Dünya Kupası ile birlikte yaz tatiline girdiğini düşündüğümüz futbol sohbetleri yeniden başladı. Spor yorumcuları aralıksız yorumlama telaşındalar. Onların yaptığı yorumları yorumlayarak saatlerini harcayan bir erkek toplumuna sahibiz. Futbolun kendisinden daha fazla sohbeti ilgi çekiyor denilebilir. Hal böyle olunca da birinci sınıf bir takımda oynamış üçüncü sınıf bir futbolcu bile emekli olunca televizyon kanallarında baş tacı edilip erkekler tarafından ciddiyetle dinleniyor. Böylece bir elin parmaklarını geçmeyen entellektüel spor uzmanları da oyunun dışına itiliyor. Artık iyice aşina olduğumuz bu tabloda sizce eleştirilecek bir yerler yok mu?
Spor yorumcularının temel başarısı, bilgiye sahip olmak isteyenler ile kayıtsız bir masumiyet içindeki bilgisizler arasında ayırım yapmadan konuşuyor olmalarında saklı. Yani yorumlar bilgiliye de cahile de aynı paket içinde sunuluyor. Böylece "taraftarın her şeyi bilmeye hakkı var" idealiyle ortaya başarılı bir medya pazarlaması çıkarılmış oluyor.
Göstergebilim uzmanlarına göre futbol yalan üstüne kurulmuş bir spor dalıdır. İnsanlar kafalarında bir şeyler yaratırlar ve sonra onlara inanırlar. Uçarak yaptığı kafa vuruşunun kaleci tarafından yakalanamaması sonucu gol atan futbolcuya tüm dünya nedensiz bir saygı duyar. Sanki uçarak kafa vuruşu yapmak insan hakları evrensel bildirisinin bir maddesidir. Bir takımın taraftarı olduğu düşüncesinin bir kafada yaratılması, peşisıra ona inanmayı da gerektirir. Artık taraftar "takım tutma" olayını bir şeref sembolüne dönüştürür. Özgürlüğü için mücadele eden bir köle kadar kutsaldır artık onun mücadelesi ve taraftarlık aşkı. Her hafta sonu bir önceki hafta yaşadığı duyguyu yaşamadığı zaman kendini kötü hisseder. Onun için futbolun bir ikamesi yoktur. Futbolun bir yaşam tarzı değil oyun olduğunu anlayamaz. Spor yorumcuları da bir tedavisi olmayan bu çarpık insan duygusunu sonuna kadar kullanırlar.
Yorumcuların en tipik özelliği tümör seviyesine ulaşmış ateşli gevezelikleridir. Herkesi taraftar sanma gibi bir yetersizlik içindedirler. Aralarındaki diyalog bilinen iletişim kurallarının hiçbirine uymaz. Şiddetli çatışmalar içeren çapraz bir konuşma sürer. Kavramların tanımları giderek anlamını yitirir ve sonuçta futbola uzak birisi için bir bilgisayar yazılımının kodları gibi anlamsızlaşır. "Çalıma kaçmaması lazım... kademe anlayışı gerekli... faulse faul de... tek pas oynamalı... doldur boşalt anlayışı hatalı... endirek vuruş değil... 18 içinde... taç el değiştirdi..." O anda dinleyicilerin bu konuşmanın nasıl ve neden başladığını hatırlamaları imkansızdır. Herkes duvarla konuşuyor gibidir. Bir yorumcu diğerini umursamaz görünürken diğeri de bu umursamamazlığı umursamıyor görünür. Gülünç olan ise kimsenin kimseyi umursamadığı bu ortamda herkesin kendini güçlü bir varoluş içinde görmesidir.
Aslında akıllı bir izleyenin çıkaracağı sonuç gevezelik, boş konuşma ve iletişimsizlik iken izleyiciler büyük bir sembolik tatmin yaşarlar. Yorumcuların iletişim çabası içine girmeleri anlamsız ve gereksizdir. Çünkü ortada karşılıklı bir sözcük, kavram ve düşünce alışverişi yoktur. Muhtemelen yorumculardan birinin kullandığı bir kavram hakkında diğeri aynı bilgiye sahip değildir. Kademe anlayışı, savunma ve hücum blokları arasındaki kopuk bağlar, riske girmeyip taca atmak gibi kavramların her kafada ayrı anlama sahip oldukları açıktır. O nedenle aralarındaki bu kavramsal iletişim, felsefe mantığı itibariyle hatalıdır. Hal böyle olunca artık kişiler halkın kendilerinden beklediği konuşmaları yapmaya başlarlar. Gevezelik, kavram ve düşünce israfına döner.
Aslında futbol hakkında konuşmak siyaset hakkında konuşmanın farklı bir türüdür. Çünkü bir lig şampiyonu olmanın vurucu noktası sergilenen sportif beceri değil, bir yıl boyunca kendisini ve takımını ülkenin şampiyonu olarak görmektir. Duygu sergilemeye yönelik yoğun amaç ve başarısızlık algısının yarattığı gizli motivasyon psikolojik açıdan tekbenciliğin (solipsizm) göstergesidir.
Futbol, yorumcuların gevezeliklerine duyulan fanatizm olmaksızın bugünkü popülaritesini yakalayamazdı hiç şüphesiz. Diğer bir ifadeyle, başkasının sporunu izleyip yorumlayanlar hakkındaki yorumların oluşturduğu futbol dünyası...
Yorumcuların dile getirdikleri fikirler hakkında hiçbir gerçek sorumluluk taşımadan konunun uzmanıymış gibi konuşmaları kimseyi rahatsız etmez. Fikir beyan eder, çözümler önerir, herkese rol tayini yaparlar. Dinleyici, tüm bunların yorumcunun güç alanının ötesinde olduğunu fark etmez. İçi boş tartışmalar uğruna enerji harcanır. Hararetli konuşma ile konunun önemli olduğu ve herkesi ilgilendirdiği vurgusu yapılır. Yorumcunun ne bildiği önemli değildir. Dedik ya yapılan bir tür siyasettir diye... İktisat bilmeden ekonomi bakanını yargılayamazsın ama teknik direktörü eleştirmek kolaydır. Milletvekilini eleştirmek zordur ama futbolcuyu kolaydır. Dış politikayı suçlayamazsın ama derbi maçının stratejisini çizebilirsin. Yani kısacası futbol sohbeti gevezeliğin bol olduğu bir parodidir.
Fazla uzatmaya gerek yok sanırız. Umberto Eco'nun dediği gibi: "Pazar günü maç varsa devrim yapamazsın!"
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder