Tarihi dizi ve filmlere olan ilgi her geçen gün artıyor. Özellikle heybetli narsizmi ve görkemli fantastik mantığıyla saltanat paranoyasını izleyenlerin zihninde yeniden canlandıran Muhteşem Süleyman gibi diziler büyük bir popülerlik yakalamış durumda. Popüler kültür eleştirmenlerine sahip olmadığımız için neler olup bittiğini yorumlamakta zaman zaman güçlük çekiyoruz. Tıpkı Country müzik dinleyen Amerikalıların kendilerini her zamankinden fazla kovboy hissetmeleri gibi bizde de bu yapımları izleyenler kendilerini her zamankinden daha çok "padişah" gibi görmeye başlıyor. Peki ama bir türlü elde edemediğimiz eski zamanların yaşam biçimlerine duyduğumuz bu özlem nereden kaynaklanıyor? Kendimizi bir zamanlar neysek, o olduğumuza inandırma çabaları nasıl oluyor da toplum içinde bu kadar yaygın bir popülerlik kazanabiliyor?
Hayatımızdaki bu gözü dönmüşlüğe varan romantizm aslında bir yanılsama. Çağımızda artık ne insan doğası ne de özgürce katılınan sosyal gruplar kişiyi tatmin edebiliyor. Sosyal psikolojinin Avrupa'daki en zirve ismi Serge Moscovici'ye göre tatminsiz ve özlem çeken kişilerin bir topluma uyumu şimdinin perspektifinden ziyade, geçmiş olayların hatıraları tarafından şekilleniyor. Daha basit söylersek yaşadığı topluma tam olarak uyum sağlamayan birinin "bir gün doğduğum köye geri döneceğim" demesinden başka bir şey değildir.
Geçmişe duyulan özlem, özellikle cemaat, kabile veya sınıf gibi kısıtlayıcı toplumsal hiyerarşilerin senkronizasyonunda yaşayan bireylerde görülen eski zamanlara dönmenin sessiz bir arzusu sorunudur. Kişiler daha üst bir ahlak, etik ve yaşam düzenine dönecekleri yanılsamasına kapılırlar. Dizilerle somutlaştırılan bu hava sözümona rüya gibi yaşanmış olan bir döneme tuhaf bir özlem duygusu yaratır. Tıpkı Hollywood'un dürüstlük ve kahramanlık kavrayışını "Rambo"da somutlaştırması gibi.
Bu tür yapımlara özlem duyan, çoğu "hafif gelenekçi" (buradaki hafif vurgusu sigaralardaki "light" retoriği ile aynıdır) olan bu kişilerin, otokratik bir toplumu aydınlanma tarihi boyunca neden reddettiğimizden haberleri bile yoktur. Belki de bu onların doğaları gereğidir. Bugün, kimliksiz ve tutarsız güç gösterileri ile toplumsal hiyerarşinin üst basamaklarına çıkmak için geçmiş yılların basitliğinden yardım bekliyorlar. Orada bulmayı umdukları anlamlı bir şeyler ile geçmişi geri kazanarak küreselleşmeye meydan okuyacaklarını sanıyorlar. Patalojik bir yanılsama; hepsi o.
Hızla değişen dünyada bir yer edinemeyen şaşkın hafif gelenekçiler geçmişin seraplarına özlem duyuyorlar. Geçmişin grup kodlarına ve prensiplerine inanmaya başlayarak ideal hiyerarşiye ulaştıklarını sanıyorlar. Böylece yeni kurallara talip oluyorlar. Bu kabullenme bir süre sonra hafif gelenekçileri özgür iradelerini kaybetme riski ile başbaşa bırakıyor.
Arabaların arka camlarındaki tarihi sembollere kadar uzanan bu geçmişe özlem ritüeli aslında toplum içinde fark edilme ihtiyacından başka bir şey değildir. Hafif gelenekçiler genellikle toplumu potansiyel tüketici olarak kavrarlar. Bu geniş toplulukta kendilerini öne çıkarmaları elbette ki zor olacaktır. O nedenle geçmişe özlem aracılığıyla daha küçük ve açıkça tanımlanmış başka bir gruba katılırlar. Bunun sonucunda da tanınma şanslarının daha yüksek olacağını sanırlar. Daha kısa açıklamak gerekirse hafif gelenekçilerin toplum içinde dikkat çekme yolu birbirleriyle tamamen aynı olmaktan başka bir şey değildir. Bu da popüler piyasa kültürünün başka bir boyutudur aslında.
Popüler televizyon yapımlarından, geçerli bir tarih bilgisi olmayan hafif gelenekçinin payına düşen aslında tek bir şey vardır. Heybetli narsizm ve fantastik mantığın ulaştığı son zirve olan yatak odasındaki performansın emsalsiz maçoluğu: "Nasıldım?" "Muhteşemdin S..!"
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder