ABD ile Kuzey Kore arasındaki gerilim gündemin önemli konusu. Sebebini herkes biliyor; nükleer silahlar. Peki ama ekonomisi bu kadar zayıf olan, hiçbir güçlü sektöre sahip olmayan, bilim ve teknolojide önemli bir başarısı bulunmayan bir ülke nasıl olur da nükleer silaha sahip olabilir?
Dünya ekonomi tarihinin tartışmasız en tuhaf hikayesi bu sorunun yanıtını fazlasıyla veriyor. Pek bilinmeyen ve anlatılmayan bu hikayeyi bilmeyenler için bir kere daha anlatalım.
Her şey 1989 yılında Filipinler'de başladı. Ülkenin Merkez Bankasında çalışan bir memur dokunduğu 100 dolarlık bir banknotta yanlış bir şeyler olduğunu fark etti. Fakat makineler parada yanlış bir şey görememişlerdi. Şüphesini sürdüren banka parayı Japonya'nın en ünlü sahte para uzmanı Yoshihide Matsumura'ya gönderdi. Matsumura gördüğü paradan oldukça etkilenmişti. Tıpkı ABD doları gibi %75 Amerikan pamuğundan ve %25 ketenden üretilmişti. Genelde sahte para üretirken kullanılan ofset baskı ile değil, Fourdrinier makinesi ile üretilmişti. Sadece hükümetlerin kullandığı en pahalı yöntem olan Intaglio ile basılmıştı. Matsumura kararını vermişti: Para sahteydi.
Matsumura parayı derhal CIA'ye gönderdi. Yapılan ileri tetkiklerde parada üç tür hata tespit edildi. Fakat uzmanları şaşırtan başka bir şey daha vardı: Hatalar bilerek ve isteyerek yapılmış gibiydi. Yani kalpazanlar kendi paralarını gerçek paradan ayırt etmek için 100 dolarların üzerine işaret koyuyorlardı. Peki ama bu paraları kim basıyordu?
Yıllar süren araştırmalar sonucunda ulaşılan tek ipucu, Bekaa Vadisinde ele geçirilen sahte paralarla olan seri benzerliğiydi. Bundan daha öteye gidilememişti ama sahte dolarlar basılmaya da devam ediyordu. ABD bu tehlikeyi önlemek için 1996 yılında 100 dolarlık banknotların tasarımını değiştirme kararı aldı ve eski paraları piyasadan çekti. Tam tehlikenin geçtiği düşünülürken 1998 yılında Londra'da yeni banknotların üç hatalı sahtesine rastlandı. Kabus geri dönmüştü.
CIA araştırmayı derinleştirdi. 1970'lerde Kuzey Kore'de sırra kadem basan Yoshimi Tanaka adındaki bir Kızıl Ordu askerine ulaşıldı. Oradan IRA lideri Sean Garland'ın Moskova'ya ziyaretlerinde dört kez Kuzey Kore elçiliğini ziyaret ettiği öğrenildi. Tüm ipuçları aynı yerde birleşiyordu: 39.Oda! Yani Kuzey Kore'nin suç faaliyetlerini organize eden kuruluş.
Ajanlık dünyasının tüm bilgeliği devreye sokuldu; uydu fotoğrafları, rüşvetler, köstebekler, tehdit, şantaj ve diğerleri. Sonunda Kuzey Kore'de dolar basan üç adet makina olduğü tespit edildi. Biri Kuzey Kore ordusunda, diğeri Komünist Partide, üçüncüsü ise Başkanın evindeydi. Bu üç makine ile her yıl birkaç milyar dolar rahatlıkla basılabilirdi.
Dünyanın her yanına dolar ihraç eden Kuzey Kore ABD'ye de ihracata başlayınca hükümet 100 dolarlık banknotları 2003 yılında yeniden değiştirme kararı aldı ve eskileri piyasadan çekti. Fakat Kuzey Kore'nin sahteleri piyasaya sürmesi uzun sürmedi. 2005 yılında yakalanan ilk örnekler CIA'ya gönderildi. İnceleme raporu bu kez farklı bir şey söylüyordu: "İyi de bunlar gerçek!" Yani kalpazanlar artık kendi paralarını diğerlerinden ayırt etmek için bastıkları sahte dolarların üzerine işaret koymamaya başlamışlardı.
İşte, Kuzey Kore'nin bugünkü nükleer gücünü yaratan hikaye bu sahte 100 dolarlardan başka bir şey değildir. Peki ama ABD kiminle savaşıyor öyleyse?
Yukarıdaki hikayeden bu sorunun yanıtını çıkaramayanlar varsa Mark Twain'in sözleriyle yeniden açıklayalım:
"Yetişkin bir kızı olan dul bir kadınla evlenmiştim.
Babam da üvey kızımla tanışınca, ona aşık oldu ve sonunda da kandırdı ve evlendiler.
Böylece babam damadım oldu. Üvey kızım da annem durumuna geldi.
Karım bir oğlan doğurdu.
Çocuk tabii ki babamın kayın biraderi ve üvey annemin kardeşi olarak benim dayım sayıldı,
Üvey annem de bir oğlan doğurdu. Böylece kardeş sahibi oldum.
Ama üvey kızımın çocuğu olduğundan, aynı zamanda da torunum sayıldı.
İş bu kadarla da bitmedi.
Karım annemin annesi olduğu için, benim büyük annem sayıldı.
Ben de babamın babası oluyordum.
Sonunda kendimin dedesi olmuştum."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder