Evlilik programlarını sunanların milyonlar kazandığı "acayip" bir ülkede yaşıyoruz. Birkaç yıl çalışarak Ronaldo'yu alabilecek kadar çok kazanıyorlar. Asgari ücretlinin beş yılda kazandığını bir günde alıyorlar. Üçüncü sınıf futbolculara, anaokulu sınıfı dizi oyuncularına ve menkıbeci gibi konuşan ağlak din tüccarlarına bu kadar çok para neden ödenir diye düşünürken bir de bunlar çıktı.
Programdaki asıl görevi çöpçatanlık olan sunucunun aşk, seks, ihanet, entrika, hırs ve kana susamışlıkla yoğrulan kitleyi idare edebilmesi kazancın temel nedeni gibi görünüyor. Ayda on bin lira kazanan asgari ücretli ve aylak sınıfı eğlendirmek için sunuculara aylık bir milyondan fazla para ödeyen bir ülkeyiz. Zengin-fakir ayırımı arttıkça cahil-bilgili ayırımı da artıyor herhalde. Bu programları izleyen "anneler, teyzeler, halalar"ın geleceğin nesillerini yetiştiriyor olmaları da ayrı bir mizah konusu. Ülkeyi yönetenlerin çıkar için "birbirinin önüne" yattıkları bir ortamda herkesin birbirine "atlamaya" çalıştığı programların rağbet görmesi mantıksız bir sonuç olmasa gerek. İşte, sorulması gereken asıl soru burada ortaya çıkıyor. Hiçbir pozitif yeteneği olmayan bu kadın sunucuların, normalde komşularla yaptığı günden gelecek paraları hesaplaması gerekirken milyonları hesaplıyor olmalarının sebebi nedir? Ya da daha farklı bir açıdan sorarsak, "Evin var mı, araban var mı, dul olmasın bekar olsun, çocuğun var mı, yane olmasa iyi olur" deyip duran tipleri saatlerce izleyen kitle nasıl bir düşünce sistemine sahip?
Bu sorular sorulduğunda ya da bu soruların yanıtının ne olduğunu kendimize sorduğumuzda iki yaklaşımın ağırlık kazandığını anlıyoruz. Bir kısım, aptallığı ihbar eden bir eleştiri anlayışı içinde ironik olarak konuya yaklaşıyor. Bu kadar yüksek ücret ödenmesi aptallık! Diğer kısım ise arz ve talep dengesini savunuyor. Talep varsa neden yüksek ücret ödenmesin? Fakat bu iki yanıt da doğru yanıtı vermiyor. Aslında bu soruların tek bir yanıtı var: Kuşku ekonomisi.
Kuşku ekonomisi kavramı, Michel Foucault'un Deliliğin Tarihi adlı baş yapıtında satır arasında tanımladığı bir kavram. Foucault'ya göre kuşku ekonomisi bir yanda deliliğin öte yanda hayalin olduğu bir dengesizlik durumu. Kişiler bir yandan delirmişçesine haz, rüya ve yanılsamalarının girdabında savrulurken, diğer yandan az da olsa duyduğu kuşku sayesinde delirmediğini düşünür. Arz ve talep teorisi gibi düşünürsek, kişi ne kadar az kuşku duyursa rüyalara ve hazza olan bağımlılığı o kadar artar ve bunun sonucunda deliliğe o kadar yaklaşır. Evlilik programlarını seyreden kitle için de bu dengesizlik aynen geçerlidir. Zihinlerindeki son kuşku damlaları onlara delirmediklerini söyledikçe haz ve rüyalarının peşinde savrulup giderler. Aslında bu durum herkesin kendini aldattığı bir komedidir. Hazza ve rüyaya akıldan daha yakın olanların yaşadığı toplu bir delilik hali. Kısaca kuşku ekonomisi.
Eleştiri yeteneğini kaybetmemişler için insanın çamurdan değil, alçıdan yapıldığı düşüncesini akla getiren bir durumdur evlilik programı çılgınlığı. Kapıldığı zavallılığı, sefaleti ve yokluğu anlayamamak, kişinin delirdiğinin tipik göstergeleridir aslında. Fakat kişinin az da olsa duyduğu kuşku ona deli olmadığını düşündürür. Oysa bu programları izleyenler için gerçek açıktır: Bu pespayeleşmiş zihninle, kör budalalığınla ve hazla yoğrulan vücudunla sen delirmişsin. Yani delisin.
Foucault'nun dediği gibi: Delilik gerçeği algılayamama değil, insanın kendi gerçeğini algılayamamasıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder