken fiyatların artıyor olması ilkesi, halk dilindeki karşılığı karaborsa tanımına girer.

ABD'de subprime krizinde konut balonunun patladığını konut satış fiyatlarının %50 ila 80 arasındaki düşüşünden anlamıştık. Bazı bölgelerde 10.000 dolarların altında konut satışı yapılıyordu. Böylece hem serbest piyasasının dinamiklerine uyularak talep dengesine göre hareket edilmiş, hem de konut fiyatlarının balon olduğu anlaşılmıştı. Aynı zamanda krizden çıkış için ilk adım da atılmıştı.

Biz de ise müteahhitler başlangıçta kendi belirledikleri fiyatları, tıpkı komünist ekonomilerde olduğu gibi sanki devlet belirlemiş gibi değiştirmiyorlar, hatta karaborsa ekonomilerde olduğu gibi talebin ve fiyatın gelecekte daha da artacağını düşünerek yükseltme yoluna gidiyorlar. Yani bir malın fiyatı ile değeri arasındaki bilinen ilişkiyi ısrarla sürdürmeye çalışıyorlar.

Böyle bir ekonomide konut fiyatlarında balon var mı yok mu sorusuna yanıt vermek imkansızdır. Ekonomi tarihi bize fiyatın serbest piyasa dinamiklerine göre oluşması koşuluyla balonların patladığı bilgisini vermektedir. Eğer bir malın fiyatını serbest piyasa dinamiklerine göre ayarlamazsanız, patlayan konut balonu değil müteahhitler olur.

Realite göz önüne alındığında, ülkemizde konut balonu değil müteahhit balonu olduğu sonucuna herkes ulaşıyordur herhalde. Serbest piyasa ilkelerine göre hareket edilmediğine göre kararı siz verin artık. Müteahhitlerimiz "komünist" mi yoksa "karaborsacı" mı?


9 Kasım 2016 Çarşamba

Ekonomistlere göre Trump nasıl kazandı?

ABD yeni başkanını seçti ama sonuç herkesi şaşırtmışa benziyor. Trump'ın nasıl kazandığı herkesin merak ettiği bir konu. Sahi, Trump seçimi nasıl kazandı?

Ekonomistler her konuda olduğu gibi bu konuda da cevabı bulmuşa benziyorlar. Trump'ın nasıl kazandığını merak ediyorsanız, ekonomistlerimiz nedeni sizler için açıklıyor.

Ekonomistlere göre Trump nasıl kazandı?

Adam Smith
Camianın "Edim" değil "Adam" Smith olarak tanıdığı modern kapitalizmin fikir babasına göre Trump'ın kazanmasının tek sebebi görünmez eldir. Zaten Trump'ın kazanacağı evimize bedeva ekmek ve makarna getiren iyi niyetli fırıncının gelişinden belliydi. Üşüyoruz Trump Reyiz, kömür de getir!

Karl Marx

Karl Marx'a göre Trump'ın kazanmasının tek nedeni asgari ücretle çalıştırılan ipone işçileridir. Zavallı işçi Trump ile katı olan her şeyin buharlaşacağını şimdi daha iyi anlayacak. Sen Amerikasın, büyük düşün!

Ludwig von Mises
Ona göre Marx seçimlerden hiç anlamıyor. Trump'ın seçilmesinin sebebi emeğin kapital ile yönetilmemesidir. Hatta bu hususta çok ciddidir: Her kim yaşamayı ölüme, mutluluğu çile çekmeye, huzuru ızdıraplara tercih etmekte ise üretim araçlarındaki özel mülkiyeti hiç tavizsiz savunmalıdır. Yani kısaca demek istiyor ki; Sarıoğlan, vur de vuralım, öl de ölelim!

John Maynard Keynes
Keynes'e göre Trump'ın kazanmasının sebebi devletin seçim sistemine müdahale etmemiş olmasıdır. Eğer devlet müdahale etseydi Trump seçilmezdi. Bu açıklamanın ardından Keynes, "Seçimlerle devlet müdahalesinin ne ilgisi var?" diye soran gazeteciye de aynen şu yanıtı vermiştir: "Beğenmiyorsan, kendi teorini kendin yaz." Gençler selam, ben tanrınız, Kanada'ya taşınıyorum, Amerika'yı koruyacak başka birini bulursunuz artık!

Milton Friedman
Bu sözden kendisine vazife çıkaran Friedman, Keynes'e tavır alarak aynen şöyle demiştir: "Trump'ın seçilmesinin sebebi devletin müdahale etmesidir. Devlet seçimlere müdahale etmeseydi Trump seçilmezdi." Yani demek istiyor ki, Trump'ın kazanmasından daha hayret verici olan Trump'a kaybetmektir.

Thorstein Veblen
Veblen'e göre karakteri bozuk kültürsüzler, gösteriş amaçlı tüketim, özel mülkiyet ve parası bol aylaklar Trump'ın kazanacağının alametiydi. Veblen oldukça karamsar bir ekonomisttir. Artık küçük buhranlar olmayacak, büyük buhranlar olacak diyerek büyük bir buhran beklediğini de her fırsatta belirtmiş ve eklemiştir: Şimdi siz bu adamı başkan yapan sisteme mi geçiyorsunuz?

Herbert Simon
İnsan beyninin yetersizliğini ekonomi alanında ilk fark eden oydu. "İnsan beyni kısıtlı çalışır; her şeyin cevabını bilemez; atar tutar; o zaman ben de atayım," diyerek Trump'ın seçilmesinin sebebini şöyle özetlemiştir: "Öyle güzel uyuyordun ki, uyandırmaya kıyamadım Amerika!"

Nouriel Roubini
Roubini'ye göre Trump'ın seçilmesinin sebebi çok fazla kişinin konut kredisi alması ve sonra da taksitlerini ödeyememesidir. Hatta bu durum kriz değil kıyamettir. Trump Reyiz geldikten sonra konut kredileri tıkır tıkır ödenecektir. Bu duruma kısaca "trumping" diyoruz. Tüm Amerikalıları milli iradeye saygı duymaya davet ediyorum!

Thomas Piketty
Dünyada hiç kimsenin baştan sona okuyup bitiremediği ilk best-seller ekonomi kitabını yazan ekonomisttir. Ülkemizdeki binlerce kişinin de "Şu çılgın Türkler" zannedip kitabı satın aldığı, 50 sayfa okuyup rafa kaldırdığı bilinmektedir. İşte, bu efsane ekonomiste göre Trump'ın seçilmesinin sebebi faiz yiyenlerdir. Faiz oranı büyüme oranından büyükse zengin daha zengin oluyormuş. O nedenle de Trump kimsesizlerin kimi olmuştur.

Daniel Kahneman

Davranışsal finansı başımıza musallat eden bu ekonomiste göre Trump'ın kazanmasının sebebi ekonomik içgüdüleri ile karar vererek sahip olduğundan daha çok harcayan insanlardır. Bu görüşünü de deneysel bir örnekle şöyle açıklıyor: "Kadın giyim reyonunu ikinci kata değil de giriş katına, erkek giyim reyonunu giriş kata değil de ikinci kata koyarsanız Trump'ın seçilmesine neden olursunuz." Hamdolsun, bizde hepsi doğru yerde! Yine de Amerikan halkının panik yapmasına hiç gerek yok; pratikte bir şey değişmeyecek, çünkü zaten Amerika'yı yedi aile yönetiyor!

George Akerlof
Akerlof'a göre Trump'ın seçilmesi asimetrik bilgi meselesidir. Çarpık arabayı yeni fiyatına satan dolandırıcı satıcılar yüzünden olur. Yani demek istiyor ki; Amerika'daki Türklerin kendilerini tam anlamıyla evlerinde hissedecekleri bir siyasetçi gelmiştir. Trump Bey diyeceksiniz!

Gary Becker
Bu ekonomistimize göre seçim tahminciliği işi çok abartılmıştır. Trump'ın kazanacağını öngörememek çok da üzerinde durulacak bir şey değil. Bu hususta şöyle der: "İki tip (seçim) tahminci vardır; bilmeyenler ve bilmediğini bilmeyenler." Hatta daha da ileri gider ve şunu ekler: "Seçim tahminciliği (iktisat) mesleği, kelimeleri özenle seçiyorum, iflas etmiştir." Biz yıllardır çekiyoruz, başımıza musallat edenler çeksin biraz da! Yürü be Trump!

Frederic Bastiat
Bastiat, konuya farklı bir bakış açısından bakar ve senatoya bir dilekçe yazar. Dilekçe aynen şöyledir: "Ekonomik, finansal, siyasi, ahlaki ve bilimum krizlerin üreticilerinden senatoya dilekçe; Trump'ın sebep olduğu haksız rekabeti derhal kaldırınız. İmza, ekonomistler."

Eski bir Romalı'nın dediği gibi: We came, we saw, she lost!

8 Kasım 2016 Salı

Borsacı çocuğun kız arkadaşının trajedisi!

Ekonomist ve analistlerin kullandıkları dilin neye benzediğini hiç düşündünüz mü? Sıradan bir vatandaşın "boş levha" ile dinlediğini varsayarsak, bir ekonomistin sözlerinden ne anlar dersiniz? Merak edenler için bir örneği aşağıda.

Erkek arkadaşının yan odadaki telefon konuşmasına şahit olan genç kızın hikayesini anlatacağız. Evlenmeyi düşündüğü erkek arkadaşı yatırım danışmanı ile telefonda konuşmaktadır. Yatırım danışmanının ne dediğini duyamayan genç kız sadece erkek arkadaşının sözlerini duyar ve o an evlilik kararını verir...

Yatırım danışmanı: Efendim, piyasalarda sıkışıklık var. Dikkatli olmalıyız. Piyasa aktörleri de bu durumdan oldukça tedirgin.
Erkek arkadaş: Sen o aktörleri boşver; asıl aktör benim!
Yatırım danışmanı: Kurda da oynaklık var. Merkezin hamleleri de kurun ateşini söndürmeye yetmedi.
Erkek arkadaş: Çok oynak çok, ateşini ben söndüreceğim!
Kız arkadaş: Vay sapık! (kendi kendine söylenmektedir)
Yatırım danışmanı: Merkez üst koridorda indirime gitti, faydalı olacaktır.
Erkek arkadaş: Hem üst koridor hem de alt koridor olursa harika olur!
Kız arkadaş: Çüşş!
Yatırım danışmanı: Uzun pozisyonda kalmayı öneriyoruz. Piyasayla terse düşmemek lazım.
Erkek arkadaş: Uzun pozisyon tabi ki. Ters pozisyon da isterim ama!
Kız arkadaş: O ha!
Yatırım danışmanı: Endeks 80 bin seviyelerinin üstünde tutunmaya çalışıyor. Kaldıraçlı işlemlere girmeyelim diyoruz.
Erkek arkadaş: Tutunmak zor, kaldıraç şart! Sert bir açılış istiyorum!
Yatırım danışmanı: Önce boğa sonra ayı piyasası bekliyoruz.
Erkek arkadaş: Biz de önce boğa oluruz, sonra ayı!
Kız arkadaş: Yuh artık!
Yatırım danışmanı: Bazı hisselerde, özellikle Garan'da yüksek performans bekliyoruz.
Erkek arkadaş: Her zamanki gibi çok yüksek bir performans yaratacağız!
Yatırım danışmanı: Teknik analiz yaptık, omuz-baş-omuz formasyonunda da aynı sonucu aldık.
Erkek arkadaş: Omuz-baş-omuz yapmadan kesinlikle sonuç tatmin etmez!
Kız arkadaş: Koca dedik, adamdaki fanteziye bak!
Yatırım danışmanı: Ülkeye sıcak para girişlerini de gözden kaçırmamalıyız.
Erkek arkadaş: Giriş çıkışlar çok önemli; giriş, çıkıştan daha güçlü olmalı!
Kız arkadaş: Adi herif!
Yatırım danışmanı: Borsanın nabzı sıcak paraya bağlı olarak artıyor.
Erkek arkadaş: Güçlü girişte nabız artar!
Yatırım danışmanı: Fed'ten parasal gevşeme hamlesi gelecektir.
Erkek arkadaş: Gevşeyebilir de, sertleşebilir de, ama önemli olan dik durması!
Kız arkadaş: Adi sapık!
Yatırım danışmanı: Aman efendim, gevşemezse mal elimizde kalır, satamayız.
Erkek arkadaş: Mal elde kalmasın, aman!
Kız arkadaş: Yuh, ayı!
Yatırım danışmanı: Pozisyonlarımızı hedge (korunma) edelim mi; ne dersiniz?
Erkek arkadaş: (Birden hiddetlenerek) Deli misin, korunmadan olmaz!
(O anda kız arkadaş odaya girer ve...)
Kız arkadaş: Canberk, bitti artık, seni terk ediyorum, adi herif!

Anlaşılacağı üzere günlük ekonomi analizlerini dili giderek saplantılı bir erkek despotizmine dönüşüyor. Tıpkı Erol Evgin'in dediği gibi: Hani bir hisse kayar ya bazen; hani ardından trend kırılır ya; işte öyle bir şey.