11 Şubat 2013 Pazartesi

Altın yiyecek bir şey değildir; açlıktan ölmenize çare olmaz!

Finansal krizin öteki adının kredi krizi ya da borç krizi olması yanlış bir isimlendirme değildir hiç şüphesiz. Fakat sektörün dışında olanlar için gözden kaçırılmaması gereken bir bileşik kaplar yasası vardır. Finansal kuruluşlar bir krediyi karşılığında bir teminat ile verirler. Teminatsız kredi teknik olarak yoktur. Karşılığında hiçbir teminat alınmayan bir kredinin, kişinin borç ödeme gücündeki yüksek kabiliyete verildiği düşünülür. Sonuçta bir kredi geri ödenmediği zaman bir teminata sahiptir diyebiliriz.

Diyebilirsiniz ki karşılığında hiçbir teminat alınmayan krediler daha risklidir. Finansal krizi yaratan kredi sorununa baktığımızda ise karşımıza tam tersi bir durumun çıktığını görüyoruz: Ödeme güçlüğüne düşen kredilerin tamamının maddi bir teminata sahip olması. Özellikle konutlar karşılığı verilen kredilerin teminatında aynı değerde bir konut olmasına rağmen, pazarın sıkıştığı bir anda bu evi aynı fiyattan satmak mümkün olmamıştır. Kredi verilirken değeri tam olarak belirlendiği düşünülen teminatların aslında şişirilmiş bir değere sahip olduğu görülmüştür. Balon kredide değil, teminatta yaratılmıştı aslında. Peki bu nasıl olmuştu?

Yedi sanattan biri olan resim mağara günlerinden 20.yüzyıla kadar bir izleme sanatı olarak varlığını sürdürmüştür. Fakat 1950’li yıllara gelindiğinde piyasalarda artan para hacmi sanata yapılan yatırımları arttırmaya başladı. Tablolar tıpkı bir elmas madeni, kakao tarlası ya da demiryolu firması gibi görülür oldu. 1960’lı yıllara gelindiğinde fiyatlar 10 katına çıkmıştı bile. İş hayatının lider kesimi kendisine yeni bir oyuncak bulmuştu: Resim!

1980’ler Japonya’nın altın yıllarıydı. Japon şirketler merkez bankası gibi çalışıyordu. Şirket sahipleri elde ettikleri nakdi değerlendirecek yer bulmakta fazla zorluk çekmemişlerdi. İşadamı Ryoei Saito, 1990 yılında, bir hafta içinde tarihin en pahalı iki satın almasını gerçekleştirmişti. Bir Van Gogh ve bir Renoir için 160 milyon dolar ödemişti. Bir başka Japon işadamı Masahiko Sawada ise Renoir’i tekeline almak için bulduğu tüm tablolarını abartılı fiyatlardan satın almıştı. İki binin üzerinde tablosu vardı. Japonya’nın sadece 1990 yılındaki sanat ithalatı 4 milyar dolardı.

Fakat krizin gelmesi uzun sürmemişti. Japonya krizi girdiğinde tüm dünyada tablo fiyatları bir anda %50 düşmüştü. Batan resimsever işadamlarının ellerindeki tablolar ise alacaklılar tarafından götürülmüştü. 1997 yılında bir sergi için Picasso’nun Les Noces de Pierrette adlı tablosu ödünç alınmak istendiğinde ne sahibine ne de tabloya ulaşılabilmişti. Resim sanatının gerçek değeri olan yıllar geçtikçe toplumlar tarafından izlenebilme kabiliyeti de hırstan gözü dönmüş işadamları tarafından böylece yok edilmişti.

İşte halen devam eden finansal krizde yaşadığımız da bu olgudur: Kredilerin, kredi alacak olan kişilerin değerliliğine değil, teminatın değerliliğine verilmesi. Bir varlıkla ilgili teminat değerlemesini hangi realist bakış açısıyla yaparsanız yapın, bu üç yüz yıllık Renoir tablosu olsa bile fiyatının birkaç gün içinde %50 düşmesi çok normaldir.

Kredi veren finansal kuruluşların hareket şekli, paranın bol olduğu zamanlarda Japon iş adamlarınınkinden farklı değildir. Krediler, olması gerektiği gibi borç ödeme gücü yüksek kişilere değil, pazarın imkanları doğrultusunda varlıklara verilmeye başlanır. Evler, arabalar, tekneler ve hatta mobilyalar. Bunların hepsi geçerli bir teminat değerine sahipmiş gibi değerlendirilerek kredi verilir. Geri ödeme problemi gelip dayandığında ise bu varlıkların gerçek değerlerinin hiç de başta düşünüldüğü gibi olmadığı anlaşılır. Sonrasında ise hepimizin bildiği kriz kapımızı çalar.

Bir tablo, seyirlik yatırım nesnesi olmadığı gibi bir ev de ikamet amaçlı yatırım nesnesi değildir ya da olmamalıdır. Konut kredileri de diğer tüm kredilerde olduğu gibi teminat değerine göre değil, kişinin borç ödeme gücüne göre verilmelidir. Finansal kuruluşlar kendi karlarını Midas’ın hikayesinde olduğu gibi, dokundukları her şeyi altına çevirmekten elde etmemelidirler. Çünkü bu ekonominin doğal ritminin bozulması demektir. Bunu yapmaya devam ettikleri sürece gülünç ve acıklı olan onların başına da (şu anda tüm dünyada olduğu gibi) gelecektir: Altın yiyecek bir şey değildir; açlıktan ölmenize çare olmaz!

2 yorum:

L.K. dedi ki...

Kısmi Rezerv Sistemi,bileşik faiz oldukça dans devam edecektir.Meselenin özünde borç verilebildiği sürece faiz gelirinin 10 kaldıraçla elde edilebildiğidir.Bankalar lehine olan bu pozitif ayrımcılık devletlerüstü bir mekanizmanın kontrolünde olduğunu da bilirsek büyük resim görüldükten sonra diğer değerlendirmeler de bir anlam ifade edecektir.

M.Y dedi ki...

Ülkemizde de hem konut hem de araba satışlarında aynı mantalite var.Bir jip sıfır olarak ve kredi ile 400 bin tl ye maloluyorken 3 yaşındaki aynı aracın fiyatı 180 bin tl ise oturup düşünmek gerekiyor.Hem krediyi verenin hem de alanın bunu kabullenmesi ise ilginç...Aynı adama 220 bin tl yi 3e böl ve her yıl 1/3ünü çöpe at deseniz size ne cevap verir?Ama kendisi kendi eliyle yapıyor ve bankadan yardım alıyor.Varlık değerleri nasıl şişmesin