Üniversiteden mezun olup finans sektöründe hemen iş bulabilen şanslı azınlık sektörü tanımaya başladı. İlk geribildirimler "Finans sektörü bu muymuş; peki şimdi ne yapacağız!" şeklinde. Sektörün tatmin etmeyen iş ortamı ilk rahatsızlık. Mezunların kafasındaki finans dünyasıyla, karşılaştıkları arasında dağlar kadar fark var. iRRasyonel'e ulaşanlardan biri "Bize üniversitede hiç bunlardan bahsedilmedi" diyordu memnuniyetsizlikle. Acaba gençlere finans sektörünün parlak geleceğini anlatırken bir gerçeği anlatmamış olabilir miyiz?
Üniversiteyi bitirip finans sektörünü tercih edenlere neden bu sektörü tercih ettiklerini sorduğumuzda benzer yanıtlar verdiler. Hepsi bu işten iyi para kazanıldığında mutabıktı. Fon yöneticisi James Simmons'un 2 milyar dolara yakın kazandığını, Princeton'u bitirenlerin %50'sine yakınının finans sektöründe işe başladığını ve John Paulsen'in 4 milyar dolar kazandığını biliyorlardı. Ama bilmedikleri bir şey vardı ya da belki tam olarak hatırlayamadıkları: "Almanya yenilince biz de yenilmiş sayıldık!"
Nasıl mı?
İnsanlar kazanma şanslarını olduğundan fazla öngörüp geleneksel işlerden, finans gibi yeni alanlardaki işlere yönelmeleri büyük bir hata içerir. Diyelim ki üniversiteden mezun bin kişi var ve kendilerine şu iki işten birini seçmeleri gerektiği söylensin: Balık avlayarak yılda 1 milyon kazanmak ve fabrikada işçilik yaparak yılda 30.000 kazanmak. Şimdi düşünelim; mezunlarımız hangi işi seçeceklerdir?
Aslında yanıt oldukça basit. Diğer şartlar aynıysa adayların tamamı balık avlamak isteyecektir. Peki sonra ne olacak? Ekonomik teori bize şunu söyler. Balıkçı sayısı arttıkça avlanacak balık miktarı azalacaktır. Yani kazanç 1 milyondan azalmaya başlayacaktır. Her yeni girişle daha da düşecek ve belki sonunda fabrikada işçi olarak kazanılan paranın altına düşecektir. Ekonomi bize gerçeği oldukça iyi açıklar. Eğer balıkçı olmak isteyenler artmamış olsaydı, gelir de azalmamış olacaktı. Ama her yeni balıkçı sadece balıktan elde edeceği kazancı düşündüğünden balık miktarındaki azalmayı düşünmeyecektir. İşte finans sektörü de böyle çalışır.
Tıpkı denizde çok miktarda balık olması gibi, belirli bir zaman diliminde finans piyasasında çok fazla işlem ve gelir olabilir. Muhtemelen vardı da. Fakat "finansçı" sayısı arttıkça gelirler düşmeye başladı ve sonunda sektör giderek kaynak israfı yaratan bugünkü haline geldi.
Finansal piyasalarda her bir uzmanlık alanı için geliri çok yüksek sadece birkaç pozisyon vardır. Bu nedenle çok yüksek kazançlı bu pozisyonlara yönelik rekabet yüksektir. Her bir pozisyon için binlerce aday bulmak mümkündür. Bu gerçeği iyi hesaplayamayanlar ise başarı şanslarını olduğundan yüksek görürler. Her adayla birlikte başarı şanslarının azaldığını hesaplamazlar. Sonuçta ortaya herkesin kaybettiği bir oyun çıkar. Amerika'da yapılan bir araştırmanın çarpıcı sonucu bu durumu oldukça iyi izah eder: "Hedge fonlar ve girişim sermayesi şirketlerinde kariyer yapmak için mücadele edenlerin yarısı istifa etse bile, bu pozisyonları doldurabilecek kalifiye insanların sayısında bir azalma olmayacaktır." Acaba bu gerçeği gençleri hatırlatan tek bir üniversite çıkmış mıdır? Onlar suçu kendi yeteneklerini daima abartan öğrencilerinin enformasyon çarpıklığında görseler de aslında suç tamamen üniversitelerdedir. Yoksa her kurulan üniversite işe "İşletme Fakültesi" açarak başlamazdı.
Aslında uzatmaya hiç gerek yok. Bugünün azimli mezunlarından birçoğu kararlılıkla ve ümitle işlerine devam edecekler. İstedikleri kariyere ve kazanca çok çalışırlarsa ulaşacaklarını düşünecekler. Sonuçta kaybettiklerinde de suçu kendi mantık hatalarında değil, sektörün acımasızlığında arayacaklar. Zaten bunun böyle olması gerektiğini, yani gerçek nedeni sorgulayarak "kafa patlatmak" yerine kendilerine sunulan nedenin kabul edilmesi gerektiğini daha lise yıllarında tarih kitaplarında okumamışlar mıydı: "Almanya yenilince biz de yenilmiş sayıldık!"
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder