18 Mart 2013 Pazartesi

Düşünen insanı nasıl ortadan kaldırırız?

Tarihi kurgu romanlar çok satan kitaplar listelerini esir almış durumda. Dervişler, krallar, padişahlar, halk entelektüelleri, gerçekten yaşayıp yaşamadığı bile bilinmeyen tarihi kişilikler… Şu an hepsi birer hayat koçu olmuş durumda. Edebiyat adeta hortladı!

Soylu yoksulluk, adaletli diktatörlük, ilahi erdemlilik, naif barbarlık gibi birçok uçuk kişilik kurgulaması ile tarihi şahsiyetler ikonik hale döndürülerek büyük bir pazar yaratılmış durumda. Tarihin yeterli veri sunmadığı alanlarda, doğal bilimlerin (başta sosyoloji ve psikoloji) bugün ulaştığı bilgi birikimi ile bu boş alanları doldurmak yazarlar açısından son derece basit bir iş. Böylece ortaya kurmaca bir tarih ile psikolojik safsata karışımı bir aşure çıkarılıyor.

James Clavell’in 80’li yıllarda aktör Richard Chamberlain ile vücut bulan Shogun’u ile parlayan bu sektör, ölçüsüz yalanların edebiyat adı altında sunumunun nasıl bir başarı getirdiğini tüm dünyaya göstermişti. Bunu gören edebiyat simsarları ve yayıncılar hemen pazara daldılar. Sektörün hedef kitlesi, heyecanı seven yeniyetme gençler ve tarih okuma külfetinden kaçan aylak okuyucular. “Yeniyetme-aylak okuyucu” kitlesini hedef alan tarihi roman yayıncılığı, özellikle çokkültürlü yaşama geçişte zorluk çeken toplumlar için önemli bir risk içeriyor. Bu ikonik ilahlaştırma, toplumsal hassaslığı arttırarak tarihi hiç istenmeyen bir şekilde, “güçlü bir romantizm” duygusu ile yeniden gözden geçirmeye yöneltiyor. Sağduyu ve eleştirel bakış açısından yoksun bu tür bir yaklaşım, tarihten hatalı çıkarımlar yapılmasını doğuruyor. Yeniyetme-aylak okuyucu adını verdiğimiz bu grubun, bilgi çağının sınırsız enformasyon çağlayanlarını yönetemeyen insanlardan oluştuğu göz önüne alındığında sayılarının giderek arttığını rahatça söyleyebiliriz.

Bu tür kitapların okunması için sistematik şekilde yalan söylenilmesi gerekir. Düşünce, duygu ve hayallerin dil aracılığı ile estetik bir şekilde ifadesine edebiyat dendiğini biliyoruz. Burada yapılanın edebiyat olmadığı açıktır. Çünkü tarihi şahsiyetleri, anlatılan hikayeden çıkardığınızda ortaya somut bir hiçlik çıkacaktır. Aynı okuyucu kitlesi için bile gülünç bir metin kalacaktır geriye. İşte burada yazarların çarpıtma başarıları devreye girer. Tarihsel bir hata yerine sistematik olarak yalan söylenir. Çünkü bu yalan belli bir niyet ve amaçla söylenir. Niyet daha çok yeniyetme-aylak okuyucu, amaç daha çok ticari başarıdır. Yani bu tür kitaplardaki tüm tarihi çarpıtmalar sistemli şekilde söylenen yalanlardır. Bu hiç de Shakespeare’ın sanatsal yapıtlarında görülen “anlamlılık” değildir.

Tarihi romanların tanımlanmasındaki güçlük aşılabilmiş değildir. Kurgu sahnelerle yaratılan problemsiz bir geçmişin tarihi ne kadar yansıttığı büyük soru işaretidir. Gerçek bir karakter esas alınarak yazılan bu kitaplardaki baş karakterin yanındaki yardımcı oyuncuların uydurma kişiler olması, hangi tarihin anlatıldığı üzerine şüpheye düşürür. Güçlü karşıtlıklar yaratılarak, tarihin yaşanılan dönem itibariyle sıradan olduğu ilkesi ihlal edilir. Hırs, eziyet ya da öfke kurbanı olan yardımcı roller asıl kahramanı olduğundan daha güçlü gösterir. Böylece hikaye her şeyin güçlüsü ve zayıfı arasındaki “dilbilimsel stratejik macera”ya döner.

Kahramanların yeniyetme-aylak okuyucuyu etkiledikleri sektör tarafından bilindiği için yiğitlik, cesaret, adalet ve zeka orantısız şekilde şişirilir. Kahramanların insansı tarafları yok edilerek okuyucunun inanç ve bağlılık duygusu manipüle edilir. Yazara, insanlık öldü mü sorusunun tam sorulma zamanıdır. Tüm bunlar, yazar tarafında sistemli bir yalan söylemedir. Çünkü aynı okuyucu kitlesinin sıradan bir karakterde bu tür nitelikleri aşırı gülünç ve yapmacık bulacağı açıktır.

Yazarlar kendilerini tarihe kapı deliğinden bakıyoruz diye savunsalar da karnı ağrıyınca homurdanan, ölümden korkarak hareket eden veya pazar alışverişi için liste oluşturan baş kahraman sahneleri yoktur. Her şey olağanüstüdür fakat tüm bu abartma tarihi şahsiyetin ekseninde sıradan olarak sunulur okuyucuya. Olaylar en ince ayrıntısına kadar tariflenir, kişiler bugünkü sosyal bilimlerden destek alınarak detaylı karakter analizlerine tutulur. Her şey basit ve lütufsuzdur. Kolayca geçmiş zamanın bilincine girilir. Böylece eleştiri yeteneği felce uğramış savunmasız yeniyetme-aylak okuyucu bu gösteriye yenik düşer. Gerçek nedir sorusunun tek yanıtı yazarın gördüğüdür. Bu sistematik yalan söylemenin meşrulaştırılmış halidir.

Diyalogların özgün olduğunu söylemek de pek mümkün değildir. Bugünün bakış açısı ve dilbilim uzmanlığı ile yazıldıkları açıktır. Ticari başarı uğruna tarihsel doğruluk ayaklar altına alınır. Tarihsel kişilikleri ve tarihleri izole ettiğiniz zaman bu tür kitapları okumak tarihe değil birkaç gün önceye yolculuk hissi verir. Çünkü kitaplardaki ruh zamanın ruhudur. Çarpıtma, hata ve anakronizmde tüm eşikler aşılarak tarihi doğruluk ayaklar altına alınır. Bu dikkatsizlik ya da ihmal değil bilinçli şekilde yalan söylemedir.

Tarih okuma külfetine katlanarak mantıksal sorgulamaları gerçek veriler ile yapma zorluğunu yaşamak istemeyen yeniyetme-aylak okuyucular için bu tür sorgulamaları “reklamlar” kıvamında veren tarihi kurgu romanların okunması şaşırtıcı değildir. Gerçeğin bunaltıcı olduğunu herkes bilir. Çünkü herkes biraz tarih okumuştur. Sonunda bu gerçeği yazarlar da öğrenmişlerdir. Tarihi, kayda değer bir anlama ve iletme düzeyine sahip olmayan yazarların yarattığı tek şey fantezidir. Tarihi kurgu roman modeli ile dilin ve toplum bilimlerin dolambacında debelenip duran bir edebiyat anlayışı yaratılarak büyük bir pazar oluşturulmuştur. Kurbanlar her zamanki gibi eleştiri yeteneğini kaybetmiş savunmasızlardır.

Tarih yerine sunulan tüm bu söz oyunları ve argümanlar somut olarak tek bir şeye hizmet eder: Düşünen kişiyi ortadan kaldırmaya!

3 yorum:

Ayşe dedi ki...

Merhaba Hakan Bey,
Çok güzel bir yazı olmuş, öncelikle elinize sağlık. Merak ettiğim bu kadar farklı konular hakkında yazabilmek için ne yaptığınız. Yazılarınızı fırsat buldukça okuyorum ve analizlerinize, gözlemlerinize hayranım. Böyle devam edin. Başarılar!

Unknown dedi ki...
Bu yorum bir blog yöneticisi tarafından silindi.
fatih dedi ki...

çok güzel bir yazı ama ben çok geç gördüm. muhammet ikbal ın bir sözü var doğu aklı öldürdü batı kalbi öldürdü. Türkiye hem doğulu hem batılı bir özellikler taşıyan bir ülke