8 Ocak 2015 Perşembe

Ekonominin en büyük 5 istatistiksel yalanı!

İstatistikler hayatımızın bir parçası artık. Her gün onlarcasını duyup kararlarımıza dayanak yapıyoruz. Böylece daha doğru kararlar vermiş oluyoruz. Ama kafamızı kurcalayan bir şey de var. İstatistiklerin yalan olduğu düşüncesi. Gerçeği çarpıtarak anlatarak rayından çıkmış treni hala rayında gösterebildikleri realitesi. İstatistiklerin gerçeği gizleyen doğası daha önce birçok krizde karşımızı çıkmıştı. O nedenle bundan kimsenin şüphe duyduğu yok. Yalan olduğunu çoğu zaman bilsek de kullanmayı ihmal etmiyoruz.

Bu bakış açısıyla, ekonominin en önemli 5 istatistiğini ve bunların gerçekle bağdaşmayan yanlarını ortaya koyduk. İstatistiklerin gerçeği nasıl sakladığını ana hatlarıyla anlatmaya çalıştık.

İşte, ekonominin en büyük 5 istatistiksel yalanı:

1- Enflasyon Oranı

Bir ülkedeki mal ve hizmet fiyatlarının yükselişini gösteren orandır. Vakti zamanında o kadar yüksekti ki, halk tarafından canavar olarak tanınmış; Van Gölündekinin kuzeni, Lochness'tekinin bacanağı, trafiktekinin eltisi sanılmıştı. Japonya son on yıldır yükselsin diye dua ederken biz düşmesi için dua etmiştik. Sonunda düşürmeyi başardık da. Fakat hesaplamasında deve etinden golf sopasına bizi ilgilendirmeyen yüzlerce şeyin fiyatının kullanıldığını öğrenince "teessüf ettik, kınadık". Ama elimizden başka bir şey gelmedi. 2013 yılında %7,5 enflasyon oranı yakaladık. Çocuklar gibi sevindik. Ama Dünya Bankasının verilerini görünce bir kere daha lanet ettik. Çünkü bu oran bizi dünya sıralamasında ancak 141. sıraya koymuştu. Yani enflasyon oranı en yüksek 141. ülkeydik. Pes artık!

Enflasyon oranı ekonomistlerin kullandığı en büyük yalandır. Kanıtını da geçen yıl Nobel Ekonomi Ödülü kazanan Robert Shiller yapmıştır. Nasıl mı?

Shiller, bir dizi soru hazırlayıp önce halka sonra ekonomistlere sorar. "Enflasyon sizi fakirletir mi" sorusuna sokaktaki vatandaşın %77'si evet demişti; oysa aynı soruya evet diyen ekonomistlerin oranı sadece %12'ydi. "Enflasyon gelecek için endişe verir mi" sorusuna ise sokaktaki adamın %66'sı evet demişti; ekonomistlerin ise sadece %5'i. Shiller'in yaptığı anketle ortaya çıkardığı açı gerçek şuydu: Enflasyon sadece halkı tedirgin ediyor; ekonomistlerin umurunda bile değil.

"Enflasyonsuz yaşamayı öğrenmemiz lazım" sözünü duyarsanız, maaşınıza zam yapılmayacağını anlayabilirsiniz.

2- Milli Gelir

Bir ülkenin zenginliğinin en önemli göstergesi sayılır. Üretilen mal ve hizmetlerin toplam değeridir. Son zamanlarda bir gecede arttığı görülür olmuştur. Akşamdan sabaha verilecek hizmetlerin önemli kısmı özel hayata girerken, milli gelir hesabına konu olması şaşırtıcıdır ya, neyse. Fakat milli gelir bu hızla artmaya devam ederse, haşa huzurdan, para bolluğundan yakında herkes "gay" bile olabilir.

Acı bir gerçek var ki, milli gelir rakamından en zengin bin kişinin katkısını çıkar, geriye gelir falan kalmaz. Yani kısacası, herkes yüksek olmasını istese de önemli olan boyu değil işlevi.

3- Kişi Başına Düşen Milli Gelir

2003'te 3.500 dolarken şimdilerde 11.000 dolar kişi başına düşen milli gelirimiz var. Herkesin geliri artmış görünüyor. Ne dersiniz?

Diyelim ki küçük bir adada üç kişi yaşıyor. Bunlardan biri işçi ve geliri 10 lira. Diğeri memur ve geliri 10 lira. Üçüncüsü bir telefon üreticisi ve geliri 150 lira. Bu durumda bu adanın milli geliri 150 liradır. Kişi başına milli gelir ise 50 lira. Şimdi bu adada dördüncü bir kişi olduğunu ve bu kişinin de başbakan olduğunu düşünelim. Başbakan, halkı olan bu üç kişiye "sizin kişi başına milli geliriniz 50 liradır" dese, işçi ve memur "nerede bizim 40 liralarımız öyleyse" demezler mi? Muhtemelen diyeceklerdir. Öyleyse yanıtlanması gereken soru şudur: Kişi başına milli gelir hangi kişiye düşüyor?

820 milyar dolarlık milli gelirimizi 75 milyonluk nüfusumuza bölünce çıkan bu rakama gelin biraz daha yakından bakalım. Bu ülkede 820 milyar dolar milli geliri kimler yaratıyor dersiniz? Yaklaşık 22 milyon öğrenciye sahibiz ki, bunların milli gelire "1 kuruş" katkısı yok. Peki 5 milyon işsizin var mı? Ya 10 milyon yeşil kart sahibinin? 10 milyon emeklinin var mıdır sizce? Yoktur, olamaz da. Yani 47 milyon kişinin çok açık bir şekilde milli gelire katkısı olması teknik olarak imkansızdır. Ülkemizde sigortalı olarak çalışan kişi sayısı 18 milyondur. Yani bu 820 milyar dolarlık milli geliri yaratanlar topu topu 18 milyon kişidir. (Kalan 10 milyon kişi istatistiksel olarak belirlenemediğinden hesaplamamızda elimine edilmiştir.) İşte şimdi can alıcı noktaya geldik. 820 milyar doları 18 milyon kişi yarattığına göre kişi başına milli gelir 46.000$ olmalıdır. Milli geliri yaratan 18 milyon çalışanın yarısı asgari ücretlilerden oluşuyor. Eğer kişi başına milli gelir 46.000$ oldu derseniz, asgari ücretli 9 milyon kişi şöyle der: "Sen Rahmi Koç'la benim gelirimi toplayıp ikiye mi bölüyorsun; demek ki sen beni aldatıyorsun!"

Argoda yaygındır, duymuşsundur: "At yalanı, seveyim inananı."

4- İşsizlik Oranı

İşsiz sayısını işgücüne bölünce bu oranı buluyoruz. Şu an bizde %10'lar seviyesinde. Duyunca insanın aklına hemen şu geliyor, halkın %10'u işsiz. Ama hiç de öyle değil. Yeşil karta sahip olanların oranı %20'ler seviyesindeyken, işsizlik oranı nasıl %10 olur? Olur, bal gibi olur. Çünkü hesabı şeytanın aklına gelmeyecek yöntemle yapılıyor. Son üç ayda bir saat bile çalıştıysan işsiz değilsin artık. İş arama isteğini kaybettiysen bu orana girme hakkını da kaybettin demektir. Tuhaf değil mi? Ekonomin çamura batmış, adam iş aramış aramış bulamamış, demiş ki "severim ben böyle aşkın ızdırabını"; sen adamı işsiz bile saymıyorsun.

Akşam haberlere bakıyorsun, 100 kişilik iş için on bin kişi başvurmuş, aklın karışıyor bu nasıl istatistik diye. Kabaca hesaplayalım. 24 milyon çalışan, 3 milyon işsiz var. Geriye kalıyor 51 milyon kişi. Eeee, bunlar nerede?

5- Tüketici Güven Endeksi

Ekonomik gidişata halkın bakışını gösteren faydalı bir endeks zannedersin. Ama özü şudur. Tüketici güven endeksi arttıysa halk ekonomiye güveniyor demektir. Gelecekte işlerin daha iyi olacağı, işsizliğin azalacağı, gelirlerin artacağı, istikrarın olacağı falan sanırsın. Çok safsın. Çünkü tüketici güven endeksi arttıysa bunun tek bir anlamı vardır. Tasarruflar azalacak harcamalar artacak demektir. Düşerse de kötüdür, hem de en kötüsü. Çünkü o zaman da herkes tasarruf edecek, parasını biriktirecek demektir.

N'oldu canım, tasarruf hakkında tüm bildiklerini unuttun mu; atalarının o özlü sözleri, devlet büyüklerinin tasarruf yapın nidaları, finansal kuruluşların kumbaraya para atın çığlıkları. Ekonomiye güven olan yerde tasarruf olmaz. Madem kapitalizmin din kardeşleriyiz, bunu aklından çıkarma.

Hiç yorum yok: