24 Ocak 2015 Cumartesi

Bizi sevdiğimiz şeyler mahveder

Francis Fukuyama, "Tarihin Sonu ve Son İnsan" adlı başyapıtında, yaşadığımız finansal sistemi tarihin son sistemi ve bu sistemin yarattığı "tuhaf" kişiliği insanlık tarihinin son adamı ilan ettiğinde herkes şaşırmıştı. Umarız dediği doğru çıkmaz ama gelinen nokta son derece düşündürücü.

İddiacılık, dediği dediklik, ikili ilişkilerde sürekli üstün olma arayışı ve her konuda benmerkezcilik "son adam"ın temel davranış şekli olmuş görünüyor. Sistemin asimetrik dağıttığı popülarite, kişileri bedelini ödemeden, sanki doğuştan gelen bir söz hakkı varmış gibi ukalalığa yöneltiyor. Materyalizm, aşırı rekabetçilik, kendini teşhir etme takıntısı, ünlü olma arayışı ve diğer insanları kendi amaçları için kullanma son adamın ruhsal özellikleri oluverdi. Artık insanlar sosyal medyadaki "avatar" kişilikleriyle normal hayatlarını yaşamaya başlamış durumda; Proteus olgusuna yenik düşmüş bir son adam var şimdilerde.

Hiçbir yeteneği olmayıp sadece ünlü olmasıyla ünlü Paris Hilton, Kim Kardashian gibiler gerçeklikten fantezi diyarına uçuran ve sadece kendine hayran olan son adam sayısını her gün arttırıyor. Bir numara olmasa da kendini bir numara sanmada bir numara olan birçok kahraman yetiştirmiş durumdayız. Ama temel sorunumuz, kendilerini saplantı haline getirmiş kişilere takıntılı olmamız. İşte, tarihin sonunu getiren ve son adamı yaratan asıl hatayı burada yapıyoruz.

Yaşadığımız ekonomik sistem bizi keyif alma kapasitesi sınırsız olarak gördüğünden, yaşamlarımızın hangi biçimler altında inşa edildiğini göremiyoruz. Sürekli kendimizi geliştirmekle meşgulken, herhangi bir toplumsal değişime katılacak enerji ve beceriyi kaybediyoruz. İşte hata, kontrolü kaybettiğimiz o noktada başlıyor: Tercih hatası!

Günümüz tüketim toplumunda sadece ürünler arasında seçim yapmak durumunda kalmıyoruz. Tüm yaşamımızı karar ve seçimler olarak görmemiz isteniyor. Biz de yaşamımızın her ayrıntısını belirlemeye muktedir nihai efendisi olarak seçimler yapıyoruz. Yaptığımız bu seçimler yaşadığımız dünyaya şekil veriyor. Neye karşı neyi tercih ediyoruz ve bu seçimlerimiz ortaya nasıl bir dünya getiriyor diye merak ediyorsanız işte size birkaç tercih hatası:

1- Kahramanlarımızı yanlış seçiyoruz

Sahte kahraman: Survivor ünlüleri
Rating denilen istatistiklere göre halkımızın spor ve kahramanlık anlayışı %30 oranında survivor yarışması ekseninde şekilleniyor. Oyuncuların aslında rol yaptığı bu yarışma gerçekliğin sahici bir yansıması olarak algılanıyor. İlginç olma yönünde aşırı çaba, yorucu sportif egzersizler, kişisel gelişim muhabbetleri, yapay kabile adetleri ve daha birçok anlık belirlenen rol. Hiçbir şey doğal değil. Yapmacıklığa yapmacıklık eklendiği için izleyenler tutarsızlık bulamazlar. Gördükleri sadece kahramanlardır.

Gerçek Kahraman: Kardelen Karlı
Fethiye'den Antalya'ya 500 kilometrelik dağ yolunu yürümeye başladı. Patara'yı, Olympos'u, Phaselis'i, Myra'yı yürüyerek geçti. Başkaları yürürken kaybolmasın diye geçtiği yerlerdeki taşların üzerine boyayla işaretler koydu. 50'li yaşlarındaki bu kadın durmadı, azimle devam etti. Mücadelesi tam yedi yıl sürdü. 1999 yılı geldiğinde dünyanın en önemli doğal yürüyüş yolunu insanlığın hizmetine sundu. Bugün tarihi Likya Yolunda yürümek için her yıl bu ülkeye onbinlerce turist geliyor. İngiltere pasaportundaki gerçek adı Kate Clow olan bu gerçek Türk Survivor'ı Kardelen Karlı'nın adını duyan kaç kişi vardır acaba? Neyse, sen bunları boşver, adadan kim gidecek ona bak.

2- Duygularımıza yön verenleri yanlış seçiyoruz

Sahte kahraman: Esra Erol
Sömürüyü hakeden kitleler hakettikleri şekilde sömürülürler. Evlilik programları reyting rekorlarını alt üst ediyor. En çok izleneni Esra Erol'unki. Çünkü insanlar onu tercih ediyor. İnsana ait duyguları en iyi onun programı yansıtıyor. Herkes biraz kendini buluyor o programda. Çünkü programında her şey var. Ajitasyon, duygu istismarı, aile mahremiyetinin ayaklar altına alınması, özel hayata saygısızlık ve daha birçok şey. Kısacası acılardan, yaralardan ve trajedilerden kazanılan paranın haddi hesabı yok. Abartılı bir özgüven ve kendini konusunda otorite sayan bir sunucu. Otorite olduğu konu ise insan duyguları.

Gerçek kahraman: Aşık Reyhani
Michigan Üniversitesinden fahri doktora alıp yoksulluk içinde ölen dünyada kaç sanatçı vardır acaba? Şiiri sazla söyleyen Aşıklık adlı geleneğin en önemli ustalarından biriydi Aşık Reyhani. Bu toprakların insanının duygusal yönünü onun kadar iyi anlatanı yoktur herhalde. "Ben gerçeğim, yanlış fikir olamam" diyerek çağın değerlerine meydan okuyabilen ender insanlardandı. Tıpkı konsere giderken yanında sazından başka bir yükü olmayan Murat Çobanoğlu ya da geçimini çiftçilikle sağlayan büyük üstad Aşık Feymani gibi. Herhalde adlarını duyan çok az insan vardır. Nasıl olsun ki; duygulara dair her şeyi evlilik programlarından bekliyorsak? Çok açık söyleyeyim canım kardeşim, sen evlilik programlarıyla insani duygularını değil, sapıkça cinsel duygularını tatmin ediyorsun, emin ol.

3- Takip ettiğimiz insanları yanlış seçiyoruz

Sahte kahraman: Pucca
Rakamlara bakılırsa, hiç şüphesiz bu ülkenin en büyük insani değeri Pucca'dır. Kim olduğunu söylemeye gerek yok herhalde. İnsana dair yazdıklarını milyonlar okuyor. Sadece twitter'da bir milyondan fazla takipçisi var. Genellikle aşina olunan konularda yüzeysel abartılar ve laf kalabalığı sunan bir yazım tarzı olduğu söyleniyor. Hades kıvamına sokulan erkekler, aldatılma psikolojisinin arabesk yansımaları, kadınların Collatz ya da Riemann problemleri misali asla çözülemeyeceği yanılsaması gibi avangart bir algılama yeteneği ile kesilen bolca ahkam. Çağın vebası öğüt edebiyatı hastalığına yakalanmış, okuyanı anlamsızlık ve muğlaklık ile yükleyen başarılı bir vinç operatörü. Çağın terapötik kültürünün en başarılı örneği. Eğer ülkenin bu en önemli değerinden daha önce haberdar değilseniz ve şimdi haberdar olduysanız, rahat olun, çünkü hiçbir şey kaybetmediniz. Çünkü yazdıkları net bir pozitif içeriğe sahip olmadığından kendini gerçekleştiremeyen çok sayıda insan yaratmaktan başka işe yaramıyor.

Gerçek kahraman: Hayri Dev
Daha düne kadar adını duyan bir kişi bile yoktu herhalde. Fransız bilim insanı Jerome Cler'in çektiği Ormanlar Arkası (derriere la foret) adlı belgeselle onu dünya tanıdı. Ülkemizde bir köy çalgıcısıyken Avrupa'da büyük sanatçı sayılmaya başladı. Kendi yaptığı çam düdüğü ve üç telli cura, o ölünce yok olacak -aman yok olmasın diye, Unesco tarafından "Yaşayan insan hazinesi" sayıldı. Çünkü Avrupalılar bir müzik aletini ustası gibi yapamamanın sanata neler kaybettirdiğini Stradivarius'ta yaşamışlardı. Bizde düğünlerde çalarken Fransa, Belçika ve Hollanda'nın en prestijli üniversitelerinde, o ülkelerin en aydın insanlarına çaldı. Hayatında ilk kez konser için yurt dışına çıkarken ayağında yırtık ayakkabıları ve yanında gazete kağıdına sardığı müzik aletleri vardı... Matbaayı, telefonu, teleskobu yabancılardan öğrendik, bari kendimizi onlardan öğrenmeyelim. Ayrı zamanlarda yaşasak herhalde kıymeti bilinmedi diye herkesi eleştirirdik; hazır hayattayken hiç olmazsa adını öğrenelim bu küçük adamın: Hayri Dev.

George Orwell'in "1984"ü, "Bizi nefret ettiğimiz şeyler mahveder" diye yıllarca korkuttu. Ama doğruyu Aldous Huxley "Cesur Yeni Dünya"da söyledi: "Bizi sevdiğimiz şeyler mahveder!"

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder