Ekonominin hiçbir temel ilkesi aklıselim ve sağduyu ile harmanlanmadığı sürece gerçek bir kılavuz olamıyor maalesef. Fakat bu ekonominin ilkelerinin yetersiz olduğu anlamına gelmesin. Ekonomik mantık kusursuz bir şekilde işler. Ancak ekonomik mantığı işleten insan faktörü işin içine girdiğinde başta istediğiniz sonuçları elde etmeniz pek mümkün olmayabilir.
İktisadi kalkınmanın tüm gelişmekte olan ülkelerde çözmesi gereken temel sorun nasıl daha iyi yollar yapılacağıdır. Bu basit gibi görünen soruna ekonominin getirdiği çözüm kusursuzdur. Devlet nasıl bir yol istediğini belirler. Tüm özellikleri ayrıntılı şekilde yazar. Sonra bu şartları sağlayacak olan kuruluşları davet eder ve bir ihale düzenler. Yoldan beklenen özellikleri en düşük bedelle sağlayacak olana iş bırakılır. Bu klasik bir ihale sistemidir ve ekonomik mantık olarak halkın parasının boşa harcanmaması açısından oldukça mükemmeldir. Peki ama bu model ne kadar başarıyla işler?
Tüm dünyada siyasetçiler ve yol müteahhitlerinin “kazan-kazan oyunu” oynadıkları herkesin düşüncesidir. Aynı yolların kısa aralıklarla bozulup yeniden yapılması, yolların kısa sürede tahrip olması ya da planlama yetersizliği sonucu daha geniş yolların yapılması bu düşünceleri güçlendirir. Hatta birçok insanın kafasında sabit bir düşünceye döndürür: “Yolları yapanlar ve yaptıranlar parayı götürüyor. Bu yol böyle yapılmaz! Ben olsam…”
Şimdi basitçe düşünelim, suçlu kim? Hatalı bir yol inşaatında suç devlette midir? Devletin, tüm ihale sürecini şeffaf bir şekilde yürüttüğünü varsayarsak devlet açısından herhangi bir suiistimal sorunu olduğunu söylemek mümkün değildir. O zaman sorun firmalardadır. Yol inşaatı, kum ve taş gibi malzemelerin yanı sıra epeyce bir el emeği gerektirir. Müteahhitler genellikle tüm girdileri yerel piyasadan tedarik ederler. Böyle bir durumda yapı malzemeleri, beton ya da asfaltın hangi fiyattan satın alındığı bilinemez. Ekonomik modelin burada çaresiz kaldığı açıktır. Çünkü model müteahhidin en kaliteli malzemeyi tedarik edeceğini ve bunu en kaliteli işçilikle yapacağını düşünür. Ama bu maalesef böyle işlemez. İnsan faktörü, yol yapım işi için geliştirilen ekonomik modeli hiç istenmeyen bir yöne doğru çeker: Yolsuzluk!
Kusur eğer ekonomik modelde değilse insandadır. Peki ama kimde? Gelin öyleyse yol yapım işinde kimin suçlu olduğunu bulmaya çalışalım.
Ekonomist Ben Olken bu sorunun yanıtını gelişmekte olan bir ülke olan Endonezya’da aramaya karar verir. 600’den fazla köy yolunun yapımı için Dünya Bankasından sağlanan kaynağın nasıl kullanıldığını da merak etmektedir. Bunun için bir plan oluşturur. Köy yollarını yapacak firmalar üç gruba ayrılır. Birinci gruba, yapılan yolların devlet görevlilerince denetleneceği bilgisi verilir. İkinci gruba yapılan yolların köy meclisleri ve ihtiyar heyetleri tarafından sürekli kontrol edileceği söylenir. Üçüncü gruba ise hiçbir şey söylenmez ve kendi hallerine bırakılır. Ne dersiniz, kim daha çok yolsuzluk yapar sizce?
Araştırmayı yürüten Ben Olken’in öngörüsü üçüncü grubun yolsuzluk yapacağı, birinci ve ikinci grubun yapmayacağı yönündeydi. 600’den fazla yol tamamlandıktan sonra deneyimli mühendisler tüm yolları incelerler ve sonuçları açıklarlar. Üçüncü grupta yer alan firmalar, yol için kendilerine ödenin paranın %30’unu çalmışlardır. Bu şaşırtıcı bir orandır. Çünkü %30’luk bir çalıntı, ihale tutarının büyüdüğü durumlarda, çok büyük paraların karşılıksız olarak halkın cebinden müteahhitlere aktarılması anlamına gelecektir.
Devlet görevlilerince denetlenecekleri bilgisi verilen birinci gruptaki müteahhitler ise gerçekten şaşırtıcı bir sonuca imza atmışlardır. Denetleneceklerini bildikleri halde kendilerine ödenen paranın %20’sini çalmışlardır. Denetim, hırsızlığı sadece üçte bir oranında azaltmıştır.
Peki ya ihtiyar heyeti ve köy meclislerinin sürekli denetlediği müteahhitler ne yapmıştır dersiniz? Halkın temsilcileri aracılığıyla köy yollarını yapanlar sürekli denetlenmiş ve tüm çalışmaları kontrol altında tutulmuştu. Ama sonuçlar açıklandığında herkes tam anlamıyla şok olmuştu. Köy meclislerince kontrol edilen müteahhitler de tıpkı üçüncü gruptakiler gibi %30 oranında hırsızlık yapmışlardı. Müteahhitler maalesef köy ahalisinden pek çekinmemişlerdi. “Yolları yapanlar ve yaptıranlar parayı götürüyor. Bu yol böyle yapılmaz! Ben olsam…” diyenler de müteahhitlere hiç engel olamamışlardı maalesef.
Endonezya’da yapılan bu araştırmanın dünyanın geri kalan kısmı için ne kadar etkili bir gösterge olacağı tartışılır. Ama burada üzerinde tartışılmayacak bir gerçek var. “Ben olsam…” diye başlayarak tüm problemlere çözümler getirenlerin büyük kısmı işin gereği olan uzman bilgiye sahip olmadığı için problemin daha da büyümesine neden olurlar. Herkesi dolandırıcı kendini dürüst, herkesi kötü kendini iyi ya da herkesi aptal kendini akıllı görenlerin büyük bölümü maalesef kendilerini iyi tanımayanlardır. Gördükleri şey ise tamamen hatalıdır ve muhtemelen görülmesi gerekenin tam tersidir.
Medeniyetin ilerlemesi, ancak ekonomik modellerin başarılı şekilde işletilmesi ile gerçekleşir. İnsan faktörü işin içine girdiğinde ise modeller başta belirlenen hedeflere ulaşmada sapma yaşarlar. Bu sapmayı yok edecek olan yine insanın kendisidir ve bunun tek yolu da bilgiden geçmektedir. Yani sorun, kontrol edenleri kimin kontrol edeceği sorunu değil, insanların kontrole mahal bırakmayacak davranış standartlarını yakalaması sorunudur. Aksi takdirde suçlunun kim olduğu önemli değildir. Suçlu bir insan olduğuna göre, ha müteahhit ha vatandaş, ne fark eder!
İnsanların ne kadar az şey bildiğini bilmeden bu kadar çok şey biliyor olmaları gerçekten şaşırtıcıdır!
1 yorum:
Çok güzel bir noktaya deginmissiniz,saygılarımla
Yorum Gönder