Gazeteler yine kadına şiddet haberleriyle dolu. Dövülen, aşağılanan, yaralanan, öldürülen kadınlar. Kadın imgesi neredeyse "erkeğin astı" konumuna getirilmiş. Bu durumdan hoşnutsuz olanlar da var, hoşnut olanlar da. Üzülenler de var, umursamayanlar da. Her kötü olaydan sonra sanki toplum tek bir ağızdan şiddeti lanetliyor. Fakat tüm yapılan birkaç süslü sözden öteye gitmiyor. Şiddet, baskı, aşağılama ve sonucunda kadınların azalan özgürlüğü.
Reşit olmayanı istismar edeni pedofil, ölü seveni nekrofil deyip sayfalarca ceza maddesi yazan uygarlık, kadına şiddet gösterene hala ortak bir isim bile bulamamış. Belki işine gelmiyor, belki de aklına. Eğer suçlu arıyorsanız, bu işin tek suçlusu var: Kadınlar. Ama dövülen, aşağılanan, saldırıya maruz kalan zavallı kadın değil; hayatını eşitlik ve huzur içinde geçiren, eşitlikçi bir eşe ve aileye sahip, kadına şiddet haberini okurken "yazık ama" diye kısa bir duygulanım yaşayan modern kadın! Biraz canın sıkılacak ama yine de oku!
1920'li yılların sonuna kadar Amerika'da kadınların sigara içmesi yasaktı. Böyle bir yasağın, sağlık açısından insanların çıkarını olduğu düşünülebilir elbette ama eşitlikçi olmayan hiçbir yasak kabul edilebilir değildir. Erkekler her istedikleri yerde sigara içerken, kadınlar evlerinde bile içemiyorlardı. Evinde sigara içme izni sadece hayat kadınlarına verilmişti. Ne kadar da harika değil mi?
Bugün dileyen herkes Amerika'da sigara içme özgürlüğüne sahip. Peki kadınlar bu eşitliği nasıl elde ettiler dersin? Erkeklerin aydınlanmasını mı beklediler, ya da vicdan sahibi bir yasa koyucunun merhametli kalemini mi? Erkeklere yalvarıp eşitsizliğin ne kadar mantıksız olduğunu anlatarak, ya da ilahi bir eşitlik emrini bekleyerek mi? Elbette ki hayır. Kendileri yaptı demeyi çok isterdim ama kendileri de yapmadılar. Fakat yine de başaran onlardı.
Sigara endüstrisi kadınların sigara içmemesinden muzdaripti. Yasaklar pazarın genişlemesine mani oluyordu. Ama piyasanın bir şeyler yapması gerekiyordu. Soluğu Freud'un yeğeni Edward Bernays'ın yanında aldılar. Bernays, halkla ilişkiler (public relations) kavramını henüz yeni ortaya atmıştı ve kimse ne dediğini pek anlamıyordu. Bernays'a kadınların sigara içmeye başlayıp başlayamayacağını sordular. Bernays elbette cevabını verdi. Erkek egemenliğinden simgesel olarak kurtulmanın bir yolu olarak görürlerse sigara içmeye başlayabilirler. Peki nasıl yapacağız diye sorduklarında Bernays'ın yanıtı belliydi: Halkla ilişkilerle!
Bernays, yirmi kadar güzel, alımlı, iyi giyimli ve modern görünüşlü kadın tutar. Kadınlar, 1929 yılının Amerika ulusal bayramında Newyork sokaklarında herkesle birlikte yürümeye başlarlar. Bu havalı grup bir anda basının da dikkatini çekmiştir. Kendinden emin, neşeli ve alımlı görünüşleri Amerika'nın ideal kadın tipini yansıtıyor gibidir. Derken beklenilmedik bir şey olur. Kadınlar bir anda dururlar, ellerini çantalarına atıp sigara ve çakmaklarını çıkarırlar. Sonra da yakıp içmeye başlarlar. Amerika o anda buz kesmiştir. İdeal Amerikan kadını kısa sürede bir hayat kadınına dönmüştür insanların gözünde... Ama insanların gerçeği anlaması çok uzun sürmemişti. Tarihe "özgürlük meşalesi" (freedom torches) olarak geçen bu olay bugün Amerikalı kadının her düzeydeki eşitliğinin temel sembolü haline gelmiştir.
Bu olayda kazanan sigara endüstrisi, kazandıran ise Edward Bernays olarak görülebilir elbette. Ama bu bir halkla ilişkiler zaferidir ve tüm başarı o rahat görünüşlü kadınlara aittir. Kazandıkları şeyse özgürlükleridir.
Kadınlara uygulanan şiddetten rahatsızsak, kadının erkeğin astı konumuna getirildiğini düşünüyorsak ve kadının eşitliğini istiyorsak görev bu aşağılamaları yaşamayan kadınlara düşer. Hemcinslerini bu olumsuz şartlardan kurtaracak olan onlardır. Sosyal medyadan kınama mesajlarıyla değil, bir araya gelerek ve halkla ilişkilerin gücünü kulanarak bunu başarabilirler. Kadın bedenini erkeğin bir nesnesi olmaktan ve erkeğin denetiminden ancak böyle çıkarabilirler. Ahlaki nedenlerle baskılanan kadını ancak böyle hak ettiği yere getirebilirler. Her gazete haberinden sonra "yazık ama" diyerek değil. Erkeğin aydınlanmasını, yasa koyucuların merhametini, gün olup devranın dönmesini bekleyerek değil.
Sözlerimiz ağır geldiyse kafana takma. Senin de büyük dertlerin var elbette. 8 Mart'taki kadınlar yürüyüşüne gitmeyi çok istedin ama kıyafetine uygun ayakkabı bulamadın, değil mi şekerim?
sonu süperdi ya :)
YanıtlaSil