Temel düşünce yetersizliğimiz son günlerde daha da netleşmiş görünüyor. Belli bir konuda ne o konuyu savunanlar ne de o konuya eleştiri getirenler tam olarak savundukları ya da eleştirdikleri konuyu anlamış durmuyorlar. Problemin çözümü için geçerli olan problemin net olarak tanımlanması ilkesi böylece yerine getirilmemiş oluyor ve problemleri çözmek için gerekli adımları atmaya başlayamıyoruz. Mesela ülkede ekonomik kriz var mı, dolar bizden kaynaklanan sebeplerle mi yükseliyor ya da dış politikamız ne kadar doğru gibi soruların yanıtlarını bulmayı bırakın Fidel Castro'nun öldüğüne sevinelim mi üzülelim mi, Atatürk nasıl biridir, Sıla sanatçı mıdır gibi basit soruların bile hala yanıtında uzlaşamamış bir toplum var ortada. En basit politik, kültürel, tarihsel ya da ekonomik konularda bile ortak bir sağduyu içeren anlayış ve kavrayıştan çok uzağız. Peki ama neden?
Aslında yanıtı uzun zamandır biliyoruz. Egemen bir kültür, kendi suretinde bir muhalefeti her zaman yaratmayı başarır. Mesela, kadına güzelliğinin, erkeğe cinsel gücünün yeterli olmadığını o nedenle göğüs büyütmesinin ya da havalı bir spor araba satın almasının bu sorunları çözeceğine inandıran bir sistemde yaşıyoruz. Böyle bir liberal realizm, tarih boyunca yaşanmamış bir durum ve ilk kez bu kadar çaresiziz. Düşüncelerimiz gerçeklikten çok uzak. Neredeyse belli bir konudaki tüm çıkarımlarımız hatalı. Bundan sonraki hayatımız en temel konularda bile bırakın çözümü, problemin ne olduğunu tam olarak tanımlayamadan mı geçecek?
Türkiye'de hemen herkes birazdan anlatılacak hikayeyi bilir. Birçok "akıllı" olduğu düşünülen yazar bu hikayeyi kullanarak çıkarımlar yapmışlar ve okuyucularını yönlendirmişlerdir. Okuyucularına demişlerdir ki, işte doğru çıkarım bu, siz de böyle düşünür ve yaparsanız dünya daha güzel bir yer olur. Acı olan şey şu ki, kavrayışları eksiktir ve bundan dolayı da okuyucularını yanlış yönlendirmişlerdir. Yani egemen kültüre uygun bir muhalif düşünce yaratmışlardır. Öncelikle hikayeyi bir kere daha hatırlayalım ve ulaşılan sonuçları yeniden özetleyelim.
Dünyanın en önemli kemancılarından Joshua Bell, 3 milyon dolarlık Stradivarius kemanıyla, bir metro girişinde 43 dakikalık bir konser verir. Önünden tam 1.097 kişi geçer ve 32 dolar para bırakırlar. Konserleri 1.000 dolarlık bilet fiyatıyla satılan Joshua Bell'i bırakın tanıyanı, kulak verip dinleyeni bile çıkmaz. Deneyin tasarımcısı Washington Post gazetesinden Gene Weingarten yazdığı makaleyle 2008'de Pulitzer Ödülü alır. Weingarten makalesinde şunu söyler: Sıradan bir yer ve uygunsuz bir zamanda güzelliği algılayamıyoruz; ne kadar zayıfız!
Makaleyi okuyan yazarlarımız hemen bastılar yaygarayı: Bakıyoruz ama görmüyoruz... Algıda seçiciyiz... Hayatı kaçırıyoruz, biz insan değiliz... Konsere bin dolar versen dinlerdin ama... Falan filan. Bir sürü boş laf. Egemen kültürün yarattığı kendine uygun muhalefetten başka bir şey değil. Peki öyleyse hata nerede?
Egemen kültürün bu hikayede hiçbir zaman ön plana çıkarmadığı başka bir boyut daha vardır. Deneyin videosunu seyredenler 43 dakikalık konserin son dokuz dakikasında kısa boylu kel bir adamın belli bir mesafeden tüm dikkatiyle konseri dinlediğini fark ederler. Joshua Bell'in sepetine 5 dolar bırakan bu adam ne onu tanımıştır ne de bir sanat eleştirmenidir. Kültür tarihinin belki de en çarpıcı kişiliklerinden biri olması gereken (ama hiçbir zaman olamayan) bu kişi postane memurluğu yapan John Picarello'dur. Deneyi tasarlayanlar daha sonra Picarello'yu ararlar ve sorarlar: "O gün işe giderken olağanüstü bir şey oldu mu?" Picarello hiç düşünmeden yanıt verir: "Metroda bir müzisyen vardı. Daha önce böyle biriyle hiç karşılaşmamıştım. Tekniği mükemmeldi ve harikulade çalıyordu. İnanılmaz bir müzisyendi."
Picarello modern dünyanın kahramanı olması gereken kişidir. Sıradan bir vatandaştır, iyi bir sanat eğitimi almıştır, basit bir işte çalışmaktadır, neyin değerli olduğunu ilk anda fark etmektedir ve önceliklerini buna göre belirlemektedir. Oysa ne popüler kültür, ne Amerikan medyası, ne de bizim yazarlarımız bu kahramanı hiçbir zaman öne çıkarmamışlardır.
İşte, böyle bir dünyada yaşadığımız için, hiçbir problemi çözmemiz mümkün gözükmüyor. Bırakın çözmeyi tanımlayabilmemiz bile çok zor artık. Toplumun önemli kesiminin bu deneyde kafayı kaldırmadan geçen insanlar olduğunu hepimiz fark ediyoruzdur herhalde. Emin olun, bu deneyi bize anlatarak ahkam kesenler de kafayı kaldırmadan geçenlerdir. Bu deneyden çıkardıkları sonuçlardan bunu rahatlıkla görebiliriz. Ulaştıkları çıkarımlarla, egemen kültürün yarattığı kendine uygun muhalefet çizgisinden öteye geçememişlerdir.
Bu deney bizde yapılsa tartıştığımız konular muhtemelen şunlar olurdu: Jashua Bell de nedir, bizim Aşık Veysel'imiz çalsa herkes tanırdı; metro çok sıkışıktı, duyamadık; yandaş basının işi olsa gerek, yoksa metroda değil Taksim'de yaparlardı; dolar olmuş kaç lira bunlar hala deney derdinde, Postacı reyiz, seninleyiz; vesaire vesaire. Bunları tartışmaktan bırakın Picarello'yu deneyin sonuçlarına bile ulaşamazdık.
Gelinen nokta da budur. Bırakın ekonomik kriz var mı, dolar bizden kaynaklanan sebeplerle mi yükseliyor ya da dış politikamız ne kadar doğru gibi soruların yanıtlarını bulmayı önümüzdeki yıllarda da Fidel Castro'nun öldüğüne sevinelim mi üzülelim mi, Atatürk nasıl biridir, Sıla sanatçı mıdır konularını tartışmaya devam edeceğiz.
Robin Sharma'nın dediği gibi: İnsanlık çok ilerledi; artık görülmüyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder