Türk bankacılık sektörü 2000’li yıllardan sonra dönemsel anapara artı faiz ödemeli kredilere giderek daha bağımlı hale gelmeye başlamıştır. Perakende bankacılık yaklaşımıyla gerçek kişilere, küçük ve orta boy tacir ve kurumlara verilen bu kredilerin toplam gelirler içindeki payı %60 seviyelerine yaklaşmaktadır. Sektördeki tüm bankaların aynı pazara odaklanmaları kar marjlarını giderek daraltırken, kayıtlı çalışan sayısının yetersizliği de pazarın gelişmesi önündeki en önemli dezavantaj olarak görülmektedir.
Sektörle ilgili rakamsal verilerin istatistiki kayıtları, karşılaştırmalı analizleri ve dönemsel raporlamalarındaki yetersizlikler analizleri soyutlaştırsa da, pazarın geleceğiyle ilgili bazı gözlemlerin yapılması faydalı olacaktır. 60 milyar YTL'yi bulan toplam bireysel krediler portföyündeki artış tatmin edici seviyelerde olsa da, artışın yeni müşterilere kullandırılan kredilerden mi, yoksa mevcut müşterilerin kredi limitlerinin genişletilmesinden mi kaynaklandığı veri yetersizliği nedeniyle tespit edilememektedir. Kuvvetle muhteliftir ki, yeni kullandırımların payının giderek azalan bir seyir gözterdiği müşteri davranışlarından algılanmaktadır.
Öte yandan, benzer ürünler satan bankaların çokluğu ve açlığı nedeniyle, tahakkuka düşen müşterilerin rakip bankalarca kredilendirilerek mevcut borçlarının tasfiyesi yöntemi de, sistem açısından yeni müşteri kazanılması anlamı taşımadığından, bankaların müşteri sarmalı sıkıntısına girmeleri riskini yaratmaktadır.
Yapılan sosyal araştırmalar, müşterilerin yükümlülüklerini yerine getirmede giderek artan bir isteksizlik gösterdiklerini ortaya koymuştur. Buna tüketicilerin gelir-gider dengelerindeki cari açığın giderek artması ve bankaların dönemsel ödemelerde esnek olmayan yaklaşımı da eklendiğinde tahakkuka düşme riski büyümektedir.
Negative Amortization Krediler (NegAms) bu noktada, tahakkuk ve müşterinin başka bankaya kaybı arasında tampon oluşturacak bir türev kredi ürünü olarak devreye girmektedir. Borçlunun yapabileceği ödeme, ödenmesi gereken taksit tutarından daha azsa, kalan kısım anaparaya eklenerek ödeme planı yeniden oluşturulur. Böylelikle hem müşteri tahakkuka düşmekten korunur, hem de faize esas ana para bakiyesi belli ölçüde devam ettirilmiş olur.
Basit bir örnekle açıklayalım. %10 fazi oranı ile 12 ay vadeli, 12.000 YTL kredi kullanan müşterinin aylık taksit ödemesi; eşit anapara ödemesi varsayımıyla, 1000 YTL anapara, 100 YTL aylık faiz olmak üzere 1100 YTL olacaktır.
Müşterinin aylık ödemesi için 500 YTL getirdiğini düşünürsek; 100 YTL faiz ve 400 ytl anapara ödenerek, kalan 600 YTL (1000-400) anaparaya ilave edilecek ve ödeme planı yeniden oluşturulacaktır. Müşteri taksit tutarı olan 1100 YTL'yi tam getirmiş olsaydı, faize esas anapara 11.000 YTL'ye düşecekken, bu durumda 11.600 YTL'ye gerileyecektir.
Kredi bakiyesi korunarak faiz geliri sağlanırken, 600 YTL ilave kredi bakiyesinin operasyon ve satış maliyeti de sıfırlanmış olacaktır.
Bankalar, anapara tahsilatlarında konvansiyonel paradigmalarının etkisiyle esnek bir yaklaşım sergileyememektedirler. Anapara tahsil edilmediği sürece tahsilinin güçleşeceği, borç alan açısından özsermayeye dönüşeceği düşüncesine inanmaktadırlar. Anapara akışkanlığının kredi riskini düşürdüğünü ispat eden matematiksel modellere sahip olmasak da, 1-2 yıl gibi kısa dönemlerde borç tutarının azaltılmasının borçlularda yaratacağı psikolojik etkiyi yok saymamalıyız. Fakat artan rekabet bankaların pastadan aldığı payı azaltırken, psikolojik algılamaların yerini realistik risk yönetim tekniklerinin alması gerekliliği kaçınılmazdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder