Üniversiteden mezun olan gençlerin büyük çoğunluğunun amacı bir şirkette çalışmak. Alacakları ücret ya da yapacakları iş bu amacın arkasında kalıyor bile olabilir çoğu zaman. Performansa bağlı post kavgasının içine girmiş olmak ailelerin bile en büyük ideali olmuş. Şirket kültürüne duyulan inanç artık bir salgın hastalık gibi hızla yayılıyor. Ne dersiniz, sizce bu ışıltılı dünya bir hokus pokustan ibaret olabilir mi?
Antropomorfizmin insanı biçimselleştirmesi gibi şirketlerde de insana benzer bir yapının olduğunu söyleyen sapkın örgütlenmeciler hala çoğunluğunu koruyor. Ama emin olun, şirketi anlatan kitaplarda verilen imajın tersine, şirketin ne kalbi ne kolu ne de damarları vardır. Şirketlere insani özellikler atfeden tüm bu metaforlar, onun yarattığı çatışmaların, tıpkı psikosomatik hastalıklar gibi çözülebileceğine inanılmasına zemin hazırlar. Ama bir şirket ne nevrotik ne de paranoyaktır. Oysa işleyiş şekli çalışanları nevrotik ya da paranoyak yapar. İşte şirketi insani biçimselliğe sokan yaklaşımların temel amacı, şirketlerin kendisinin hasta olabileceği, çalışanların olmayacağı yönünde göz boyamaktır.
İnsanlar şirketlerde çalışmaya başlayınca, şirketlerin kendilerini psikolojik olarak hasta edebileceğini anlamaya başlarlar. Oyunun kuralları yazılı olarak tanımlansa da aslında tanımsız olduğunu görürler. Ortamın tutarlı ve sabit değil tedirginlik veren bir değişim gösterdiğini kavrarlar. Yaptırım veya takdir biçimlerinin söylendiği gibi adil ve istikrarlı değil tutarsız olduğunu fark ederler. Verilen sözlerden tutulanların tutulmayanların yanında çok az olduğunu anlarlar. Şirketin bu paradoksal yapısı sonuçta ortaya iki tip çalışan çıkarır: Mutlak bir güç duygusuna inananlar ve kayıtsız şartsız bir teslimiyet içine girenler. Kullanılan çift anlamlı dil bile bir süre sonra insanların psikolojisini bozmaya başlar. Farklı anlamlar yüklenen başarı, mükemmellik, performans, kalite gibi kavramların aslında aynı anlama geldiği birçok kişide sadomazoşist dürtüler yaratır. Şirketin yarattığı psişik ıstırap ve ilişkiler ağı maalesef sonunda "kafayı sıyıran" çalışanlar yaratır. Bu ortam çok geçmeden yöneticileri de, sorunu doğuran süreçlerden ziyade çalışanların davranışlarına odaklanmaya iter. O andan sonra başlayan şey mobing, stres ya da depresyondur. Şirket içindeki hatalı eylemlere müdahale edemeyen çalışanlar ise artık birbirlerine saldırmaya başlamışlardır. Bu savaştan güçlü çıkan tek şey kendi başının çaresine bakma mantığı olur. Yani saldırganlık kişiden kişiye sıçrayarak sürer gider.
Bugün artık muhasebe ve finans değerlendirmelerinin insani ve toplumsal değerlendirmelere üstün geldiği bir şirketleşme çağında yaşıyoruz. Ücretliler karlılığın sunağında arka arkaya kurban ediliyor. Şirketler rasyonel talimatlar, sofistike kontrol teknikleri ve gelişigüzel yargıların bir karışımı şekline bürünmüş haldeler. Adeta libidinal enerjiyi işgücüne döndüren değirmenler gibiler. Yazık!
Sanırız fark etmişsindir; işi başından aşkın dünyaya da iş dünyası diyoruz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder