Merkez bankaları tüm rezervlerini, finansal sistemi kurtarmak için sorgusuzca harcıyor. Geçen bir ay boyunca tüm yayın organları, dünyanın dev bankalarına enjekte edilen yüksek miktarlardaki likidite haberleriyle doluydu. Peki, nedir bu likidite, ne işe yarar ve niçin bankalar için bu kadar önemlidir?
Ekonominin her kesiminden yükselen açıklamalardan belki de en doğru olanı likidite kurudu itirafı. Herkes için farklı bir anlamı olan likidite, ekonomi sözlüklerinde şöyle tanımlanıyor: “Paraya kolayca çevrilebilen varlıklar…” Başka bir ifadeyle, bir varlık likitse, piyasa fiyatını oynatmadan o varlıktan yüksek miktarlarda satılabilmesi mümkündür. Ve eğer likit değilse, satış imkanı zordur.
İnsanlar kolayca satamayacakları şeyleri almak istemezler. Satın almayı düşündükleri bir varlığın satışında zorluk yaşayacaklarını veya potansiyel alıcıların az olduğunu hissettiklerinde, satın almak için ödeyecekleri miktarı düşürmek isterler. Gelişmiş piyasalar için de aynı frekans geçerlidir. Menkul kıymetlerin alım ve satımı kolay ve ucuz olmalıdır. Eğer piyasada likidite azalırsa, finansal piyasaların çalışma ahengi bozulur.
Bankalara enjekte edilen likiditede, tanımlamada bahsettiğimiz piyasa likiditesinden biraz farklıdır. Genellikle haberlerde duymaya alıştığımız, “sisteme pompalanan büyük miktarda likidite” sözü, para arzının arttırılması sonucunda uygun faiz oranlarıyla borçlanabilme anlamına gelmektedir. Daha teknik bir ifadeyle, risk spread’i borç alanın mali tablolarında önemli etkiler yaratmaz. Borç alanın ödediği risk priminin düşük olması nedeniyle ilave borçlanma durumunda da maliyetlerdeki artış sınırlı olur.
Bankalar likiditeye neden ihtiyaç duyarlar?
Son dönemlerde, mortgage kredilere bağlı menkul kıymetlerin değerlerindeki düşüşler devam etmektedir. Bu menkul kıymetleri ellerinde bulunduran yatırımcılara, ev satın almak için mortgage kredisi kullanan müşterilerin taksit ödemelerinden gelen faizlerden paylarına düşen kısmın ödenmesi gerekmektedir. İşte, likiditenin kullanılacağı yerlerden biri burasıdır. Müşteriler tarafından düzenli ödemelerin yapılmaması nedeniyle, bu menkul kıymet havuzlarına, faiz ödemelerini karşılayacak kadar para girmemektedir.
Benzer bir yaklaşımla, kredilerdeki tahakkuk oranlarının artması faiz gelirlerinde düşmeye neden olmaktadır. Verdiği kredilerden faiz geliri elde edemeyen bankalar, topladıkları mevduatın faiz ödemelerini yapmakta zorlanmaktadırlar. Kredi ve mevduat bankalarını iflasa sürükleyen sebep budur.
Son olarak da, gelir kaynaklarının azalması sonucu işletme giderlerinin ödenmesi zorlaşacaktır. Bu da işçi çıkarmadan, faaliyetlerde kısıtlamaya kadar birçok sıkıntılı çözümü beraberinde gerektirmektedir.
Tüm bu gereksinimleri karşılamak için bankalar gereken nakti bulamadıkları zaman iflas durumuyla karşı karşıya kalacaklardır. Bir bankanın batmasının ekonomide yaratacağı etkiler düşünüldüğünde, merkez bankaları likidite takviyesi yapmak zorunda kalmışlardır. Bunun çözüm için yeterli olup olmayacağını bekleyip göreceğiz.
Ekonominin her kesiminden yükselen açıklamalardan belki de en doğru olanı likidite kurudu itirafı. Herkes için farklı bir anlamı olan likidite, ekonomi sözlüklerinde şöyle tanımlanıyor: “Paraya kolayca çevrilebilen varlıklar…” Başka bir ifadeyle, bir varlık likitse, piyasa fiyatını oynatmadan o varlıktan yüksek miktarlarda satılabilmesi mümkündür. Ve eğer likit değilse, satış imkanı zordur.
İnsanlar kolayca satamayacakları şeyleri almak istemezler. Satın almayı düşündükleri bir varlığın satışında zorluk yaşayacaklarını veya potansiyel alıcıların az olduğunu hissettiklerinde, satın almak için ödeyecekleri miktarı düşürmek isterler. Gelişmiş piyasalar için de aynı frekans geçerlidir. Menkul kıymetlerin alım ve satımı kolay ve ucuz olmalıdır. Eğer piyasada likidite azalırsa, finansal piyasaların çalışma ahengi bozulur.
Bankalara enjekte edilen likiditede, tanımlamada bahsettiğimiz piyasa likiditesinden biraz farklıdır. Genellikle haberlerde duymaya alıştığımız, “sisteme pompalanan büyük miktarda likidite” sözü, para arzının arttırılması sonucunda uygun faiz oranlarıyla borçlanabilme anlamına gelmektedir. Daha teknik bir ifadeyle, risk spread’i borç alanın mali tablolarında önemli etkiler yaratmaz. Borç alanın ödediği risk priminin düşük olması nedeniyle ilave borçlanma durumunda da maliyetlerdeki artış sınırlı olur.
Bankalar likiditeye neden ihtiyaç duyarlar?
Son dönemlerde, mortgage kredilere bağlı menkul kıymetlerin değerlerindeki düşüşler devam etmektedir. Bu menkul kıymetleri ellerinde bulunduran yatırımcılara, ev satın almak için mortgage kredisi kullanan müşterilerin taksit ödemelerinden gelen faizlerden paylarına düşen kısmın ödenmesi gerekmektedir. İşte, likiditenin kullanılacağı yerlerden biri burasıdır. Müşteriler tarafından düzenli ödemelerin yapılmaması nedeniyle, bu menkul kıymet havuzlarına, faiz ödemelerini karşılayacak kadar para girmemektedir.
Benzer bir yaklaşımla, kredilerdeki tahakkuk oranlarının artması faiz gelirlerinde düşmeye neden olmaktadır. Verdiği kredilerden faiz geliri elde edemeyen bankalar, topladıkları mevduatın faiz ödemelerini yapmakta zorlanmaktadırlar. Kredi ve mevduat bankalarını iflasa sürükleyen sebep budur.
Son olarak da, gelir kaynaklarının azalması sonucu işletme giderlerinin ödenmesi zorlaşacaktır. Bu da işçi çıkarmadan, faaliyetlerde kısıtlamaya kadar birçok sıkıntılı çözümü beraberinde gerektirmektedir.
Tüm bu gereksinimleri karşılamak için bankalar gereken nakti bulamadıkları zaman iflas durumuyla karşı karşıya kalacaklardır. Bir bankanın batmasının ekonomide yaratacağı etkiler düşünüldüğünde, merkez bankaları likidite takviyesi yapmak zorunda kalmışlardır. Bunun çözüm için yeterli olup olmayacağını bekleyip göreceğiz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder