Bir uluslararası ilişkiler uzmanı olan Ivan Arreguin Toft boş zamanlarında boks maçı izlemeyi seviyordu. 1974 yılında Muhammed Ali'nin Foreman'ı yendiği maç kafasına takılmıştı. Maç öncesinde Ali'ye şans veren neredeyse yok gibiydi. Foreman dünya şampiyonuydu ve güçlüydü. Ali ise tuhaf bir boksördü. Fakat maçı kazanan Ali olmuştu. Toft'un, Ali'nin nasıl kazandığı konusunda bir çıkarımı vardı ve bunu test etmek üzere çalışmaya koyuldu. Uzun bir araştırma döneminden sonra 2001 yılında makalesini yayınladı. iRRasyonel'e göre belki de dünya tarih araştırmalarının en çarpıcısı ortaya konur. Toft, "How the Weak Win Wars" (Güçsüzler savaşları nasıl kazanıyor?) adlı makalesinde son 200 yıl içinde gerçekleşen 197 savaşı inceler. Bilinen tüm gerçeklere karşı çıkan şu sonuca ulaşır. Güçsüz olan taraflar güçlülere karşı daha fazla savaş kazanmışlardır. Savaşların %64'ünü güçsüzler kazanmıştır. Peki ama nasıl? Güçsüzler güçlüleri nasıl yenmişlerdir?
Toft'un araştırmalarından çıkan basit bir sonuç vardı. Güçsüzler bilinenin, yerleşik düşüncenin, beklenilenin, alışıldık olanın aksine sıradışı ve akla mantığa aykırı bir strateji belirledikleri zaman güçlüleri yenebiliyorlardı. Buna asimetrik karşıtlık adını vermişti. Güçlü olanın kazanma arzusu düşük, güçsüz olanın kazanma arzusu yüksekti. Sonuçta da arzusu yüksek olan kazanıyordu.
Muhammet Ali Foreman'ı yenerken basit bir strateji kullanmıştı. Foreman Ali'ye her yumruk atışında Ali'nin kulağına şöyle fısıldadığını duyuyordu: "George, beni hayal kırıklığına uğratıyorsun!" Bu alışılmadık davranış şekli Foreman'ın tüm dengesini bozmuştu. Biz de bu makaleden yola çıkarak Türk futbolundaki asimetrik karşıtlık olup olmadığını araştırdık. Giderek endüstrileşen futbol güçlülere mi yoksa zayıflara mı yarıyor?
Futbol maçları üç ihtimalli bir sonuç yaratır. En kazançlı ihtimal galibiyettir. Beraberlik ise ikinci en iyi çözümdür. Kaybetmek ise genellikle en kötü olasılıktır. Futbol takımlarının oyun teorileri genellikle "kazanamıyorsan berabere kal" stratejisine ya da bilinçaltı düşüncesine dayanır. Aslında bu strateji furbol ligleri kurulduğundan beri değişmeden gelmiştir. Hemen hemen tüm maçlar için de geçerlidir.
Bir futbol maçında kazanan takımın genellikle " daha güçlü" olduğu ve zayıfı yendiği düşünülür. Takımların birbirlerine eşit güçte olduğu teoride kabul edilse de sene sonu puan durumlarına bakıldığında aynı puandaki takım sayısının az olduğu görülür. Bu da doğal olarak takımların istisnaen aynı güçlerde oldukları sonucuna ulaştırır. Böyle bir varsayımda takımların maçları kendi sahalarında oynama avantajları beceri ve moral kapasiteyi arttıracağından, eşit güç dengesi yeniden bozulmuş olur. Sonuç olarak da maçların berabere bitme olasılıkları azalır ve kazanan takım sayısı artar.
Endüstriyel futbolun sadece kazanmak üzerine bir mantığa giderek daha fazla oturduğu düşünüldüğünde takımlar maçları daha mı fazla kazanmaya başladı dersiniz? Kaybedenin asla hatırlanmadığı şeklindeki post-modern düşünce acaba kazanma ihtimalini daha mı çok arttırıyor? Ya da daha açık söylersek güçsüzler daha mı çok kazanıyor?
Bu soruların yanıtını bulmak üzere Türkiye Süper Liginin son 16 sezonunun maç sonuçlarını inceledik. 4.896 maçın sonucuna baktık. Kaç maçın kazanıldığı, kaç maçın berabere bittiğini araştırdık. Sonuçlar beklediğimize yakın bir dağılım gösteriyordu.
1998-1999 sezonu 72 maç berabere sonuçlanırken, 232 maç galibiyetle sona ermişti. Kazananların oranı %76 iken, berabere kalının maçların oranı %24'dü.
1999-2000 sezonunda 70 maç berabere sonuçlanırken, 236 maç galibiyetle sona ermişti. Kazananların oranı %77 iken, berabere kalınan maçların oranı %23'tü.
Kazananların ya da başka bir deyişle kaybedenlerin sayısı yıllar içinde azalış gösterirken berabere kalanların sayısı artmıştı.
2012-2013 sezonunda 85 maç berabere sonuçlanırken, 221 maç galibiyetle sona ermişti. Kazananların oranı %72 iken, berabere kalınan maçların oranı %28'di.
2013-2014 sezonunda 81 maç berabere sonuçlanırken, 225 maç galibiyetle sona ermişti. Kazananların oranı %74 iken, berabere kalınan maçların oranı %26'ydı. (Ayrıntılı tabloya aşağıda yer verilmiştir.)
Son 16 sezon 4'erli yıllar olarak gruplandığında değişimin yönünün netliği açıkça ortaya çıkmaktadır. 1999-2002 arasında kazanılan maçların ortalaması %76,8 iken, 2003-2006 arasında %76,1, 2007-2010 arasında %74,6 ve 2011-2014 arasında %74 olmuştur. Yani 4 yıllık ortalamalar itibariyle kazananların oranı yaklaşık %4 azalmıştır. Öte yandan berabere kalanların ortalaması ise 4 yıllık ortalamalar itibariyle sırasıyla %23,2, %23,9, %25,4 ve %26 olarak gerçekleşmiştir.
Bu sonuçlara baktığımızda, endüstrileşmenin yarattığı "kazanan her şeyi alır" duygusu, kazanan sayısını değil kaybetmeyen sayısını arttırmış görünüyor. Son 16 yıllık dönemde kazanan sayısındaki yaklaşık %4'lük azalış, kaybedenlerin hatırlanmayacağı korkusunun bilinçaltında kaybetmeme düşüncesini güçlendirdiği şeklinde yorumlanabilir. Takımların güç dengelerinin giderek birbirine yakınlaşmaya başladığı, futbolcuların fiziksel özelliklerindeki farklılaşmanın azaldığı, maçlar üzerine oynanan bahislerin takımlar üzerindeki etkisi ve diğer yapısal ve rastlantısal özellikler değişimin nedeni olarak ileri sürülebilir. Ya da belki trendin zayıflığı nedeniyle kazanan sayısındaki azalma önemsiz görülebilir. Sonuçların tartışmasını futbol yorumcularına bırakalım. Fakat bir şeyin kesinlikle altını çizmeliyiz: Bilimsel bir bakış açısıyla rakamlar değerlendirildiğinde, maçlarda daha az takım kaybetmeye başlamış görünüyor. Bu da takımların güç dengelerinin giderek birbirine yaklaştığı şeklinde rahatlıkla yorumlanabilir. Daha açık söylersek, güçlü ile zayıf arasındaki fark giderek kapanıyor ve asimetrik karşıtlık giderek artıyor.
Kaba bir söylemle, istatistikler, futbolun uzak bir gelecekte beraberlik dışında bir sonuç yaratmayacağını söylüyor. Yani bir gün tüm maçlar berabere bitebilir. Ya da belki Alex Ferguson'un dediği gibidir: "İstatistik mini eteğe benzer; çok şey gösterir ama asıl görünmesi gerekeni göstermez."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder