12 Mayıs 2013 Pazar

Atom bombasını yapanlar başarılıydı; Sinoplu Diyojen başarısız!

Kişisel gelişim sektörünün cezbedici bulanıklığı içinde insanın kendini kaybetmemesi gerçekten çok zor. Bir gazetede yayınlanan Kaybetmek için doğanların 10 ortak özelliği başlıklı makale tam da bu cinsten. Kaybetmenin reçetesini sunarak kazanmayı öğreten bir manifesto şeklinde dizayn edilen yazı eleştirel bakış açısını kaybetmiş savunmasız insanlar için gerçekten kutsal bir metin tadında. Yazar kısaca, “bu yazıyı okuyup hala başarısız oluyorsanız gözüme gözükmeyin” diyor. Peki ama bu yazı gerçekte neyi ifade ediyor?

Yazı başkaları tarafından söylenmiş iki sözle başlıyor ama kaybetmekten kastın ne olduğu tam olarak açıklanmıyor. “Görkemli kaybeden”, “felsefeli kaybeden”, “kaybetmeyi sürdürülebilir hale getirme”, “kaybetmek için doğanlar” gibi dudak uçuklatan bulanık bir retorik ile savunmasız insanlar daha ilk rauntta sersemletiliyor. Otoriteye yaslanan bu kavramlardan kastın ne olduğu açıklanmıyor. Daha çok “Neden bahsettiğimi biliyorsun” ya da “ne kastettiğimi anlıyorsun” şeklinde bir mesaj var. “Eğer aynı zaman dilimi içinde yaşıyorsak ve benzer kültürel koşulları paylaşıyorsak, o zaman ne söylediğimi ve kaybetmek ile neyi işaret ettiğimi anlayacaksın” der gibi. Başarı ve başarısızlık sözcükleri “dometes” ve “salatalık” gibi tek bir anlamı varmış gibi tekilleştirilerek okuyucu büyülendiriliyor. Oysa başarı ve başarısızlık gibi kavramların tek bir anlamı olması bir yana tutarlı bir modelin parçası olmaları bile felsefik olarak mümkün değildir. Bu tür bir görüntülemenin paranoyakça bir aldanma olduğu açıktır.

Yazıda başarısız insanların ilk özelliği olarak iç disiplin yetersizliği gösterilmektedir. İrade kavramına getirilen tanımlamanın, sanki kendisi için var olan ve kişiyi kendi kör gelişiminin aracı olarak kullanan bir anlambilim içinde sunulması, kişiyi açıkça bir araç olarak göstermektedir. Hayatın öznesi olan insanın iradenin bir aracıymış gibi sunulması kavramsal tutarsızlıktan başka bir şey değildir. Bu tür yorumların deneyimsiz okuyucu üzerinde bir çekim etkisi yarattığı açıktır. Yorumun saçmalığı açığa çıkarsa da yazar yanlış anlaşıldığını savunarak bu zararsız yoruma sığınabilir.

Başarısız insanların ikinci özelliği zaman kullanım bilincindeki zayıflık olarak belirtilmiş. Zaman için sunulan tanımın bir akıştan çok teknolojinin dili olarak kurgulanması okuyucuya hükmetmenin göstergesidir. İnsanın eğlenirken mevcut anda yaşaması olgusu görmezden gelinerek katı bir zaman tarifesinin olduğu orta çağ manastırı silueti çağrıştırılmaktadır. Zamanı doğadan kopararak adeta şimdiki zamanda değil de tarihte yaşayan insan profili yaratılmaktadır.

Başarıyı dış faktörlere bağlama eğilimi üçüncü özellik olarak veriliyor. Fakat başarı ve başarısızlık kavramları üzerine getirilen ego, öz saygı gibi tanımlamaların insan derisinden dışarı fırlarmış gibi açıklanmaları insanın bütünlüklü varoluşuna aykırıdır. Çünkü başarısızlığı açıklarken kullanılan “rüzgar karşıdan esiyordu, hakem karşı tarafı tutuyordu” gibi ölçütlerin hayatın birer parçası olduğu argümanı es geçilmektedir. Yazarın buradaki üslubunun tipik olanı tipik olmayandan ayırma düzeyinde kaldığı anlaşılmakta, makul bir çıkarım yapılamamaktadır.

“Saydı” tipi düşünmeye yatkınlık başlığındaki dördüncü özellikteki mantık sıçramalarını yakalamak gerçekten çok zor. Daha çok başkalarına ait sözlerin bir resmi geçidini okuyorsunuz. Sözlerden birinin adı belirtilen kişiye ait olmaması, yazıyı hazırlarken yapılan araştırma düzeyinin hangi seviyede olduğunu fazlasıyla gösteriyor. Açıklamalardan başarısızlığın, başarıyı etkileyen zihinsel bir durum olduğunu anlıyoruz. Çıkış ve varış noktası üzerine düşünülmeyerek kavramın toplumsal pratik tarafı görmezden geliniyor. Bu durum basitçe kalkan bir uçağın bir daha hiç inmemesi gibi bir düşünce şekline karşılık geliyor.

Arabeskleşmeye yatkınlık olarak verilen beşinci özellik başarısızlığın kültür ile ilişkisi üzerine temellendirilmiş. Arabesk gibi ortalama genel geçer bir kavramla “bela paratoneri, kurban psikolojisi, eziklik ile ezme içgüdüsü” gibi bir anda psikolojik detaylandırmaya sıçranarak konu hakkındaki uzmanlık okuyucuya dayatılıyor. Yazının tamamına hakim olan “bağlam-dışılaşma” burada da hakim. Burada buna başka bir çarpıklık daha ekleniyor. Yabancısı olduğumuz bir kavramı tanıdık bir kavramla ilişkilendirmek için yapılan metafor kullanımının tam tersi uygulanıyor. Yani tanıdık kavram yabancı kavramlarla açıklanıyor. Bilim dışından gelen okurlara hitap eden bu belirsiz bilimsel jargon derin bir düşünceyi yutturmaya çalışır gibi davranıyor. Genel olarak özetlendiğinde ise arabeskleşme gibi gözden düşmüş bir kavramı eleştiri konusu yaparak düşünen kişiyi ortadan kaldırıyor.

Atalet ve tembelliğe yatkınlık başlıklı altıncı maddede fizikten ödünç alınan bir kavramın açık çarpıtması görülüyor. Atalet kavramına getirilen “miskinlik, tembellik, … yılgınlık” şeklindeki açıklamanın hangi sözlükten alındığı merak konusu. Atalet fizikte harekette bulunmamak anlamına değil hareketin korunması anlamına gelir. Bu TDK sözlüklerinde de aynen bu şekilde tanımlanır. Fizikten ödünç alınan bu teknik kavramın anlamının istismar edilmesi ile cahil okuyucuya gözdağı verilmektedir. Yapılan yüzeysel bilgiçlik taslamaktan başka bir şey değildir.

Kaybetme korkusundan kazanmaya kalkışmama başlıklı yedinci maddede “ya başarırsam”, “gördüğümden eksik yaşarsam” gibi anlamsız cümle ve ifadelerin manipüle edilişine tanık oluyoruz. Araştırmalara atıf yapılarak aslında popüler düzeyde bilgi sahibi olunan bir konuda engin düşünce sahibiymiş gibi bir tavır sergileniyor. Ama bunun nedeninin bilinçli bir düzenbazlıktan mı, kendi kendini kandırmaktan mı, yoksa her ikisinden birden mi olduğu anlaşılamıyor.

Psikolojik iç sabotajlara yatkınlık başlıklı sekizinci maddedeki psikolojik pratiğin hangi bilimsel kaynak ile desteklenebileceği büyük merak konusu. Başarının bir kavrama sorunu olduğunun anlatılmaya çalışıldığı bu maddede, başarı tıpkı dağcılıkta olduğu gibi “erişilen izole bir zirve” olarak görülüyor. Başarının hayatın niteliksel bağlamı içinde ele alınması gerçeği gözden kaçırılıyor.

Kendisini geliştirmeye kapalılık, kurnazlığa yatmak başlıklı dokuzuncu maddede de dilbilgisi büyücülüğü devam ediyor. Başarı, tam olarak tanımlaması anlaşılamayan soyut bir bilgi edinme eyleminin gelip geçici ve libidinal bir işlevi gibi konumlandırılıyor. Bu yaklaşım Kurt Gödel’in herhangi bir biçimsel sistem ya tutarlı olur ya da tam olur ama ikisi birden olmaz şeklindeki “Tam Olmama Teoremi”nin son örneği gibidir. Çıkış ve varış noktaları görmezden gelinen başarı ve başarısızlık gibi kavramlar için bu tür bir tanımlamanın, kavramların, tanımlamakta kullanılan sözcükler dışında bir alanının olmadığını akla getirir. Oysa hayatın sonsuz anlamı içinde bu açıklamalar hiçbir gerçeği ifade etmez. Maddenin tamamında, başarısızlığa, çağa özgü bir açıklama getirilmesinin, Aristotales’ten bu yana var olan bir kavrama “uzman” değinmesinin niteliğindeki düşüklüğü de gösterir gibidir.

Başarı hakkında yanlış yargılara sahip olmak başlıklı onuncu ve son madde yine dilbilimsel büyücülükle gösterilemeyeni gösterme iddiasındadır. “Başarısız insanlar da bilir ama yanlış bilir” sözündeki edebi ve felsefi tarzın teorinin aygıtı olan mantığın hangi tekniğine sığdığı belirsizdir. Adeta mantık yıkılarak metafizik bir inşaya gidilmektedir. Kısacası sosyal bilimsel bir konu edebi bir metne çevrilerek ortaya kullanıma hazır bir metafor deposu çıkarılıyor.

Yazının tamamında alışıldık olmayan kavramlarla yaratılan yüzeysel açıklamalar eleştiriyi oturtacağımız bir zemin bırakmıyor aslında. Montaigne’den bugüne aydınlanma rasyonalitesinin uğradığı bütünlüklü yenilgiyi bu yazı açıkça gösteriyor. Aklın kusursuz ve saydam ürünü olan dili kullanarak yaratılan dilbilimsel büyücülüğün bizi getirdiği noktaya bakın. Başarı ve başarısızlık eylemlerinin baş karakteri olan insanın içi boş bilimsellikle bastırılarak adeta bir sembol düzeyine indirilmesi…

Biri belirtilen kişiye ait olmayan toplam 6 söz ve bilimsel görüntüsü verilen “doğru dozda tavır, kaybetmeyi kimlikleştirme, başarısızlık merkezli” gibi ne anlama geldiği anlaşılamayan bulanık mantıklı 39 kavram bu kısa makalenin içine sığdırılarak çokbilmiş bir terminoloji yaratılmış. Dilin dolambaçları arasında boğulma noktasına gelinmiş. Ayrıca “kişisel gelişim kitaplarını ve yazarlarını suçlamak çoğu insana daha kolay gelir” şeklinde bir final cümlesi ile de yazıya baştan bir “koruma ve kutsama klozu” eklenmiş. Çıkış ve varış noktaları açıklanmayarak başarısızlığı evcilleştirdiğini söyleyen sembolik bir kişisel gelişim zırvalığı yaratılmış.

Bilgi çağında her zamankinden daha fazla dolaylandırılan yaşamımız her gün biraz daha imgelerin, sembollerin ve pazarlama tekniklerinin manipülasyonu altına girmektedir. Makalenin tamamında toplumsal bir varlık olan insandan bahsedilmediği gibi doğadan arındırılmış bir zamanda yaşayan insan kimliği yaratılmaktadır. Muhtemelen bilimsel olduğu düşünülen bu makalede nedensel düşünme tarzından yeller esmekte, insan bir yanılsama gibi ele alınmaktadır.

Bütünü incelemenin küstahlığı ile parçaları incelemenin kendini beğenmişliği arasında kaldıysak daha ileri bir adım atmamız nasıl mümkün olabilir? Çıkış ve varış noktalarını umursamadan bu yoksullaştırıcı gerçekliğin üstesinden gelmek mümkün olabilir mi? Kişisel gelişim, parçalanmış bilgi ile gelen yalıtılmışlıkla hangi kişisel ve sosyal sorunu çözebilir? İş hayatının bitkin hale getirdiği eleştiri yeteneğini kaybetmiş savunmasız insanlardan oluşan ultra-mecalsizler karşısında adeta bir pop yıldızı haline gelen uzmanlar hangi kültürü kurtarabilir? İzafi olan akademik sterillikleri ile uzmanlar boş ve ruhsuz ıvır zıvır bilgileriyle nasıl bir toplum inşa edebilirler?

Soruları uzatmanın bir anlamı yok. Bu tür kişisel gelişim yazıları tek bir şeye hizmet eder. Mutluluk için mutluluğunuzu feda etmeye!

Son tahlilde başarıyı uzman ve kişi arasında karşılıklı bir tasarım olarak gören ve ortaya kibirli bir başarı şekli çıkaran bu yazı, kralın hakkını krala teslim etmek gerekirse, evrensel kişisel gelişim sözdebilimi ölçütleri içinde başarılı bir yazıdır. Sadece belki ismi hatalıdır. Yazıyı okuduğunuzda yazıya şu ismin konulmamasının büyük bir hata olduğunu siz de göreceksiniz: “Atom bombasını yapanlar başarılıydı; Sinoplu Diyojen başarısız!”

3 yorum:

L.K. dedi ki...

açıkçası yazıyı okuyup yorum yapmak bile altyapı istiyor.Bununla birlikte getirilen eleştirileri de dikkate almak gerektiğini ve farklı açılardan bakılmasına da imkan veren ve oldukça irdeleyici ve güçlü tezlerle muhatabını zorlayan,ayna tutan bir yazı olmuş.Arabesk :) bir okur olarak orta yolun nerede olduğu konusunda da görüşünüzü somut örneklerle yazıda anlamak isterdim.

Ahmet Usta dedi ki...

Merhaba,

Çok önemli ve ufuk açıcı bir yazı olmuş, elinize sağlık, gerçi bazı kavram ve yorumları anlamakta zorluk çektim ama ortak bir pedagojinin baskısı altında yaşadığımızı çok güzel açıklamışsınız.
iyi günler
http://sosyalmedyamacerasi.blogspot.com/2013/05/IP-domain-ISS-what-is-IP.html

Adsız dedi ki...

Sizin yaziniza konu olan yaziyi okuyan biri olarak soylemeliyim ki gercekten cok guzel bir "reddiye" yapmissiniz. Anlayamadigim ise neden yazilariniz altindaki tepkiler bolumunde sadece olumlu komutlar mevcut. Bu yaz icin "cok karmasik" tepkisini verebilmeyi isterdim.
Zeynep T