"Stand up Ekonomi" yaptığımızı bu kez de Sosyal Nörologlar duymuş olmalı ki, bizi kongrelerine davet etme nezaketini göstermişler. Nörolojinin sosyal durum ve davranışlara nasıl uygulanacağını araştıran bu alt bilim dalını bir de bizden dinlemek eğlenceli olur diye düşünmüşler. Katılamayacağımı üzülerek kendilerine ilettim, seyirciye gösteri yapmadığımı bildirdim. Sorun yok dediler, gösteri seyircisiz olacak, çünkü sosyal nöroloğumuz maalesef bulunmuyor. Ha bak, o zaman davetinize seve seve gelirim diyerek yola düştüm.
Kongrenin yapılacağı Phoenix Antik Kentini bulmam biraz zor oldu. Büyük tiyatrolarda gösteri yapmaktan hoşlandığımı biliyor olmalılar ki kongreyi büyük bir antik kentin tiyatrosunda yapmaya karar vermişler. Nörolog ne de olsa, zeki adam; senin benim gibi değil, üç kuruşluk nöronun hesabını yapmıyor.
Neyse, tiyatronun yerini ararken öküzlerini otlatan bir köylüye rastladım. "Phoenix Antik Kentinin tiyatrosu nerede?" diye sordum. Köylü şaşkın bakışlarla, "Burada tiyatro miyatro yok," dedi. "Kaç kilometre yoldan geliyorum, kongre yapılıyor, tiyatro olmaz mı?" diye söylendim köylüye. "Bir nörolog ne kadar yanılabilir?" Köylü umursamaz görünerek söylene söylene yürüdü gitti: "Bütün antin kuntinler de hep mi Taşlıca'yı bulur ya?.."
Köylünün son dediğinde haklı olmadığını düşünsem de ilk dediği galiba doğruydu. Antik kentin tiyatrosu yoktu. Şaşılacak şey, sen buralara şehir yap, içine bir tane tiyatro koyma. Ne biçim şehircilik anlayışıdır, hadi sen yapamıyorsun, ver bir taşerona, o da bir altına verir, elden ele... Sen Karyalısın kardeşim, biraz büyük düşün ya...
Öfkemi kısa sürede atarak gösteriyi gerçekleştirebileceğim, manzaraya hakim güzel bir kale duvarı yıkıntısı buldum. Serçe Limanına doğru güneş batmak üzereyken gösterinin başlaması gerektiği bildirilmişti. Öyleyse gösteri zamanı!
Kıymetli Sosyal Nörologlar, bu güzel organizasyon için teşekkürlerimi kabul edin lütfen. Karyalılara da sitem etmeden geçemeyeceğim. Şimdi bu güzel şehre tiyatro inşa etmeyen insanın nöronlarından şüphe ederim ben... Karya tarihine de notumuzu düştük böylece.
Nörolojinin beyni incelemesi hepimizi tatmin ediyor olacak ki beyin hakkında neredeyse hiç konuşmuyoruz. Üzerinde konuşacak bir şey varmış gibi de durmuyor birçoklarına. Beyin işte,vücudun bir ilçesi, rakım 170 santimetre... Boy biraz kısa galiba!..
Çok komik!.. Duydunuz di mi, Karyalılar da oradan laf sokuyor akıllarınca: "Kayı boyu kompleksi!" Önemli olan boyu değil Karyalı kardeşim, işlevi işlevi... Ya işte, kalırsın öyle...
Bugün size beyin hakkında, birçoklarına sıkıcı gelen, üzerinde konuşmaya gerek duyulmayan bilgileri, bir stand up ekonomistinin gözünden anlatacağım. Aslında,insan beynini belki de en iyi tanımlayan kavram esnek olabilme becerisi.
Belgesellerde görmüşsünüzdür. Yunuslar doğar doğmaz yüzmeye başlarlar. Zebralar dakikalar içinde ayakta kalmayı öğrenirler. Bunun sebebi onların bebeklerinin bizim bebeklerimizden daha becerikli olmaları değildir. Sadece beyinleri önceden proglamlanmış bir şablona göre bağlantı kurar. Belli bir ekosistem içinde bu tür bilgiler işe yarar. Ama üşüyünce karaya çıkıp havluya sarılan yunus yoktur. Ya da "Kardeşim ne biçim aslansın, işin gücün bizi yemek," diyen eleştirel düşünceye sahip bir zebra göremezsin. "Kişisel gelişim kursuna gidiyorum, yakında yoga da öğrenecem, artık beni zor yersin..."
Ne olacak bu Afrika'nın hali... Ha ha... Millet aç aç!... Aman kolestrola dikkat aslan bey kardeşim, sabah koşularını aksatmayalım lütfen... Rızkım kadar olanı yiyorum doktor bey, fazlası değil, iki gözüm önüme aksın ki!.. Gördün mü, rızkı kadar olanı yiyor zavallıcık, hadi, vejeteryanlar bunu da açıklasın...
Önceden programlanmış beyinle doğma, belli bir bölgede işe yarar ama o bölgenin dışına çıkardığınızda pek işe yaramıyor. İşte, insan böyle bir beyinle doğmuyor. Çevresine yavaş yavaş uyum gösterecek biçimde bir beyin yapısına sahip. Yani esnek. Eşek ile fingirdeşen aslan göremezsin ama erkek için aynı garantiyi veremem... Bir kadını yirmi erkek ister biri alır, bir erkeği yirmi kadın ister yirmisi de alır. Esnek yani.
Çok acayiptir insan beyni, çok... Rakım 170, Nüfus... Iıı, şizofrenin derecesine göre değişiyor... Ha ha... Esnek...
Düşünün, 1,5 kilogram ağırlığında ve yüz milyar nöron içeriyor. Her nöron, yani beyin hücresi, saniyede 100 defa diğer hücrelere elektrik sinyali gönderebiliyor. Yani şöyle: Çakar çakmaz çakan çakmak... He de!.. Çakar çakmaz çakan çakmak... Hö de!.. İşte, bunu saniyede yüz kere yapabilecek kapasite var bir nöronda... Amca, beynimizin %97'sini kullanmıyoruz ama... Acaip bir şey evlat, Allah kimsenin başına vermesin!.. Ha ha...
Çocukluktan ergenliğe geçişle birlikte beyinde yeni nöron ve sinapslar oluşmaya başlar. Nöronların bilgi iletimini sağlayan noktalarına sinaps deniyor. Mesela kız arkadaşından ayrıldın. Onu hala seviyorsun, sinaps bir. Ondan nefret ediyorsun, sinaps iki. Her an sana geri dönebilir diye bekliyorsun, sinaps üç. Yani nöronda üç sinaps var diyelim. Dolaşıyorsun ortada, geldi gelecek, döndü dönecek, sinapslara elektrik veriyorsun... Derken, o da ne, eski kız arkadaşın yeni sevgilisiyle el ele... N'oldu, dördüncü sinaps!.. Başka sinapsa gerek yok deyip durumu kabul edebilir, ya da "Ya benimsin, ya toprağın," deyip yeni bir sinaps daha ekleyebilirsin nöronuna... Ha ha... Ne de olsa %80'i su olan bir beyne sahipsin. Demek ki suyla çılışıyor melet! Ha ha...
Yani demem o ki, bu olan bitenler prefrontal korteks denilen yerde cereyan eder. Duygular, düşünme yeteneği, problem çözme ve yaratıcılık buradan yönetilir... Sevgilim, bu gece çok uzun olacak... Ay, başım çok ağırıyor, ben uyudum... İşte, baş ağrısını veren yer orasıdır, prefrontal korteks. Bilsen, sevgiline küsmezsin... Ha ha... En önemli cinsel organının prefrontal korteks olduğunu unutma, geri kalan yan sanayi. Das beyin über alles!..
Prefrontal korteks önemlidir. Ama onun kadar önemli bir başka bölge daha vardır beyinde: Hipokampus. Yani hafıza ve yön bulmada bize yardımcı olan beynin küçük bir kısmı. Yön bulma... Sesime gel... Madem sese gelinebiliyor, ses ver yanına geleyim desene. Zor, hipokampus zayıf... Ama bazı insanlarda bu hipokampus normalden büyük de olabiliyor.
Yol soranları cevap veren istekli bir insan tipi vardır. Sözlerine 'bak şimdi' diyerek başlayan google maps'ten hallice dost canlısı bir adamdır: "Bak şimdi, başkasına sormana gerek yok, beni eyi dinle. Bak şimdi, sen çok yanlış gelmişsin kardeş. Bak şimdi, Üçüncü göbekten aşağıya sallan, yirmi metre sonra ver sırtını camiye, girilmez tabelasını göreceksin, oradan içeri gir, kime sorsan gösterir..." Ha ha, gelişmiş hipokampus... Bu noktada akla gelen şu soruyu Sosyal Nörologlarımıza hemen soralım: Acaba normalden büyük hipokampuse sahip biriyle evlenirsem ileride sorun yaşar mıyım?
"Bak şimdi hemşerim, sıralı sistem tüp taktıracaz, bir de beyin tabi... Bu ekolayzır göstergelerinin beyni de hemen bozuluyor be kardeşim..." Precessor'u beyin olarak algılayan hipokampus ne kadar geniş olabilir ki?.. Rezalet puanı: 10/10... Yol tarif edeni tanırım; yol tarif etme dışında özünde melek gibi bir insandır... Ha ha...
Büyük resmi görmek gerek... Holistik parodi... Çok feci...
Beynimizin en tipik özelliği yanılabilir olmasıdır. O kadar nöronu bilgiyle doldurursun ama beyin gider bambaşka bir şey hatırlar. Tuhaftır, ama böyledir. California Üniversitesinden bir meslektaşınız var, Elizabeth Loftus, burada değil sanırım... Hanımefendi öyle bir araştırma deneyi yapmış ki, ağzın açık kalır. İnsanların hatıra yarattığını bulmuş. Yani uydurduğunu... Yok canım!
İnsanlar elbette hatıra uydurabilirler... Hayatım, dün gece bir bardak bir şeyler içtim, dokundu herhalde bana, kendimi kötü hissettim. Allahtan Ebru ile Ayşe bana yardım ettiler, beni evlerine götürdüler dinlenmem için. Sabah olunca oradan işe gittim... Öğleyin aradım, işe gitmemişsin... Sekreterle aram iyi değil biliyorsun, gıcıklığına yapmıştır... Ha ha...
Ama Elizabeth Loftus'un bulduğu şey bu değil. İnsanların durup dururken hatıra yarattıklarını bulmuş. Durup dururken... Şaşırmadın di mi?.. Zoruna da gitmedi!.. Askere gidersin, gelirsin, bir senede yaşananları yetmiş sene anlatırsın. Yahu, bir saatlik sıradan bir içtima nasıl sekiz saat anlatılır?
Bir gün yine savaşıyoruz, etrafımızı sardılar, esir düştük. Sıraya dizdiler. Ya kurşuna dizecez, ya da sizi... öpücez dediler. Ha ha... Eee, n'oldu? Hepimizi öldürdü şerefsizler.
Beyin, enteresan bir organ, gurura önem veriyor. Verileri nasıl işlediği hala bir gizem ama. Senkronizasyon sorunu var... Yüz metre koşucuları üzerinde bir araştırma yapmışlar. Start verilir, yarışçılar koşmaya başlar. Bilirsin o sahneyi. Ses gelir, koşucular fırlar. Sen öyle san. Start veriliyor, ama bizimkiler saniyenin onda ikisi kadar bir süre sonra koşmaya başlıyorlar. Bu süre böyle bir koşu için önemli bir fark. Ama beyin geç tepki veriyor işte... Oğlum nerdesin?.. Abi, çağırdın hemen geldim... Aferin, hep böyle...
Bu senkronizasyon meselesi tuhaf iştir. Beyin veriyi alır, önce motor kortekse, oradan omurilik aracılığıyla kaslara sinyal gönderir. Bu da zaman alır. Saniyenin onda ikisi. Bir şey ifade etti mi?.. Etmedi mi?.. Saniyenin onda ikisi!
Bak şimdi, kırmızı ışıkta durdun, yeşil ışığın yanmasını bekliyorsun. Öyle öküz gibi lambaya bakıyorsun. Işığın yeşil yandığını gördün ve hemen ayağını gaz pedalına doğru harekete geçirdin. O da ne! Arkadan bir korna sesi, Dddüüüüttttt!.. İşte, yeşil ışık yanması ile senin harekete geçmen arasındaki sürede arkadan kornaya basan adam var ya... Saniyenin onda ikisi... O sürücü Hüseyin Bolt'un başaramadığını başaran adamdır. Tam senkronize... Yeşil yanar yanmaz kornaya basan arkadaki o sürücü gibi olmak istiyorsan, İstanbul trafiğinde beş yıl taksicilik yapman gerekir. Kornaya yeşil ışık sensörü ya da fotosel taktırsan bile o sürücünün veri işleme hızına ulaşamazsın. Ha ha...
Beyin... Müthiş organ. Senkronizasyonu bulmak için tüm çabasını kullanır... Bey, deprem oluyor!.. Bey, sana diyorum, deprem oluyor!.. Evin reisi boş gözlerle tavana bakmaktadır: Hanım, sana elli defa söyledim, keşke avizeyi söküp şu spotları takmasaydık. Depremin olduğunu göremiyoruz...
Mesela geçenlerde şöyle bir senkronizasyon türü daha keşfettim akşam yedi haberlerinde. Övünmek gibi olmasın, boş zamanlarımda akşam yedi haberlerini seyrederek nörolojik araştırmalar yaparım... Nörolojiye meraklıysanız siz de yapabilirsiniz. Ne diyorduk, akşam yedi haberleri... Spiker kız amcaya soruyor: Amca, Resmi Gazetede yayınlandı, artık fizik tedaviden para alınacak, ne diyorsun?.. Amca şöyle yanıt veriyor: Gazetelere inanmayın kızım, onlar hep yalan dolan...
Nöronu nörüyon diye anlayan modeldir bu... Senkronizasyon büyük sorun olsa da, beyin, gününün büyük kısmını otomatik pilotta geçirir. Karmaşık konularda sorunu çözmede kullandığı yöntem, bu sorunla ilgili nöronları bütünleştirerek enerji kullanımını asgariye indirmektir. Bir nevi otomatik pilot gibi... Ben yoruldum, uçağı sen kullan!.. Ne diyor bu gavat ya?.. Ciddiye almayın efendim, kendine gelince bir şey hatırlamıyor... Başlarım onun otomatik pilotluğuna; yok mu bunun yarı otomatiği, ondan takalım...
Çalışma şekli çok enteresandır beynin. Herkesin düşündüğü gibi bilgisayara pek benzemez. Omuzüstü bilgisayar değildir yani. Montaj hattı gibi çalışmaz. Veriler A'dan B'ye oradan da C'ye taşınmaz. Eğer böyle çalışsa şu şekilde bir çıktı üretirdi: Hayatım arayan kim?.. Senden gizli buluştuğum sevgilim, canım!.. Allah belanı versin, Fikri!.. Bence de canım!.. Ha ha... Beyin omuzüstü bilgisayar değildir. Veriler C'den A'ya, oradan B'ye, oradan aynı anda hem A'ya hem C'ye, D'ye, E'ye, hatta yumuşak G'ye... Hayatım arayan kim?.. Yanlış numara herhalde canım!.. Baksaydın, belki önemlidir!.. Sanmam, bu saatlerde oluyor böyle hep...
Beyin, gerçekten mükemmel derecede iyi dizayn edilmiş. Hayat kurtarıcı. Her zaman... Beynin sol ve sağ yarımlarının senkronizasyon içinde çalışmasına yardımcı olan sinirlere karpus kallosum deniyor. Mesela üşüdüğünüzde bir eliniz ceketi tutarken diğeri fermuarı çeker. Mükemmel bir karpus kallosum uyumu. Peki ya bu bağlantı koparsa?.. Nörologların yabancı el sendromu dedikleri durum oluşur. Yani bir eliniz fermuara uzanırken diğer eliniz ona tokat atar. Yani beynin her iki yarımı da kendi kafasına göre çalışmaya başlar.
Yabancı el sendromunu aşmak kolay değil ama her şeyin bir çözümü var... Şener Şen'in oynadığı Ne Olacak Şimdi? adındaki filmi hatırlayanlar olacaktır. Kadın kocasını sekreteriyle basar. Sekreter iç çamaşırlarıyla sandalyede otururken adam da yine iç çamaşırlarıyla onun başında durmaktadır. Sonra adam patron edalarıyla konuşmaya başlar ve sekreteri de daktiloyla yazmaya: Yaz kızım, yüz torba çimento, yirmi kamyon çakıl, on beş tane kapı... Ha ha... Aklında olsun, karpus kallosum error verirse, ne yapacağını biliyorsun artık: Yaz kızım, yüz torba çimento...
Karar verme sürecini etkileyen nöronlar kadar bir diğer bileşen daha vardır: Hormonlar. Mesela onlardan biri oksitosindir. Üreme için kritik bir hormondur. Yapılan bir deneyde erkeklere oksitosin verilmiş ve kendi eşlerinin de olduğu bir grup kadın içinden hangisini en çekici buldukları sorulmuş. Erkeklerin tamamı kendi eşlerini çekici bulduklarını söylemiş. Aynı deney oksitosin vermeden yapıldığında ise sonuç hiç de aynı olmamış. Erkekler genellikle başka kadınları çekici bulduklarını söylemişler. Demek ki neymiş, çirkin kadın yokmuş, az oksitosin varmış... Ha ha...
Hayvan herif, beni nasıl aldatırsın?.. Şekerim, çok sarhoştum, hem sana çok benziyordu. Bir an için aramızdaki mesafeyi kaldırayım dedim. Neyse, onu boşver de, sen ne yaptın Paris'te, istediğin şeyleri alabildin mi?.. Aldatan erkek yoktur, az oksitosin vardır...
Beyin önemli. Güzellik kadar... Beyin yansıtma denilen elektriksel etkinliklerle çalışıyor. Mesela karşınızdaki insanın güldüğünü anlamak için gülmenizi sağlayan yüzünüzdeki kasların gerekli elektrik iletimini sağlaması gerekiyor. Aksi takdirde karşınızdaki kişinin güldüğünü anlamıyorsunuz. Hakikaten çok tuhaf.
Yüzlerine botoks yaptıranları görmüşsünüzdür. Yüz kaslarına, Botulinum denilen öldürücü zehri enjekte ettiğinizde ortaya çıkan sonuç budur. Yüz kasları felç olduğu için kırışıklıklar gider, ama aynı zamanda kişi karşısındakinin güldüğünü bile anlayamaz. Öylece bakar. Çünkü anlamayı sağlayan kaslar artık çalışmamaktadır.
Botulinum etkili bir maddedir. Eşiyle birlikte Pamela Anderson ile Gece Aerobiği programını seyreden adama bundan biraz enjekte etsen muhtemelen şöyle diyecektir: Karıcığım, yarım saattir bu saçma şeyi seyrettiriyorsun bana, sıkıntıdan uykum geldi valla!.. Etkili maddedir Botulinum. Elli yaş civarı erkeklere ver, evlilik programlarının reytingi sıfıra iner, seyredeni kalmaz.
Beyin hakkında söylenebilecekler her gün artıyor. Nöroloji her gün insan hakkında yeni şeyler keşfediyor. Gelecekte kendimiz hakkında kim bilir neler öğreneceğiz. Ama şunu da unutmamak lazım. Serdar Ortaç'ı yoran hayat taktir edersiniz ki, sizin... Neyse, kalın sağlıcakla.
1 yorum:
Harika bir yazı olmuş long bob 2019
Yorum Gönder