Piyasaların toparlanma eğilimini güçlendirdiği 2010’un son haftalarında acaba 2007 yılından bu yana yaşanan finansal krizden alınması gereken dersler alındı mı sorusu yine akla geliyor. Düzenlemelere uymaktan kaçınan çok uluslu bankacılık ve fonların, piyasaların şaşmaz göstergeler olduğuna olan kör inancı maalesef hala devam ediyor.
Krizin başından bu yana ekonomi-politikler bankalara hizmeti en kutsal görev olarak görmeye devam ediyorlar. Finansal yönden gelişmiş ekonomilerde bankacılığın yeni düzenlemelere ihtiyacı olduğu gerçeği hala görmezden geliniyor. Hatta finansal krizin sebebinin finansal kurumlar değil, yanlış ekonomi politikaları olduğu fikri giderek güçlenen bir düşünce.
Finansal piyasalar gerçekten ekonominin en şaşmaz göstergeleri mi? Piyasalar aslında gerçekçi yapılar olsa da insan faktörünün içinde olduğu her oluşum gibi erdem ve erdemsizlikleri bünyesinde barındırıyor. Adam Smith hırsın iyi olduğunu öğretmiştir. Ekmeği bize getirecek olanın hayırsever fırıncı değil tamamen kendimiz olduğunu söyler. Bunun motivatörünün de ihtiyaçlar olduğundan bahseder.
Kaynakların ihtiyaçlar gibi sonsuz olmaması mal ve hizmetlerin belli sistemlerle dağıtılmasını gerektirmiş ve bunun sonucunda da piyasalar denilen faydalı bir yapı tesis edilmiştir.
Piyasaların ideal ekonomik şartlarda mükemmel işlediği kabul edilir. Fakat hem piyasaların hem de ideal ekonomik şartların çerçevesinin zaman içinde genişleyeceği pek düşünülmez. Ödül ve cezanın en uygun büyüme modeli olduğu kabul edilir. Teoride mantıklı olan bu yaklaşım pervasız piyasa uygulamaları ile harap edilebilmektedir. Çünkü yapılan sosyal araştırmalar, insanlara doğru şeyi yapmak için finansal inisiyatif verilmesi sonucunda alınabilecek en ters kararların alındığını göstermektedir. Örneğin doktorlara ne kadar çok para öderseniz ödeyin maliyetlerini düşüremezsiniz. Oysa ekonomi kuramı bunun tam tersini söyler.
Kısacası insanlara verilen finansal inisiyatifler diğerlerinin yok olmasına hizmet edebilmekteler. Bu da etik değerlerin göz ardı edilmesi anlamına gelmektedir. Yani her finansal eylem tüm taraflar için finansal fayda getirmek zorunda değildir. İşte ahlaki zafiyet (moral hazard) burada başlamaktadır.
Yapılan bir sosyal araştırma ebeveynlerin dörtte birinin çocuklarını kreşlerden akşamları yarım saat geç aldıklarını ortaya koymuştur. Bu durumu önlemek isteyen kreş yönetimi gecikmeler için ceza ücreti koymuştur. Bunun sonucunda çocuklarını geç alan velilerin sayısının arttığı görülmüştür. Neden mi?.. Çocukları kreşten almak önceden bir yükümlülükken cezadan sonra finansal bir değer haline dönmüştür. Kreş yönetimi geç kalan velilerin sayısını azaltmak için bu kez cezayı sıfıra çekmiştir. Fakat sayı azalmamıştır. Çünkü veliler artık geç kalmanın etik ya da etik olmadığını sorgulamamakta sadece fiyatını sorgulamaktadır. Şu anda fiyat sıfırdır ve veliler artık rahatça geç kalabilirler.
Şimdi bu sosyal araştırmayı farklı bir yönüyle daha ortaya koymaya çalışalım. Öncelikle kreş yönetimi piyasanın ihtiyacını görmezden gelmiştir. Yani çocuklarını geç alan veliler için bir hizmet tasarlanmamıştır. Aynı zamanda kreş yönetiminin velilerin geç aldığı çocukları gözlemleyen öğretmenlere de ücret ödemesi gerekmektedir. Kreş işletmenin asıl amacının kar elde etmek olduğu unutulmamalıdır. Bu yönüyle asıl problem, ilave maliyetin nasıl karşılanacağı ve organizasyonun nasıl yapılacağı şekline dönmektedir. Çözüm olarak iki seçenek düşünülebilir. Ya geç gelen veliler için ücretleri arttırmak gerekecektir ya da yaşanan finansal krizde de örneğini gördüğümüz gibi geç kalan velilere üste para verilecektir.
Kişilerin tüm inisiyatiflerini piyasa ilişkisi içine angaje etmek gelecekte yüksek maliyet yaratan bir durumdur. Finansal kuruluşlarda çalışanların aldıkları bonusların dayanağı olan kısa dönem kar ve aktivitelerin, uzun dönemde ne tür sorunlar yarattığını yaşanılan finansal kriz fazlasıyla göstermiştir.
Piyasaları kurtarmak adına enjekte edilen trilyon dolarlar işsizlik oranının en düşük seviyelerde olduğu ülkelerde bile %10’luk işsizlik oranı yaratmıştır. Einstein’ın, aynı şeyi sürekli yapmak aptallıktır sözü, kredi-harcama döngüsünü tek reçete olarak gören ve bundan sürekli farklı sonuçlar bekleyenler için söylenmiş bir söz olarak görülebilir birçokları tarafından.
Finansal sektörün bir casino’ya döndürülmesi asıl çözülmesi gereken sorun olarak öne çıkıyor. Düzenlemeler arttırılmadığı sürece aynı tarz müdahalelerin uzun vadede başarılı olamayacağı ve sistemik çökmenin önüne geçemeyeceği açık görünüyor.
Bugün tüm dünyada no-doc denilen hiçbir belge almadan kullandırılan kredilerin hacmi hızlı şekilde artmaktadır. Düzenleme eksikliğinin bir süre sonra yaratacağı kredi tahakkuk sorunu, piyasalar tarafından ekonomik düzenlemelerdeki bu eksikliğe verilecek bir tepki olarak şimdiden göz önüne alınmalıdır.
Piyasaların karmaşık doğasının çözüm ve sorunu bir arada barındırdığı sanıyoruz anlaşılması gereken önemli bir olgu olarak giderek daha fazla öne çıkmaya başlıyor.
Krizin başından bu yana ekonomi-politikler bankalara hizmeti en kutsal görev olarak görmeye devam ediyorlar. Finansal yönden gelişmiş ekonomilerde bankacılığın yeni düzenlemelere ihtiyacı olduğu gerçeği hala görmezden geliniyor. Hatta finansal krizin sebebinin finansal kurumlar değil, yanlış ekonomi politikaları olduğu fikri giderek güçlenen bir düşünce.
Finansal piyasalar gerçekten ekonominin en şaşmaz göstergeleri mi? Piyasalar aslında gerçekçi yapılar olsa da insan faktörünün içinde olduğu her oluşum gibi erdem ve erdemsizlikleri bünyesinde barındırıyor. Adam Smith hırsın iyi olduğunu öğretmiştir. Ekmeği bize getirecek olanın hayırsever fırıncı değil tamamen kendimiz olduğunu söyler. Bunun motivatörünün de ihtiyaçlar olduğundan bahseder.
Kaynakların ihtiyaçlar gibi sonsuz olmaması mal ve hizmetlerin belli sistemlerle dağıtılmasını gerektirmiş ve bunun sonucunda da piyasalar denilen faydalı bir yapı tesis edilmiştir.
Piyasaların ideal ekonomik şartlarda mükemmel işlediği kabul edilir. Fakat hem piyasaların hem de ideal ekonomik şartların çerçevesinin zaman içinde genişleyeceği pek düşünülmez. Ödül ve cezanın en uygun büyüme modeli olduğu kabul edilir. Teoride mantıklı olan bu yaklaşım pervasız piyasa uygulamaları ile harap edilebilmektedir. Çünkü yapılan sosyal araştırmalar, insanlara doğru şeyi yapmak için finansal inisiyatif verilmesi sonucunda alınabilecek en ters kararların alındığını göstermektedir. Örneğin doktorlara ne kadar çok para öderseniz ödeyin maliyetlerini düşüremezsiniz. Oysa ekonomi kuramı bunun tam tersini söyler.
Kısacası insanlara verilen finansal inisiyatifler diğerlerinin yok olmasına hizmet edebilmekteler. Bu da etik değerlerin göz ardı edilmesi anlamına gelmektedir. Yani her finansal eylem tüm taraflar için finansal fayda getirmek zorunda değildir. İşte ahlaki zafiyet (moral hazard) burada başlamaktadır.
Yapılan bir sosyal araştırma ebeveynlerin dörtte birinin çocuklarını kreşlerden akşamları yarım saat geç aldıklarını ortaya koymuştur. Bu durumu önlemek isteyen kreş yönetimi gecikmeler için ceza ücreti koymuştur. Bunun sonucunda çocuklarını geç alan velilerin sayısının arttığı görülmüştür. Neden mi?.. Çocukları kreşten almak önceden bir yükümlülükken cezadan sonra finansal bir değer haline dönmüştür. Kreş yönetimi geç kalan velilerin sayısını azaltmak için bu kez cezayı sıfıra çekmiştir. Fakat sayı azalmamıştır. Çünkü veliler artık geç kalmanın etik ya da etik olmadığını sorgulamamakta sadece fiyatını sorgulamaktadır. Şu anda fiyat sıfırdır ve veliler artık rahatça geç kalabilirler.
Şimdi bu sosyal araştırmayı farklı bir yönüyle daha ortaya koymaya çalışalım. Öncelikle kreş yönetimi piyasanın ihtiyacını görmezden gelmiştir. Yani çocuklarını geç alan veliler için bir hizmet tasarlanmamıştır. Aynı zamanda kreş yönetiminin velilerin geç aldığı çocukları gözlemleyen öğretmenlere de ücret ödemesi gerekmektedir. Kreş işletmenin asıl amacının kar elde etmek olduğu unutulmamalıdır. Bu yönüyle asıl problem, ilave maliyetin nasıl karşılanacağı ve organizasyonun nasıl yapılacağı şekline dönmektedir. Çözüm olarak iki seçenek düşünülebilir. Ya geç gelen veliler için ücretleri arttırmak gerekecektir ya da yaşanan finansal krizde de örneğini gördüğümüz gibi geç kalan velilere üste para verilecektir.
Kişilerin tüm inisiyatiflerini piyasa ilişkisi içine angaje etmek gelecekte yüksek maliyet yaratan bir durumdur. Finansal kuruluşlarda çalışanların aldıkları bonusların dayanağı olan kısa dönem kar ve aktivitelerin, uzun dönemde ne tür sorunlar yarattığını yaşanılan finansal kriz fazlasıyla göstermiştir.
Piyasaları kurtarmak adına enjekte edilen trilyon dolarlar işsizlik oranının en düşük seviyelerde olduğu ülkelerde bile %10’luk işsizlik oranı yaratmıştır. Einstein’ın, aynı şeyi sürekli yapmak aptallıktır sözü, kredi-harcama döngüsünü tek reçete olarak gören ve bundan sürekli farklı sonuçlar bekleyenler için söylenmiş bir söz olarak görülebilir birçokları tarafından.
Finansal sektörün bir casino’ya döndürülmesi asıl çözülmesi gereken sorun olarak öne çıkıyor. Düzenlemeler arttırılmadığı sürece aynı tarz müdahalelerin uzun vadede başarılı olamayacağı ve sistemik çökmenin önüne geçemeyeceği açık görünüyor.
Bugün tüm dünyada no-doc denilen hiçbir belge almadan kullandırılan kredilerin hacmi hızlı şekilde artmaktadır. Düzenleme eksikliğinin bir süre sonra yaratacağı kredi tahakkuk sorunu, piyasalar tarafından ekonomik düzenlemelerdeki bu eksikliğe verilecek bir tepki olarak şimdiden göz önüne alınmalıdır.
Piyasaların karmaşık doğasının çözüm ve sorunu bir arada barındırdığı sanıyoruz anlaşılması gereken önemli bir olgu olarak giderek daha fazla öne çıkmaya başlıyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder