17 Mart 2014 Pazartesi

Üniversiteden yeni mezun CEO aranıyor!

Her gün giderek daha fazla insan 30 yaşında hala geçerli bir mesleğe kavuşamamış, evi ve sabit bir geliri olmadan ve belki hala ailesinin yanında yaşamaya devam ediyor. Bunun birçok sebebi olabilir elbette ama üniversiteyi yeni bitirmiş genç mezunların abartılmış bir hayali iyimserlikle hayata bakmaları bunda oldukça önemli bir paya sahip. Dışarıdan bakıldığında yeni mezunların özgüvenli, kendini rahat ifade eden, saygın bir duruş edinmeye çalışan yanları hemen dikkat çeker. Ama acı olan şey gençliğin önemli bir bölümünün hiç olmadığı kadar "zavallı" olduğudur.

Medyanın kendilerine sunduğu hayali değerlerle eriyen bir gençliğe sahibiz artık. Aklına tapan, daima kendine odaklanan, sürekli işin içine ironi katarak topluca hareket etmeye çalışan, çok para kazanıp mümkünse hemen ünlü olmak isteyen bir gençlik. Hayallerin yükseklerde uçtuğu, gerçekliğin ise anlamını yitirdiği bir gençlik. Gençlerin elde edebilecekleri ile elde etmeyi hayal ettikleri arasındaki uçurum giderek artıyor. Medya, reklamlar, tüketim düşüncesi ve sinema filmleri daima dört konu üzerine kurulmuş durumda: "Kendine inanarak her şeyi başarabilirsin", "Aslında özde hepimiz aynıyız", "Aşk hepimizi ele geçirir" ve "İyi insanlar daima kazanır". Bu dört fikir, gerçek hayatla pek de alakası olmayan bu dört aşırı iyimser fikir gençlerin etrafını kaplayan boşluğu sarmış durumda. Peki ama neden böyle? Neden gençler başarısızlığı tatmak ve onunla yüzleşmektense hayallerini değiştirmeyi ve hayatın gerçeklerinden kaçmayı seçiyor?

Elizabeth Robinson, 1995 yılında Cesur Yürek (Brave Heart) adlı filmin prodüktörlüğünü yaptıktan sonra hayatının projesini yapmak ister. Senaryoyu oluşturur ve başrol oyuncusunu belirler. Robin Williams ile çalışıp hayatının en önemli tutkusunu gerçekleştirecektir. Her şey hazırdır. Çekmeyi umduğu film ise Don Kişot'tur.

"Ey aylak okuyucu" cümlesiyle başlayan bu emsalsiz roman hiç şüphesiz irrasyonel davranışın da kutsal kitabıdır. Şövalyelik kitaplarında anlatılan her şeyin doğru olduğunu sanan Don Kişot, dünyadaki kötülükleri yok etmek için yollara koyulur. Amacı mazlumları korumak, kötüleri yok etmek ve adaleti geçerli kılmaktır. Tüm enerjisini buna harcar ama sonunda hep yenilir, yıkılır, yara alır. Yani sonunda her düelloyu kaybeder ve hiçbir şey başaramadan ölür Don Kişot.

İşte Elizabeth bu hüzünlü kahramanı ve hayatın gerçeğini gençlere anlatmak için hazırladığı senaryoyu stüdyoya götürür. Fakat filmi çekecek olan stüdyodan şu yanıtı alır: "Don Kişot'un kaybettiği tüm düelloları kazanması ve hayalini gerçeğe dönüştürmüş mutlu bir yaşlı adam olarak ölmesi gerekiyor. Bu değişiklikler yapılırsa filmi çekebiliriz. Yoksa bu filmi gençler izlemez."

Elizabeth Robinson aldığı yanıt üzerine yıkılmıştı. Acımasız gerçeklerin ve hayallerinin yıkılmış olmasının Don Kişot'u öldürdüğü gerçeği stüdyonun umurunda bile olmamıştı. Edebiyat tarihinin en önemli romanı değiştiriliyormuş, kime ne? Stüdyonun düşüncesi çok açıktı: Hiçbir genç, insanların çok çaba gösterip başarısızlığa düştüğü ve gerçek hayata benzeyen bir filmi asla izlemek istemez.

Elizabeth Robinson o günden sonra bir daha eski işine geri dönmedi belki ama gençlerin etrafındaki boşluğu kaplayan hayali değerler dünyası da değişmedi. Gençler hayatın gerçekleriyle yüzleşmek, başarı için daha çok mücadele etmek, ulaşılabilir ve gerçekçi hedefler koymak ve başarısızlığı tatmak yerine erişilmez hayallere kapılıyorlar. Milyarlarca insanın yaşadığı dünyada birkaç istisna kişiliğin yakaladığı başarıyı kendileri için istiyorlar. Daha az çalışıp daha çok kazanmak ve mümkünse ünlü olmak istiyorlar. Kendilerine bunun mümkün olmadığını söyleyen bir Don Kişot çıktığında ise senaryo hemen değiştirilip hayatın gerçekleri gençlerden uzak tutuluyor. Üniversiteden mezun olunduğunda ise hayata atılıp mücadele vermek yerine gerçekçi olmayan girişim çabaları, ilave okul tercihleri ve düzensiz rahat işlerle yıllar geçiriliyor. Sonunda da ABD nüfusunun %60'ının satıcı, garson, temizlikçi, bahçıvan, bakıcı ve bekçi olması gerçeğine ulaşılıyor.

Kendini sürüden ayırıp hayatın gerçekleriyle yüzleşmeyi göze alan ve başarısızlığı tatmaktan korkmayanlara takdirlerimizi iletmek isteriz. Geri kalanların, Don Kişot'un dediği gibi "aylak mezunlar"ın dikkatini biraz çekmek için ise şu başlıkla yazıya son verelim: "Üniversiteden yeni mezun CEO aranıyor!"

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder