25 Mart 2013 Pazartesi

İnsan Kaynakları "kral çıplak modaevi"nden giyinir!

İnsan Kaynakları Yönetimi denilen organizasyonel fonksiyon, 2008 yılında patlayan krizle kaybettiği imajı ve özgüveni şu aralar yeniden toplamış görünüyor. Genç ve parlak İnsan Kaynakları(İK) uzmanlarının görüş ve önerilerine her yerde rastlamaya başladık. Bizlere iş görüşmelerinde nelere dikkat etmemiz gerektiğini, kendilerinin bizlerden neler beklediğini ve olmayan yeteneklerimizi nasıl göstermemiz gerektiğini yumuşak sözleriyle anlatıyorlar. Özünde yüksek bir samimiyet içeren bu açıklamaların, hatta sektörü bilen kişiler tarafından yazılmaları nedeniyle “içeriden” gelen bu bilgilerin, ne kadar değerli olduğu tartışılamaz. Peki gerçekte bu bilgiler ne kadar değerli? Güçlü bir retoriğe ve yumuşak ifade yeteneğine sahip bu insanlar kararlarını nasıl alıyorlar dersiniz? Onlardan aldığımız bilgiler işimize yarar mı?

İnsanı bir varlık ya da kendi ifadeleriyle “kaynak” gibi görmenin doğal sonucu, insanın metalaştırılması ve ardından gelecek olan istismardır. İK fonksiyonu son 30 yıl içinde hem metalaştırmayı hem de istismarı ne kadar iyi başardığını yaşanan krizde bize ilave bir açıklamaya gerek olmaksızın göstermiştir. Hırs duygusunu en tepeye koyan ve ne olursa olsun hırslı insanları istihdam etmeye öncelik veren insan kaynakları modelinin nasıl bir enkaz yarattığını hala izlemeye devam ediyoruz.

İK fonksiyonu, gösterişli retoriği ile şirketleri son 30 yıl içinde etkileyerek kendisine bağımlı kılmıştır. Stratejik yönetimde iş ortağı ve değer yaratma söylemleri ile 30 milyar dolarlık bir pazar oluşturularak global işgücü “uysallaştırılan ve kendisine verilene razı olan vahşi” konumuna dönüştürülmüştür.

İK uzmanlarının yaptıkları işlerin en önemlisi şirketlerine verimlilik sağlayacak kişileri bulmaktır. Adayların farklı coğrafya, kültür ve niteliklerle örülü özgeçmişleri hakkında karar verebilmek hayatın farklı yönleri hakkında karar verebilme yeteneğini gerektirir. Bu da temelde yüksek bir hayat bilgisi, yeterli bir tecrübe ve çok yönlü bir entelektüel bakış açısı ister. Bu biraz sağduyusu olan her insanın rahatlıkla yapabileceği bir çıkarımdır. Peki ama sizce İK uzmanları bu yeterlilikte mi?

Genellikle genç yaşlarda olan İK uzmanlarının böyle bir değerlendirme kabiliyetinde olacağını beklemek bir yana, sektörde tanıdığımız örnekleri itibariyle değerlendirdiğimizde, bakkalda para bozma yeteneğine sahip olmayan ya da para üstü alırken yüzü kızaran kişiler olduğu imajı çizmektedirler. Fonksiyon da bu yetersizliği fark etmiş olacak ki karar verme prosedürlerinde sübjektif değerlendirmelerin yerini merkezi değerlendirme sistemlerine dönüştürmektedir. Böylece ortaya ne stratejik ne de liderlik açısından değer çıkarılamamakta, pratik amaçlara hizmet eden bir yapı oluşturulmaktadır.

İK fonksiyonunun şeffaf olmayan bürokratik bir güç haline dönüşmesi istismarın göstergesidir. Yarattığı saçma kurallar bütünü ile “yaratıcılık” kavramının peşine takılarak “kaynak” bulmaya çalışırken, bir yandan da dünya, sektör ve şirketteki yapısal değişimleri kavrayamamanın yok oluşu içindedir. Yaratıcılığın kendi iş yapış şekillerinde yarattığı etki sonucu, personele yapılan ücret ve ödemeleri kesecek yaratıcılıklar göstererek CFO (Finans Yöneticisi)’nun “uşağı” rolüne girmiştir. Giderek şirket içi “suç oranı yüksek bir getto” haline dönüşmeye başlamıştır.

Görüşme süreçleri baştan sona incelendiğinde net olarak ortaya çıkan alaycı bir iletişim realitesi, zaman ve kaynak kaybı ve giden elemanın yerine aynısını bulabilmek için harcanan gereksiz efor… İşe alım, çalışan gelişimi ve kültürel dönüşüm konularında ikna edici konuşmalar yapsalar da adayların ardından ne kadar “tuhaf” olduklarına dair esprileri birbirlerine yapmadan duramazlar. Ama gazete ve dergilere yazdıkları yazılarda espri anlayışlarının ne kadar gelişmiş olduğunu bize anlatmazlar. Bu ikiyüzlülükten öte bilinçli bir istismardan başka bir şey değildir. İK fonksiyonu giderek stratejik partnerlik ve değer katma erdemlerini kaybederek yasal süreçleri takip eden ve rutin işleri ucuza yaptırmaya çalışan bir fonksiyon haline gelmektedir ve hatta gelmiştir de.

Üniversitelerden yeni mezun İK uzmanları fazla zeki tipler değildir. Çünkü hiçbir zeki öğrenci okulu bitirince İK uzmanı olma içgüdüsü taşımaz. Zaten firmalar da etik değerleri gelişmiş zeki insanları İK uzmanı olarak alma yarışında değildir. Hatta bazen şirketin diğer bölümlerinde işe yaramayan ama kovulacak kadar da kötü olmayan elemanlar İK ofislerinde çalıştırılmaya başlanır.

İK uzmanları üzerinde yapılan araştırmalar çok önemli bir eksikliği ortaya çıkarmıştır. İK uzmanlarının kişisel gelişim programları incelendiğinde aldıkları eğitimlerin %83’ü iletişim becerileri, %71’i hukuksal konular, %32’si yönetim ve sadece %2’si finans konularındadır. Bu rakam (%2 finansal eğitim oranı) bize açıkça şunu söyler. İK uzmanları işin parasal boyutu olduğunu gözden kaçırmakta, parayı tanımak istememektedirler. Bu bizim “para bozdurmayı bilmezler” önermemizin bilimsel ifadesidir. Şirketin yetenek arama ve koruma biriminin finansal zekayı ölçebilecek bir bilgiye sahip olamaması en yüzeysel ifadeyle traji-komiktir. Sermaye karlılığı ya da aktif karlılığı gibi kavramları bilmeden bir elemanın şirkete katacağı değeri hangi yöntemle ölçecekleri gerçekten merak konusudur. Bu nedenle insan kaynağı hakkındaki kararları çok düşük seviyede entelektüellik, tutarlılık ve güvenilirlik içerir.

London Business School’dan Lynda Gratton İK fonksiyonunun iki temel eksikliği olduğunu söyler. İlki İK, şirketin ve pazarın geleceği hakkında bilgi sahibi değildir. İkincisi ise hızlı değişen şirket iş stratejisini anlamadıklarıdır. Bu iki temel yetersizlikten dolayı Gratton İK fonksiyonunu “Eğitimli Yetersizlik” olarak tanımlar.

Ağırlıklı oranda kadın olan sektör çalışanları saçma sapan oyunlar oynatarak doğru elemanı seçtiklerini düşünen modern zaman Polyanna’larıdır. Ama keşke “Kral çıplak modaevi”nden giyinmeseler!..

5 yorum:

L.K. dedi ki...

Kralın çıplak olduğunu söyleyecek kadar cesur olamadıkları kaybedecek çok şeyleri olmasından da kaynaklanıyor.Yazı her zaman ki gibi koyu kıvam olmuş.Uyandırıcı.

Bürke ÇINAR dedi ki...

Merhabalar,

Ben İKya gönül vermiş genç bir sosyoloğum. İnsan ve toplum ise mesleğimin ana unsurları. Yazdıklarınızın bir kısmına katılmakla birlikte bazı noktalarda farklı düşüncelere sahibim: Okuduklarımı yanlış yorumlamadıysam, bu işin eğitimini alanların dahi yetersiz olduğunu zaman zaman sert bir üslupla dile getirmişsiniz :) Verdiğiniz örnekle örtüşen niteliklerdeki İK çalışanlarına hepimiz rastlıyoruz. Fakat bunu genelleştirmek ne kadar doğru olur noktasında endişelerim var. Belki dikkatinizi çekmiştir; İK uzmanı unvanı için mühendis arıyorlar. Sayısal zekası yüksek olunca her işi doğru düşünüp yapar gibi yanlış bir kanı var maalesef. Aynı yanlış kanı, benzer bir şekilde bize de yöneltiliyor: Analitik düşünme, stratejik planlama yetilerinden yoksun, sayısal zekası olmayan insanlar gibi algılanıyoruz. Şu noktada katılıyorum: Hem sosyal, hem sayısal yetkinlik olmalı. İK gibi kurumların geleceği için kritik önem taşıyan pozisyonlarda zeki insanlar yer almalı. Ancak bunu değerlendirecek kişiler de en az bu kapasitede olmalı. Yalnızca bir alanda uzmanlaşmış kişilerin şirketin İKsına geçmesi teknik ve kurum kültürü açısından faydalı olabilmekle birlikte, böylesi bir durumda tıpkı bir mühendisin İK cı olması gibi işin sosyolojik, psikolojik boyutu hep eksik kalacaktır.
Paylaşımınız için teşekkürler...

okan dedi ki...

13 yılını bu işe vermiş birisi olarak, yazınızı beğendim. Gerçekten de ik fonksiyonlarında çalışan kişilerin çoğu yetersiz, söylemleri magazinvari kariyer gazete ve dergilerinde yazanların ötesine geçemiyorlar. Bir çoğu şirketini tanımıyor, ne iş yaptığını bile bilmiyor, üstelik merak bile etmiyor. Dayandıkları tek yer kişisel gelişim zırvaları ve katılımcı yönetim hikayeleri.
Hemen hepsi güzel giyimli güzel insanlar ve üstleri kirlenecek korkusu ile paranın kazanıldığı yere inemiyorlar.
Peki bu arkadaşlar kral çıplak modaevinden giyinirlerse ne olacak? Acizane, bir aralar o modaevine giren ancak kaçarak çıkan birisi olarak söyleyeyim: Pek de iyi şeyler olmayacak. Daha önceki yazılarınızda da bahsettiğiniz gibi, aldığı birim parayı verimsizlik ile artırmaya çalışan kişilerin dolu olduğu kurumlarda –buna şirketin genel müdürü, yöneticileri başta olmak üzere tüm kademe personel dahildir- söylemleriniz kimsenin hoşuna gitmeyecek, insanlar edindikleri alışkanlıklardan vazgeçmeyecek, dedikodu yapmak gibi eğlenceli bir aktiviteden uzaklaşmak istemeyecek.
Kurumlarda açıkça söylenmeyen –birbirlerine karşı gibi görünen ama gelişen her olayı ustaca kendi çıkarlarına uygun hale getirebilen- gizli ittifaklar vardır ve bu ittifakların bozulmasını sağlayabilecek, dolayısı ile yatırdığı paranın etkinliğini ve verimliliğini artırabilecek tek bir kişi vardır: İngilizcede “govern” fiilini yerine getirmesi gereken patron.
Yıllarca arkasına sığındığımız ve kolaylıkla sığınacağımız bahane ne kadar güzel ve her daim geçerli değil mi?
Üst yönetimin desteği olmadan bu işi yapabilmemiz mümkün değil!

Can dedi ki...

Merhaba,

Oldukça sert ama bazıları yerinde olan eleştiriler yapılmış. fakat ben eleştiriyi değerlendirirken, yapıcı olup olmadığına bakarım. Burada yapılan eleştirilerin çoğu yergi şeklindeyken, farklı bir alternatif veya daha iyi bir yol gösterilmemiş. Yazıdan; "İK'cılar işi bırakıp finansçı olsunlar" bunu mu anlamalıyız ? Görebildiğim başka bir ana fikir yok.

Malesef yazı, Türkiye'deki kötü İK profesyonelleri ve uygulamalarına takılıp kalmış. Oysa DÜnya'da bu işi çok iyi yapan insanlar, bu konuda bilgi ve hizmet üreten çok büyük profesyonel organizasyonlar var. CIPD; SHRM gibi kuruluşların ürettiği bilgi ve üzerinde kafa patlattıkları konuları araştırsaydınız. Yazı bu "yaşasın finans kahrolsun ik" sığlığında kalmazdı.

Genel bir yanılgı da İK=işe alım. Bu yanılgıya siz de düşmüşsünüz. Fakat eğitim ve geliştirme, performans yönetimi ve ücretlendirme gibi çok karmaşık fonksiyonları da var insan kaynakları departmanlarının. Bunları da sizin yerdiğiniz tatlı su ikcıları yapamaz.

Velhasıl kelam, her ne kadar yerinde eleştiriler olsa da yüzeysel ve yerel olmuş. Konuyla ilgili daha derin bilgi sahibi olmadan fikir beyan etmek de, malesef bizim milli alışkanlıklarımızdan...

Adsız dedi ki...

Kişisel Gelişim Zırvaları Adlı Kitabı incelemenizi tavsiye ederim. Sizinle aynı şeyleri söylüyor.