15 Şubat 2013 Cuma

Zenginler, yoksul insanları severler ama yoksul topluluklardan nefret ederler!

Dünyadaki toplam paraya sahip olma oranlarına bakıldığı zaman değişen bir şey yok. Zenginlerin parası giderek artarken fakirlerinki giderek azalıyor. Açlık, sefalet ve hastalık içinde yok olan insanları düşünecek zengin insanlar maalesef ortaya çıkmıyor. Dünyadaki gelir eşitsizliği üzerine söylenen tüm sözler, yazılan tüm edebiyat, yapılan tüm araştırmalar hep aynı yüzeysel, sönük ve pembe sonla bitiyor: Ne olurdu sanki zenginler birazcık yoksulları düşünse!..

Giderek derinleşen bu adaletsizliğe, romantik bir özlemle sona eren bir çözüm arayışı içinde değiliz. Zenginlik ve yoksulluk konusuna oldukça irrasyonel bir taraftan bakarak ürperten bir soru işaretini ortaya çıkarmaya çalışacağız. Zenginler yoksulları sevmiyor paradigmasını ters yüz ederek, zenginlerin yoksulları ne kadar çok sevdiklerini ortaya koyacağız. En sonunda ise bu sevginin yoksulluğu nasıl daha fazla arttırdığını dramatik şekilde sunacağız. Ve her zaman olduğu gibi dünyada şimdiye kadar hiç kimsenin bakmadığı bir bakış açısı ile bu ilişkiyi delile muhtaç olmaktan kurtarmaya gayret edeceğiz. Gelin şimdi bu ezeli ve ebedi konuyu yeniden çözümleyerek gelir dağılımındaki eşitsizliği yaratan en içgüdüsel gerçeğe doğru yolculuğa çıkalım.

1985 yılına gelindiğinde Etiyopya’da açlıktan ölenlerin sayısı son iki yılda 400.000’i geçmişti. Zenginler yoksulları düşünmüyor ve sevmiyorlar paradigmasına meydan okuyan ilk büyük düşünce işte o yıl gelmişti. Müzisyen Bob Geldof bu trajediden etkilenip büyük bir yardım kampanyası başlatır. Michael Jackson’dan Ray Charles’a, Stevie Wonder’dan Tina Turner’a birçok ünlü, “We are the World” şarkısı için bir araya gelir. Bütün dünya aynı şarkıyı mırıldanır: “We are the World, we are the children…” Ardından Londra ve Philadelphia’da tarihi konserler başlar. Dönemin en ünlü müzisyenleri ardı ardına sahneye çıkarlar. Aynı anda da büyük bir bağış kampanyası başlatılır. Yoksulluğun kökü kazınacaktır bu kez… Fakat toplanan para oldukça gülünçtür. Tüm bu gösteriye değmeyecek kadar azdır. Alternatif tanrıları olan reklama tapınmayı da ihmal etmeyen birkaç Dubai şeyhi olmasa sonuç daha da kötü olacaktı.

Live Aid konserleri zenginlerin yoksulları pek düşünmediğini yeniden ortaya çıkarmıştı. Toplanan paraların kullanımında ortaya çıkan başarısızlık da eklendiğinde sonuç tam bir hayal kırıklığıydı. Peki ama bu başarısızlık nereden kaynaklandı? Tüm bu şamata neden hiç merhamet toplayamadı?

Bu sorunun yanıtı maalesef psikolojik ve toplumsal boyutuyla hala verilebilmiş değil. Fakat biz yanıtı bulmak için 1904 yılına gidelim. Bugün şaşırtıcı şekilde pop star’lar kadar büyük bir tanınırlığa sahip ressam Picasso’nun bir tablosuna bakalım. Picasso’nun resimlerine bakarken, kafanızda sinsice dolaşan acaba bunu bir çocuk mu yaptı düşüncesine takılırsınız. O nedenle Picasso’yu yorumlamak birçok resim eleştirmeni için bile hala çok zordur. Picasso’yu eğer tek bir resim ile anlatmak gerekseydi şüphesiz en etkileyici tablosu Yoksulun Yemeği(La Repas Frugal) adlı eseri olurdu. Resme baktığınızda yoksulluğun getirdiği çaresizlik ve yalnızlığı hemen fark edersiniz. Kadının yüzündeki bıkkınlık ve erkeğin zayıf bedeniyle ona teselli verişi sevginin anıtsal bir göstergesi gibidir. Fakat düşündürücü olan birbirlerine bakmamalarıdır. Aç gözükmelerine rağmen masadaki son ekmek parçası adeta yarınki öğünü işaret etmektedir.

Fakat üzerinde duracağımız şey tablonun çekiciliği değil. Abartılmış umutsuzluk ve kendine acımanın uç sınırlarını gösteren tablolar o dönemlerde oldukça modaydı. Çünkü kapitalizm I.Dünya Savaşına doğru Avrupa halkları üzerinde zengin yoksul ayırımını, o günkü karşılıklılık düzeyi açısından bugünkü seviyelere çıkarmıştı. Bu tür resimler o zamanlar pek para etmiyordu. Fakat 80’lerden sonra bu tür tablolar zenginlerin duvarlarını süslemeye başladı. Bu pek alışıldık bir durum değildi. Çünkü zengin ve güçlü kişiler, duvarlarında kendileri gibi asil, güçlü, kahraman ve zarif görüntüler sunan tablolar görmeye meyillidirler. Bu 15.yüzyıldan beri değişmeyen bir gelenektir. Kimse duvarında sefil bir insanı seyretmek istemez. Peki ama yoksulluk tabloları neden zenginlerin duvarlarını süslemeye başlamıştır dersiniz?

Resim eleştirmenleri ve toplum filozoflarının düşünceleri bu noktada birbiriyle örtüşür durumdadır. Zenginler yalnızlık içindeki yoksulları görmekten ve düşünmekten mutlu olurlar. Bu düşünce şekli, onların içinde bulunduğu yalnızlığı daha az acı verici bir hale dönüştürür. İçinde bulundukları zenginliğe rağmen yaşadıkları yalnızlık çözümü zor bir soru gibi daima zihinlerinde dolaşır. Böylece bu hayatta yalnız olmadıklarını düşünerek kendilerini daha mutlu hissederler. Ama bu hazdan daha büyük başka bir mutluluk daha duyarlar. İşte asıl onları mutlu eden de budur: Yalnız insanların yoksulluğu, büyük bir topluluğun yoksulluğundan daha iyidir. Bir topluluğun yoksul olduğunu düşünmek, zenginler için amansız bir hortlaktır. Çünkü bu ne karşılaşmak, ne de bilmek isteyecekleri bir şeydir. Servetleri üzerinde somut bir tehdit, vicdanları üzerinde ise onarılmaz bir yaradır. Daha açık şekilde özetlersek zenginler yoksul kişileri görürler ve anlarlar, hatta onlara yardım etmekten büyük bir zevk duyarlar. Çünkü bu onların altından kalkabilecekleri bir sorundur ve verdiği haz da yüksektir. Ama yoksul bir topluluğu asla görmek ve bilmek istemezler. Çünkü bu zenginliklerinin en büyük tehdididir.

Aslında zengin bir insan olan Bob Geldof’u bu yardım hareketine yönlendiren şey de bir yanılsamadan ibaretti. Oradaki halkı ne görmüş, ne de orada yaşanan açlıktan bilgi sahibiydi. BBC’de gördüğü bir belgeseldeki birkaç perişan insanın hikayesi onu etkilemişti. Onlara yardım etmek amacıyla da Live Aid inisiyatifine girişmişti. Kısa bir süre içinde Afrika’daki açlığın büyüklüğünü görünce büyük bir hızla geri kaçmayı da bilmişti. Bu işten an karlı çıkanın bitme noktasına gelen rock müziğinin yeniden canlanması ile rock şarkıcıları olduğu eleştirisi de büyük bir haklılık payı içermektedir.

Zenginler ve yoksullar arasındaki servet paylaşımındaki tutarsızlığın giderek artması bu psikolojik faktör tarafından desteklenir. Zenginler yoksul kişileri sevseler de yoksul toplulukları asla sevmezler. Onlara yardım etmekten uzak dururlar. Hayatlarına giren yoksulları doyurmaktan öteye bir çaba içine girmezler. Yoksulların yoksul kalma nedenlerini onların yarattığını düşünürler ve bu neden sonuç ilişkisinde paylarına düşen bir yan bulamazlar.

Artan gelir adaletsizliğinden zenginler açısından çıkarılacak tek bir sonuç vardır: Zenginler, yoksul insanları severler ama yoksul topluluklardan nefret ederler!

Hiç yorum yok: