14 Ekim 2014 Salı

Acıların imparatoru!

Naziler Yahudi soykırımına başladığı yıllarda gazeteler yaşanan acıyı önemli bir haber olarak görmemişlerdi. Bu durum yıllarca değişmemişti. Savaşın sonuna kadar soykırım haberleri hep önemsizdi. Amerika'nın en önemli ana akım gazetesi New York Times bile soykırımla ilgili haberleri arka sayfalarında, çoğu kez karikatürlerin yanına koyuyordu. Ama sonradan geçmişe bakıldığında acının ne kadar büyük olduğu anlaşılmıştı.

Futbol tarihimizin son yirmi yılındaki zaferlere baktığımızda çoğunu kolayca hatırlarız; peki ya yaşadığımız acılar? Futbol kulüplerine efsunlanmış şekilde bağlı olan taraftarlar için yaşanan hezimetler günün kargaşası ve "gelecek maçlara bakma" pozitifliği içinde kaybolur gider çoğu zaman. Fakat bir gün dönüp geriye bakıldığında acının büyüklüğü anlaşılır.

Futbol tarihimizin son yirmi yılındaki en büyük kulüp başarısızlıklarını araştıralım istedik. Kulüplerimizin Avrupa takımları ile kendi sahalarında oynadıkları maçlara baktık. Kendi seyircimiz önünde şartlar ne olursa olsun daima kazanmak için çıktığımız bu maçlarda, üç maçın futbol tarihimize kara bir leke, taraftarlar açısından da yıllarca unutulmayacak bir acı olarak tarihe geçtiğini gördük.

Bu maçlardan ilki Atletico Madrid'e kendi sahasında 5-0 yenilen Kayseri Erciyes maçıdır. Mütevazi kadro ve mütevazi bir teknik direktörle (Mustafa Uğur) ancak bu kadarı elde edilebilirdi.

Kendi seyircisi önünde en büyük ikinci hüsran Galatasaray'ın Chelsea'ye 5-0 yenildiği karşılaşmadır. Maç öncesi maçın kazanılacağından emin olan iki kişi vardı: Teknik direktör Fatih Terim ve basın. "Sahaya nasıl çıkacağız" sorusuna "sarı kırmızı çubuklu formayla" diyebilecek kadar kendinden emindi basın ve teknik direktör. Hatta maç sonunda bile maçı anlatan spiker rahatlığını kaybetmemişti: "Hiç gerek yok Filipescu, durum 5-0."

Taraftarımıza karşı yaşattığımız en büyük hüsran hiç şüphesiz Galatasaray'ın Real Madrid yenilgisidir. 6-1 biten maç öncesi basının söylemi "korkmadan kendi oyunumuzu oynarsak puan ya da puanlar çıkarırız" şeklindeydi. İmparator da maçtan önce, "Matematik çok zor bir şey; herkese kafa tutarız, yürek önemlidir" şeklinde maçın taktiğini açıklıyordu. Hezimetin ardından hem Terim hem de ana medya iyi oynadığımızda ısrarlıydı. Son yirmi yılın en ağır iç saha mağlubiyeti gelecek güzel günlerin rapsodisi içinde kaybolup gitmişti.

Son yirmi yılın en büyük 3 iç saha hezimetinden ikisinin İmparator lakaplı Fatih Terim tarafından Türk futboluna hediye edilmesi kadar, ana akım medyanın futbolla ilgili haberleri aşırı iyimserlik içinde vermesi de üzerinde düşünülmesi gereken konulardır. Hem ana akım medya hem de feodal bakışlı imparatorun, futbol taraftarlarına yukarıdan bakan otoriter anlayışlarının ve özeleştiri eksikliklerinin sonucudur bu hezimetler. İş yerinizde bu başarısızlığın yüzde birini yapsanız, o dakika içinde kapı dışarı edilirsiniz; ama futbol dünyamızda maalesef başarısızlık sözcüğü ciddiye alınan bir kavram değil.

Yatırımcılarının paralarını kaybeden finans yöneticileri son derece ağır cezalara çarptırılırlarken, taraftarların parasını (bilet, forma, şifreli kanal vs.) ağır hezimetler sonrası hiçbir şey olmamış gibi kendi ceplerine indiren spor adamları ve ana akım medyanın futbolun değişmez şahsiyetleri olarak kalmaları son derece düşündürücüdür. Gerçek şudur ki, bu anlayış ile imparatordan değil ancak acıların imparatorundan ders alırız.

5 yorum:

Adsız dedi ki...

Yazılarınızı uzun süredir takip ediyorum, spor temalı yazılarınız kanımca objektiflikten çıkarak subjektif oluyor.

Adsız dedi ki...

Adsız fenerli misin ?

eRD dedi ki...

Bu yazıya karşı yapılan su iki yorumdan da anlaşılacağı üzere konunun ana fikrini anlamak yerine, yine taraftar penceresinden bakmamiz Turk futbolunun (bütünü ile olmamakla beraber sporunun) niye acınacak halde olduğunu açıkça gösteriyor. Eksik bulduklarimizi ekleyip katkı yapmak yerine yazarı suçlama yolunu seçen eleştiri şekli. Daha çok, bu ve buna benzer başarısızlıklari yaşatacak. Acıların imparatoruyuz aslında her birimiz ...

Adsız dedi ki...

O zaman sizi alalim milli takimin başına, , asil mesele sistemsizlik,, almanya 3,5 milyon turkten ortalama 2 senede 1 yildiz cikartiyor, ama biz 78 milyondan cikartamiyoruz,, olay tamamen sistem ve eldeki malzeme,,,

Adsız dedi ki...

meih sabanoglu'ndan alıntıdır:
çok uzatmayacağım. 1996, 2000 ve 2008 türkiye tarihinde bir ilke karşılık gelir.
yazının en dramatik bölümü ise 2000 uefa şampiyonluğu. bologna, dortmund kümede zor kalmış. leeds üç yıl sonra küme düşmüş.
bir bakın bakalım 2000'e kadar türkiye'den herhangi bir takım bir italyan, alman, ispanyol ve ingiliz takımını elemiş mi?

üç yıl sonra küme düştü dediğiniz leeds galatasaray'a elendikten sonra ertesi yıl şampiyonlar ligi'nde beşiktaş'a 6 gol attı
"istatistik kadın külotu gibidir" sözünü kısmen ve yeniden kanıtladığınız için sizi bir kez daha tebrik ediyorum.

1996'dan başlayayım. o grupta türkiye dördüncü torbadan gelmişti. isveç gruba dünya üçüncüsü olarak birinci torbadan girdi.

isviçre ise 1994 dünya kupasında son 16'ya kalmış bir takımdı. o da ikinci torbadan girdi. macaristan üçüncü torbadaydı. türkiye ise dördüncü torba. euro 1996'da yenildiğimiz hırvatistan iki yıl sonra dünya üçüncüsü oldu. gruptaki diğer takım danimarka son şampiyondu.

1996'daki turnuvaya birinci torbadan girdi. (türkiye yine dördüncü torbadaydı.)
portekiz ise ikinci torbadan girmişti.

sizi çok tebrik ediyorum bugüne dek okuduğum en saçma yazıyı "istatistik" adı altında gayet iyi "argümante" ettiğiniz için.