22 Ocak 2015 Perşembe

Sadece verilen görevi yaptım!

Finansal kuruluşlarda yapılan işlemler karşılığı alınan ücretler artmaya devam ediyor. İşlemi gerçekleştirenlerin bu ücretleri savunma şiddeti de artıyor. Onlara göre her şey mantıklı.

Kredi alıyorsunuz, faiziyle birlikte tabi. Üzerine bir de dosya masrafı isteniyor. Bu nedir diye soruyorsunuz, genç müşteri temsilcisi yerçekimi yasasını savunur bir kesinlikle anlatıyor: "Bu kredi için yapılan işlemlerin bir maliyeti var; telefon, kırtasiye..." Anladık da, pazardan domates alınca neden istenmiyor; pazarcı da dosya yerine poşet açıyor?

Kredi kartı kullanıyorsunuz, borcunuzu varsa faiziyle birlikte ödüyorsunuz. Ama yıl sonunda kredi kartı aidatı kesiliyor. Neden aldınız diye soruyorsunuz; parlak sesli çağrı merkezi çalışanı dünyanın yuvarlak olduğunu savunur gibi anlatıyor: "Kartın bir maliyeti var, takas kuruluşu ücreti var..." Tamam da, karpuz kabuğunun maliyeti neden ayrıca alınmıyor?

Paranı yatırmak için hesap açıyorsun. Bir gün bir bakıyorsun bir kısmı uçup gitmiş. Hesap işletim ücreti kesilmiş. Neden diye soruyorsunuz, müşteri temsilcisi suyun yüz derecede buharlaşacağını savunur gibi açıklıyor: "Tüm hesaplardan alınıyor, hesap açmanın maliyeti, herkes ödüyor..." İyi de, oksijen almak için para mı ödüyoruz?

Bu cevaplarla siz bitkin şekilde evinize dönerken finans kuruluşu çalışanı işini büyük bir başarı ve gerçekçilikle yaptığı için kendiyle gurur duyuyor. İşte, hikaye tam da burada başlıyor. Size bu açıklamaları Newton yasaları titizliğiyle yapan kişi bir kredi aldığında, hesap işletim ücreti ya da kredi kartı aidatı ödediğinde ortalığı birbirine katabiliyor. Katmasa bile haksızlık olduğunu düşünüyor. E öyleyse, burada bir çelişki yok mu?

Başaşağı duran psikoloji bilimini ayakları üstüne diken, bilinen her şeyi alt üst eden psikolog Arno Gruen, Nazi kamplarını yönetenler ile şirketleri yönetenleri kıyasladığında belki de psikoloji biliminin en sıradan ama en çarpıcı saptamasını yapar: Her iki çalışan grubu da normaldir. Yanlış okumadınız, normal.

Davranışları, çalışma şekilleri, duyguları, ifadeleri ve konuşmaları oldukça normaldir. Fakat tek bir fark vardır. Bu normallik bilinen normallik değildir. Peki nedir öyleyse?

Gruen'e göre çalışanlar, normal hayatın işleyen düzenine uyum sağlayabilmek için kendilerinden ödün verirler. Çalıştıkları yerin istediği insan olmak için, istenilen şekilde düşünmeye, hissetmeye ve davranmaya başlarlar. Normal insanın gerçek duyguları yoktur artık. Normalliğin deliliği başlamıştır.

Kendi değer ölçütlerinin gerektirdiği sorumluluğu üstlenmektense "görev tanımım böyle, amirim emretti" yoluna giderler. O andan itibaren empati yeteneği bittiği için görev ve vicdani sorumluluk arasında ayırım yapabilme yeteneği de kaybolur. Artık her ikisi de aynıdır. Yani kişiye yapılan uygulama ne olursa olsun, görev tanımı gereği yapıldığı için sorun yoktur. İşte, sorumluluk duygusuyla çalışırmış gibi davranan bu çalışan tipi, aslında soyut düşüncelere "görev" diye boyun eğmiş kişilerdir. Çünkü göreve sadakat ona "kişilik" verir. Terfi etmekte, yüksek ücret almakta, rahat bir işe kavuşmaktadır. Yönetici değiştikçe sadakat duyulan şey de değişir. Bu kez yeni yöneticinin kuralları gelir ve onlara sadakat duyulmaya başlanır. Yani kişilik yeniden değişmiştir. Bu iş hayatı boyunca süren kısır bir döngüdür.

Oysa iş hayatındaki herkes size ne kadar mantıklı gelir, değil mi? Liderler ne güzel sözler söylerler. Bir aile olduklarını, ayakta kalanın düşene yardım ettiğini, herkesin birbirine yardım ettiğini anlatıp dururlar. Tıpkı size, ödediğiniz o paraların yerçekimi kanunu kadar normal olduğunu anlatan o çalışan gibi. İşte, Arno Gruen'in can alıcı tespiti buradadır. İş hayatındakilerin gerçek duyguları yoktur; düşünülmüş duyguları vardır. Bu tür insanlar duygulu insanlar gibi davranmak konusunda uzmanlaşmışlardır. Olanla olması gereken arasında vicdani ve ahlaki açıdan hiçbir farklılık görmezler ve sıkıntı duymazlar. Yani her şey tasarlanmış bir roldür. Kısacası size o açıklamayı yapan kişi, gerçek değil kendinin dramatize halidir ve aslında gerçek bir kişiliği maalesef yoktur.

Gruen'e göre hata insanın iç dünyasını ve dış dünyayı yanlış algılamasındadır. Yaşamın üzerine kurulu olduğu yalanlar, güce sahte uyum, kendinden vazgeçiş, içsel boşluk ve kendine yabancılaşma sonucunda normallik, yani insan sevgisi ve sağduyu, bir süre sonra insanlık ve sorumlu davranıştan yoksun deliliğe döner.

İş hayatının bu karmaşık yönünü, ve iş hayatındaysanız eğer, sahip olduğunuz kişiliği daha yakından öğrenmek istiyorsanız Arno Gruen'in "Normalliğin Deliliği" ve Hannah Arendt'in "Kötülüğün Sıradanlığı" adlı başyapıtlarını okumanız faydalı olabilir. En azından düşünülen duygular ile gerçek duygular ayırımına biraz varabilirsiniz. Aksi takdirde altı milyon kişinin ölümünden sorumlu Nazi Bakanı Adolf Eichmann'ın savunması size de uygun düşecektir: "Hukuki olarak suçlu değilim; sadece verilen görevi yaptım!"

Hiç yorum yok: