ABD ve İngiltere başta olmak üzeri tüm önde gelen ülke hükümetlerinin piyasalara enjekte ettiği aşırı likiditeye rağmen beklenen enflasyon neden bir türlü gelmiyor?
Bugünlerde herkesin kafasında bu soru var. Temel ekonomi kuramlarının öğrettiği “bir ekonomide para arzı arttıkça enflasyon da artar” paradigması çalışmamış görünüyor. Tüm temel ekonomi yasalarını terse çeviren global finansal kriz bir yasayı daha mı yıkıyor?
Çok değil sadece 2 yıl önce, herhangi bir ekonomiste, ABD ekonomisine 1 trilyon $ enjekte edilirse ne olur diye sorulsa, herhalde cevap hiper-enflasyon olur olacaktı. Peki, neden böyle olmadı?
Elbette ki, bir ekonomiye 1 trilyon $ pompalarsanız enflasyon riskini arttırırsınız. Ama gözden kaçırılmaması gereken bir husus var. O da enflasyonun başka bir anahtara bağlı olarak çalıştığı. Hangi anahtar mı?.. Paranın gittiği yer!
Evrensel sağduyuyla sabit olsa da, istatistikler, hükümetlerin para arzlarının %90’dan fazlasının bankaların bilançolarına saplanıp kaldığını gösteriyor. Para reel ekonomiye değil, quantitative easing (parasal gevşeme) gibi yöntemlerle bankalara transfer edildi. Kısacası para çarşının sokaklarına girip giyim, gıda ya da akaryakıt alımı için harcanmadı. Bu nedenle enflasyon da oluşmadı.
Benzer bir durumun 80’li yıllarda Japonya’da yaşandığını da belirtmek gerekiyor. Yoğun deflasyonla gerilen ekonomiyi enflasyon yaratarak düzlüğe çıkarmak isteyen Japon Merkez Bankası (BOJ) 400 milyar $’dan fazla parayı piyasaya sürmüştü. Ama nasıl olduysa tüm para kısa bir sürede bankaların kasalarına demir atmış ve istenilen enflasyon yaratılamamıştı. Sonrasında da Japonya’nın kayıp on yılı başlamıştı.
Bankaların bilançolarında ya da kasalarında duran bu paralar bankadan çıkıp tekrar sokaklara dağılamaz mı? Şu an üzerinde düşünülmesi gereken en kilit sorun bu gibi gözüküyor. Normalde para teorisi şu ana çevrimle çalışır: Bankalara yatırılan paralar, bankalar tarafından kişi ve kurumlara kredi olarak verilir. Daha sonra piyasada harcanarak reel ekonomiye giren bu likidite bir süre sonra fiyatları yükseltmeye başlayarak enflasyonun oluşmasına yardımcı olur. Fakat maalesef şu anda bu yönde bir işleyiş göremiyoruz.
Öyleyse akla hemen şu soru geliyor. Bankalarda bir şekilde parkeden bu para nasıl ve nerede kullanılıyor? Farklı ülkelerde farklı form ve mekanizmalarla hareket eden bu rezervlerin seyahatleri oldukça karmaşık şekiller alabiliyor. Fazla detaya girmeden genel bir karakteristik çizmek gerekirse, currency swap’lar yoluyla ülkeler arası para trafiği, önemli bir hacim oluşturuyor. Bu da bir ekonomideki belli bir para birimindeki para stoğunu azaltıcı etki yapıyor. Yani enflasyon yaratacak para hacminin azalması anlamına geliyor.
İşte tüm bu karmaşık işleyiş piyasalarda parlak bir düzelme sinyali anlamını taşıyan enflasyon fazına girmeye mani oluyor. Sanırız karşıt güçlerin dengelenmesi oldukça zaman alacak.
Bugünlerde herkesin kafasında bu soru var. Temel ekonomi kuramlarının öğrettiği “bir ekonomide para arzı arttıkça enflasyon da artar” paradigması çalışmamış görünüyor. Tüm temel ekonomi yasalarını terse çeviren global finansal kriz bir yasayı daha mı yıkıyor?
Çok değil sadece 2 yıl önce, herhangi bir ekonomiste, ABD ekonomisine 1 trilyon $ enjekte edilirse ne olur diye sorulsa, herhalde cevap hiper-enflasyon olur olacaktı. Peki, neden böyle olmadı?
Elbette ki, bir ekonomiye 1 trilyon $ pompalarsanız enflasyon riskini arttırırsınız. Ama gözden kaçırılmaması gereken bir husus var. O da enflasyonun başka bir anahtara bağlı olarak çalıştığı. Hangi anahtar mı?.. Paranın gittiği yer!
Evrensel sağduyuyla sabit olsa da, istatistikler, hükümetlerin para arzlarının %90’dan fazlasının bankaların bilançolarına saplanıp kaldığını gösteriyor. Para reel ekonomiye değil, quantitative easing (parasal gevşeme) gibi yöntemlerle bankalara transfer edildi. Kısacası para çarşının sokaklarına girip giyim, gıda ya da akaryakıt alımı için harcanmadı. Bu nedenle enflasyon da oluşmadı.
Benzer bir durumun 80’li yıllarda Japonya’da yaşandığını da belirtmek gerekiyor. Yoğun deflasyonla gerilen ekonomiyi enflasyon yaratarak düzlüğe çıkarmak isteyen Japon Merkez Bankası (BOJ) 400 milyar $’dan fazla parayı piyasaya sürmüştü. Ama nasıl olduysa tüm para kısa bir sürede bankaların kasalarına demir atmış ve istenilen enflasyon yaratılamamıştı. Sonrasında da Japonya’nın kayıp on yılı başlamıştı.
Bankaların bilançolarında ya da kasalarında duran bu paralar bankadan çıkıp tekrar sokaklara dağılamaz mı? Şu an üzerinde düşünülmesi gereken en kilit sorun bu gibi gözüküyor. Normalde para teorisi şu ana çevrimle çalışır: Bankalara yatırılan paralar, bankalar tarafından kişi ve kurumlara kredi olarak verilir. Daha sonra piyasada harcanarak reel ekonomiye giren bu likidite bir süre sonra fiyatları yükseltmeye başlayarak enflasyonun oluşmasına yardımcı olur. Fakat maalesef şu anda bu yönde bir işleyiş göremiyoruz.
Öyleyse akla hemen şu soru geliyor. Bankalarda bir şekilde parkeden bu para nasıl ve nerede kullanılıyor? Farklı ülkelerde farklı form ve mekanizmalarla hareket eden bu rezervlerin seyahatleri oldukça karmaşık şekiller alabiliyor. Fazla detaya girmeden genel bir karakteristik çizmek gerekirse, currency swap’lar yoluyla ülkeler arası para trafiği, önemli bir hacim oluşturuyor. Bu da bir ekonomideki belli bir para birimindeki para stoğunu azaltıcı etki yapıyor. Yani enflasyon yaratacak para hacminin azalması anlamına geliyor.
İşte tüm bu karmaşık işleyiş piyasalarda parlak bir düzelme sinyali anlamını taşıyan enflasyon fazına girmeye mani oluyor. Sanırız karşıt güçlerin dengelenmesi oldukça zaman alacak.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder