Finansal piyasalarda kaybedenlerden iseniz hiç üzülmeyin. Çünkü şimdi size altın formülü vereceğiz. Diyelim satın aldığınız hisse senetlerinin fiyatı düştü ve çok para kaybettiniz. Yapmanız gereken hesabınıza her baktığınızda mutlu olmanız ve acı duymamanızdır. İlave bir şey yapmanıza gerek bulunmuyor… Ya da diyelim ki kredi kartı borcunuzun ödeme günü geldi ve paranız yok. Tasa etmenize ya da depresyona girmenize gerek bulunmuyor. Kendinizi mutlu hissedin. Eğer zihniniz böyle hissederse bedeniniz de buna mutlaka uyum sağlayacaktır.
Bir finansal danışmanın sorunlarınıza bu şekilde cevap verdiğini görseniz herhalde sizle dalga geçildiğini düşünürsünüz. Kesinlikle haklısınız, sizinle dalga geçiliyordur. Peki ama kişisel gelişim kitaplarını okurken neden böyle düşünmüyorsunuz? Sizin sorununuzun ne olduğu konusunda en ufak bir fikre sahip olmayan birinin önerilerinden neden medet umuyorsunuz?
Mutluluk, para, aşk veya acıyı yenmenin altın kurallarını öğrettiğini söyleyen kitaplara her yıl milyarlar ödüyoruz. Birçok kişi kitapları büyük bir beğeniyle okusalar da sonuçta kitabın vaat ettiği şeye ulaşamadıklarını kendileri de biliyorlar. Eleştirmen J.Uebergang kişisel gelişim sektörünün yalanlar, mitler ve tehlikeler üzerine kurulu olduğunu söylüyor ve herkesi uyarıyor.
Başkalarına bağlı kalmaksızın kendinizi tamir etmenize kişisel gelişim deniyor kısaca. Motivasyon, psikoloji ve iletişim gibi alanlarda mental yapınız, guruların öğütleri ile geliştirilmeye çalışılıyor. Cilalanmış anekdotlarıyla sonsuz mutluluk, ebedi aşk, sınırsız zenginlik, efsanevi başarı vaat eden bu yazarların özgeçmişlerine baktığınız zaman tuhaf bir şey fark ediyorsunuz. Hiçbiri pazarlamaya çalıştığı konuyla ilgili geçerli bir eğitime sahip değil. Ne o konuda üniversite tahsilleri var, ne de yıllar süren araştırmaları. Kurslar, seminerler veya kendilerini geliştirerek guru düzeyine ulaştıklarını söylüyorlar. Hastalanınca doktora değil de peyzaj mimarına gitmek gibi bir şey…
Kitapların sunduğu altın formüller herkes için aynı. Yani benim başım ağrıyor ya da midem bulanıyor demeniz pek önemli değildir. Tedavi kanser tedavisiyse siz de aynı tedaviyi alacaksınız demektir. Diyelim ki depresyondasınız. Formül herkes için aynı. Kök nedenin kişiden kişiye farklılık gösterebileceği umursanmaz. Üstelik sizin geleneksel çözümlerinizi de alay konusu ederler. Kadim sırların evrimsel süreçlerden geçirilerek makyajlanmış hali önünüze tedavi diye sunulur.
Kişisel gelişimin size önerdiği şey Ikea’nın önerdiğinden farklı değildir. Kendi mobilyanız gibi kendi zihinsel ve bedensel probleminizi onarmanız veya yeniden yapılandırmanız istenir. Fakat giriştiğiniz iş dolap yapmak gibi basit değildir. Beyniniz ve vücudunuzda yaşananların birçoğu size yabancı şeylerdir. Başınız ağrıdığını biliyorsunuzdur ama buna sebep olan şeyin kötü beslenmeden mi, zararlı içeceklerden mi, hastalıktan mı veya diğer herhangi bir sebepten mi kaynaklandığını bilemezsiniz. İşte o anda elinize bir kişisel gelişim kitabı aldığınızda size önereceği şey çoğunlukla bellidir. Pozitif düşünün, kötülüğü, acıyı, zayıflığı veya kötü düşünceyi kafanızdan silin. Olumlu şeyleri düşünüp, olumsuzluklara kafayı takmamak herkese mantıklı gelen bir yaklaşımdır. Geleneksel bilgeliğin ve ahlaki doktrinlerin de doğru kabul ettiği bir düşüncedir. Peki ama bilimsel olarak ne kadar doğrudur?
Başarıya ulaşmak için negatif düşünceleri kafamızdan silmemiz gerektiği düşüncesi bilimin birçok defalar ortaya koyduğu gibi tamamen hatalıdır. İlk kez 1994 yılında sosyal psikolog Daniel Wegner tarafından ortaya konan “Ironic Processes Theory” bu mitin aslında hatalı olduğunu göstermiştir. Wegner’in bugün tüm psikoloji dünyası tarafından kabul edilen teorisi basitçe şöyledir. Eğer zihninizden bir olumsuzluğu silmek için zihninize daha fazla çaba göstererek bunu yapabileceği yönünde yüklemeler yaparsanız, ulaşacağınız sonuç şu olur. Bu bilişsel yüklemeler zihin tarafından engellenir; üstelik engellenmekle de kalmaz, eski olumsuz düşüncenin güçlenmesine neden olur. Daha basit söylersek biri size beş dakika boyunca beyaz ayı düşünmeyin derse, bırakın düşünmemeyi, aklınızdan çıkmadığını görürsünüz. Leanordo DiCaprio’nun oynadığı “Inception” adlı film de bu teoriyi anlatır.
Görüldüğü gibi negatif bir durumun varlığı altındayken pozitif düşüncelerimiz kısıtlı mental yetilerimizde bir değişiklik yaratamamaktadır. Bu kişisel gelişim kitaplarının sunduğu temel düşünce olan pozitif düşüncenin sakat tarafını açıklıkla gözler önüne sermektedir.
Finansal piyasalarda işlem yapanlar problemlerin nasıl çözüleceğini oldukça iyi bilirler. Düşen bir hisse senedinin yaratacağı kaybetme mutsuzluğunu pozitif düşünerek değil, belli bir noktada zararı durduracak bir satış emri ya da şirketin gelecek potansiyelini yeniden inceleyerek tolore etmeye çalışırlar. Ya da kredi kartını ödeyecek paraya sahip değilseniz, sorunu çözecek şey pozitif düşünerek bir yerlerden para beklemek değil, yapılandırma prosedürlerine bakarlar. Eminiz bunları siz de biliyorsunuzdur. Çünkü finansal okuryazarlığımızın zayıf olduğu söylense de bunları bilecek kadar gelişmiştir. Ama kişisel gelişim okuryazarlığımızın hala çok düşük olduğunu söylemek sanıyoruz hatalı bir çıkarım olmayacaktır.
Karşılaştığınız sorunların çözümü için, gurusu olduklarını söyledikleri konuda hiçbir geçerli eğitime sahip olmayanların sahte tedavilerinden önce bilimin kesinliklerine inanırsanız, eminiz ki hayal kırıklığını daha az yaşayacaksınız. Eric Hoffer’in şu sözünü sanıyoruz bir kere daha hatırlamak gerekiyor: “Dağları yerinden oynatmaya yeterli teknik gücün bulunduğu yerde, dağları yerinden oynatan inançlara ihtiyaç yoktur."
2 yorum:
Yumruk,akla tabidir sözünü hatırladım yazıyı okuyunca.Düşünce ve inanç kalıplarımız aklı temsil ederken,yumruk onu nasıl kullandığımıza işaret.Hitler ve Gandhi örnekleri.Salt pozitivist bilimi tek gerçek olarak referans almanın eksik bir bakış açısı olacağını bugün quantum fiziğine olan itibarın artmasından da anlayabiliriz.Bilim de sanırım kendi paradigmalarını gözden geçirmeli,nasıl ki insanların hiçbir şey yapmadan sadece pozitif düşünerek hayatında olağanüstü gelişmlerin olmasını bekleyemeyeceği gerçeğini idrak etmeleri gibi.İstenilen maddi şeylerin aslında bir ihtiyaç mı istek mi olduğu ilk sorulması gereken soru olmalı diye düşünüyorum aynı zamanda kişinin kendi gelişimiyle ilgili de ihtiyaç ve isteklerini nasıl ayırabileceği bir tercih meselesi olsa gerek.
Kadim ve ızdırap veren soru her zaman sorulacaktır "ben kimim".İşte bu arayışın farkında olanlar bu konuyu ticarete taşımakta gecikmiyorlar.
Yorum Gönder