Konut kredilerinden sorumlu direktör, çalıştığı finansal kuruluşun CEO'suna, "Merkez Bankası, dövize endeksli konut kredilerini az önce yasakladı; biz de hemen kredi vermeyi durdurduk" diye haber verdiğinde, CEO kararsız bakışlarla şu soruyu sormuştu: "Biz dövize endeksli konut kredisi mi veriyoruz?"
Merkez Bankası 2009 yılı Haziran ayında ani bir kararla dövize endeksli konut kredisi kullanımını yasaklayıp pazarın kapısına kilit vurduğunda birçok insan ne olup bittiğini anlamamıştı. O an haberi öğrenen finans şirketinin CEO'su bile bu tür kredileri verdiklerinden haberdar değildi. Yani her şey çok çabuk olup bitmişti.
Hikaye iki yıl önce başlamıştı. Atlantik ötesinden gelen "ucuz ve kolay para" rüzgarlarının ülkemizi de etkisi altına aldığı yıllardı. Konut kredileri yasaya bağlanarak büyük bir pazarın kapısı açılmıştı. Türk finansal piyasaları 2007 yılında adeta kanat takmıştı. Herkes konut sahibi olmak hayaliyle konut kredisi alıyordu. Sabit faizli, değişken faizli, balon ödemeli, esnek ödeme planlı birçok farklı kredi türü, sözleşme koşulları tam olarak anlaşılmadan kullanılmaya başlanmıştı. Fakat piyasa bir noktada takılıyordu. Türkiye'deki faizler gelişmiş finansal piyasalardaki kadar düşük olmayınca bazı tüketiciler faiz yükünden korkarak konut alma kararlarını erteliyorlardı. İşte o anda konut kredilerini pazarlayanların aklına dahice bir fikir gelir: Dövize endeksli konut kredisi.
Bu tür krediler birçok ülkede vardı ve oldukça da revaçtaydı. Özellikle Japon yeni ve İsviçre frangının düşük değerli yapısı, bu paralara endeksli kredileri ucuz kılıyordu. Türk lirası ile kıyaslandığında faiz yükü neredeyse yarı yarıya daha düşüktü. İşte bu, fazla düşünmeden karar veren tüketiciler için bulunmaz bir fırsattı. Şirket yöneticisinden şoförüne, devlet memurundan esnafına kadar birçok vatandaş bu düşük faizli krediye hücum etti. Herkesten ucuza ev almak harika bir duyguydu. Finans kuruluşlarının önlerine koyduğu sözleşmeleri imzalarlarken, görevlinin, "Kur yükselirse ödemeniz de yükselir" sözünü duymadılar bile. Ne de olsa dünya artık "sıfır faizliydi"; bundan sonra faiz neden artsındı ki!
Dövize endeksli konut kredisi pazarı hızla büyüyordu. 2009 yılına gelindiğinde tüm konut kredilerinin %5'i dövize endeksli hale gelmişti. Bu da 2,3 milyar liralık bir pazar oluştuğu anlamına geliyordu. Fakat dondurucu soğuk Merkez Bankasından önce Amerika'dan gelmişti. 2008'de ülkemizi de etkisi altına almaya başlayan finansal kriz Japon yeni ve İsviçre frangının değerini yükseltiyordu. Dövize endeksli konut kredisi kullananların taksitleri artmaya başlamıştı. Sözleşmeyi imzalarken görevlinin söylediği şey gerçekleşiyordu. Kur yükseliyor, ödemeler de yükseliyordu. Merkez Bankasının müdahalesi gelmişti ama biraz geç kalmıştı.
Dövize endeksli konut kredisi kullananların %33'ü takibe intikal etmişti. %50'si taksitlerini geç ödemeye başlamıştı. %12'si kredisini kapatarak TL'ye geçmişti. Bu süreçte sadece %5'lik dilim kredilerini düzenli ödemeyi başarabiliyordu. Finansal kriz sosyal krize dönüşmüştü. Kredi kullananların %45'i intiharı düşündüğünü söylüyordu. %36'sı ise eşinden boşanmış ya da boşanma noktasına gelmişti. Peki ama tüm bunlar başımıza neden gelmişti? Hata nerede yapılmıştı?
Konuyu objektif bir gözle değerlendirdiğini düşünenlere göre iki suçlu vardı: Aşırı pazarlama düşkünü finans kuruluşları ile fırsat düşkünü müşteriler. Kimse kimseyi zorlamamıştı. Her şey karşılıklı rıza ile yapılmıştı. Sonuçta taraflar ortaya çıkan sonuca itiraz etmemeliydiler. Bu tartışma böyle uzayıp gidiyordu. Fakat bir gerçek vardı. Bir piyasa tamamen yok olmuştu. Artık dövize endeksli kredi kullanmak isteyenler kullanamayacaktı. Bu, geliri yabancı para üzerinden olan birçok kişi için büyük bir fırsat kaybıydı. Gelişen bir ekonomi için ise oldukça önemli bir yara. Peki ama hata nerede yapılmıştı?
Piyasanın yok olmasına giden temel hata finansal planlama eksikliğidir. Dövize endeksli kredi kullananlar finansal olarak bulundukları yeri, gelecekte neye ihtiyaçları olacaklarını ve hedeflerine ulaşmaları için ne yapmaları gerektiğinin farkında değildiler. Dövize endeksli kredilerin ne olduğu konusunda yeterli bilgileri yoktu. Olası faiz ve kur değişikliklerinde ödemelerinin ne olacağını hesaplamamışlardı. Kur ve faiz değişikliklerinde stratejilerinin ne olacağı belli değildi. Değişikliklerin hayat standartlarında ne tür sonuçlar yaratacağını düşünmemişlerdi. Ve hepsinden önemlisi finansal kararların sosyal ve psikolojik sorunlara dönüşebileceğini akıllarından bile geçirmemişlerdi. Özetle söylersek, döviz kredisi kullananların büyük kısmı finansal planlama yapmamışlardı ve bunun sonucunda hem kendileri zarar görmüş, hem de finansal sistem için önemli bir piyasa emekleme dönemindeyken yok olup gitmişti. Yani kayıp herkesin düşündüğünden daha büyüktü.
Bir ekonomiyi gelişmiş kılan farklı finansal ürünler ve piyasalardır. Bunların sayısı ne kadar artarsa ekonomi de o kadar büyür ve finans merkezi olma yolunda o kadar ilerlenir. Fakat son on yıl içinde piyasalar büyürken, finansal planlama eksikliğinin yarattığı sorunlar nedeniyle çeşitliliği ve derinliği attırma girişimlerimiz hep sekteye uğradı. Gelinen nokta itibariyle değerlendirildiğinde, piyasalarımızın en önemli eksikliğinin finansal planlama olduğu açıktır. Bundan sonra asıl odaklanmamız gereken konu sanıyoruz finansal planlama olacaktır.
1 yorum:
Sevgili kardesim,
O gunleri yasamis birisi olarak soylediklerinize katilmakla beraber temel sorunun emperyalizmin algi yonetimi sayesinde tuzaga dusmek oldugunun altini cizmek isterim. TL geliri olan bir Turk vatandasin emperyalizmin emrinde olan bir takim yandaslarin algi yonetimiyle yarattigi gercek disi gelire odaklanmasinin sonucudur bu durum. Eger insanlarimiz yeteri kadar egitimlli olsa, ki bu okul egitimininden once aile ici egitimdir, hakki olmayan bir seye el uzatmadiginda yada tenezzul etmediginde bu tur sikintilar ile karsilasmasi mumkun olmayacaktir.
Sonuc olarak baktigimizda, hakkiniz olmayan bir seyi elde etmeye calismadiginiz surece bir sikinti yasamaz yada bir sey kaybetmezsiniz.
Saygilarimla,
Kutsal Durace
Yorum Gönder