Ülkeleri yönetenler daima ekonomilerinin büyümesini isterler. Bu sayede faiz oranları düşük kalır ve gelecek seçimlerde seçilmeleri daha kolay olur…
Eskiden kirasını zor ödeyen bir aile, çark işledikçe, algılamalarında ve düşüncelerindeki değişmeleri fark edemeyecektir. Taksitlerini zor ödeyeceği bir konut kredisi alarak, daha önce hayalinde bile hiç yer almamış bir evde oturmaya başlayacaktır. Ucuz ve kolay parayla gelen saadet, hayatlarında daha önce hiç sıkıntıyla karşılaşmayan ailenin genç bireylerini de etkisi altına alacaktır. Gerisini düşünmeye ne gerek var ki.
Faiz oranları düştükçe kredilere talep artar…
Karşı konulamaz faiz oranları, kredi kullanmak istemeyen müşterileri bile etkileyecek ve herkes borç parayla bir şeylerin sahibi olmayı arzulayacaktır.
Derken seküritizasyon keşfedilir. Verilen krediler paketlenip, menkul kıymet şeklinde yatırımcılara satılır. Artık bankaların “ya kredi ödenmezse…” endişeleri sona erer…
Bir süre sonra, bankalar eski günlerdeki gibi kredi vermekten vazgeçerler. Çünkü taksitlerin geri ödenebileceğine olan güvenleri sarsılmıştır. Ama bu sırada devreye hedge fonlar girer. Bankaların portföylerinde yer alan kredileri satın almayı kabul ederler. Risk olanca hızıyla yayılırken, bankalar da aktiflerinde taşıdıkları bu kredileri satarak hala kar elde edebilmenin zevkini sürerler.
Seküritizasyon, sistem içindeki tüm riski hedge fonlar ve müşterileri için sıfırlar. Öyleyse rating şirketlerinin bu bonolara AAA vermemeleri için bir neden bulunmamaktadır. Yatırımcılar, finansal mühendislik ve kaldıraç olduğu sürece kötü kredi olmayacağına inanmaya başlarlar…
Hedge fonlar, bu kredilerin yüksek getirili bir yatırım enstrumanı olduğunu düşünmektedirler. Krediyle ev alanların evlerini sevdiklerini ve taksitleri ödemekte sorun yaşamayacaklarını hesaplamaktadırlar. Ama hesaplayamadıkları başka bir şey vardır. Tüm kredileri değil, sadece küçük bir bölümünü satın almışlardır. Ellerindeki bu küçük ve fazlasıyla çeşitlendirilmiş portföye bakarak, tüm kredilerin aynı anda batması durumunda, yatırımcılara sattıkları menkul kıymetlerin batma ihtimalinin ne olduğunu hesaplamaya çalışırlar. Karmaşık matematiksel hesaplamaları onları şu sonuca götürür: Finansal mühendislik, belirsizlik ve riskin eski hegomanyasını yıkmıştır. Zekice tasarlanmış bu sistemde olacak tek şey, ev fiyatlarının daha da yükselmesidir.
Artık hedge fonların korkacak bir şeyi kalmaz. Bu menkul kıymetlerin getirisini daha da arttırıp yatırımcıların dikkatini çekmek için “kaldıraç” denilen mekanizmayı kullanmaya başlarlar. Yatırımcıların 1 dolarına, borç aldıkları 9 doları ekleyerek, %2 olan getiriyi %20’ye çıkarırlar. Ne kadar çok getiri sağlanırsa, hedge fonun komisyon geliri de o kadar artacaktır…
Eğer getiri oranı %2 olursa, hedge fonların müşteri bulması zor olacaktır. Bu nedenle bankalardan kredi kullanmaya başlarlar ve getiriyi %20’lere çıkarırlar. Yatırımcılar, hedge fonların zekasından etkilenerek, tüm servetlerini onlara emanet etmektedirler. Yatırımlar arttıkça, hedge fonlar bankaları arayıp, onlardan daha fazla konut kredisi vermelerini isterler. Müşterilerin kredi ratinglerinin hiç önemli olmadığını da ilave ederler.
Artan konut kredileri ev fiyatlarını arttırmaya devam eder…
Duymayan kalmamıştır artık. Herkes hayalindeki evi almak için bankalara koşmaktadır. Genç, yaşlı, çalışan, çalışmayan, Afrikalı, Amerikalı.
Bu hücum, aşırı şişmiş bir balon yaratır…
2 yıl önce alınan evin fiyatı neredeyse iki katına çıkmıştır. İsterseniz evinizi iyi bir fiyata satıp, daha büyük bir krediyle, daha pahalı bir ev alabilirsiniz. Tam bir Amerikan rüyası.
Yatırımcılar bir anda bu menkul kıymetleri almamaya başlarlar. Seküritizasyon durur. Bankalar satamadıkları kredileri aktiflerinde taşımaya mecbur bırakılırlar…
Bankalar birgün, verdikleri kredileri sattıkları Hedge fonlardan bir e-mail alırlar. Artık kredileri almak istemedikleri, çünkü müşterilerinin bu menkul kıymetleri beğenmedikleri yazılıdır bu e-mailde. Çok yazık! Çünkü bankaların ellerinde hala çok fazla kredi vardır ve satacak yeni müşteri de bulamamaktadırlar. Üstelik bunları satamadıkları sürece, yeni kredi taleplerine de cevap veremeyeceklerdir. Ev fiyatlarındaki yükseliş durmuştur.
Başta subprime piyasasına girmekte tereddüt eden bankalar, bir süre sonra kendilerini boğazlarına kadar subprime’a batmış bulurlar. Çatırdama fazla gecikmez. Bankalar, muhasebe kuralı “mark to market” nedeniyle zarar yazmaya mecbur kalırlar. Yani varlıklarını, başkalarının almak isteyeceği fiyat üzerinden değerlendir. Bu da hisse fiyatlarının gerilemesi ve varlık silme anlamına gelmektedir. Bankalardan aldıkları kredileri geriye ödemek için hedge fonların da aktiflerini satması, arz talep dengesini terse çevirirken, varlık fiyatlarının düşmesine de neden olur…
Zaman akmaya devam ederken, banka yöneticileri, hissedarlarına, 150 dolarlık varlıklarının değerinin 100 dolara düştüğünü söyleyeceklerdir. Hissedarlar elindeki hisseleri derhal satmaya başlarlar. Çünkü bu hisseler önceki dönemki kadar değerli değildir artık. Hedge fonlar da satışa geçmekte fazla gecikmemiştir. Ellerindeki menkul kıymetleri düşük değerlerden satarlar. Bankaların aktifleri devalüe olmaya devam ederken, hisse senedi fiyatları da düşmektedir. Fiyatlar şişerken herkes alıyordu ama şimdi fiyatlar düştükçe satış da artmaktadır.
Toksikler biriktiği için bankalar yeni kredi veremez. Operasyonlardaki daralma, hisse senedi fiyatlarını şirketin iflası noktasına getirir. Hiç kimse batacak bankayla iş yapmak istemeyeceğinden, bankaların kredi muslukları da kapanır. Üstelik hiç kimse parasını batacak bir bankada tutmak da istemez…
Bankalar, değersiz aktiflerini satamadıkları için yeni kredi verecek sermaye de bulamamaktadır. Hisseleri düşmeye devam eder. Bankalar iflasa yaklaştıkça endişe de artmaya başlar.
Kimse kimseye güvenmemektedir artık. Güven krizi, tüm sistemi dondurur…
Krediler durmuştur. Alıcı olmaması nedeniyle evlerin, menkul kıymetlerin ve tüm sistemin gerçek değeri belirsizleşmiştir. Bugün %30 indirimle alınabilecek bir ev, bir süre beklenirse %60 indirimle alınabilecektir. Bu hesaplamalar yapılırken, bir şey gözden kaçırılmaktadır. Satınalma gücünü yaratan nakit para olmadığı gibi, kredi verecek banka da kalmamıştır. İşte, bu esnada piyasa tamamen donmuştur artık.
Hükümetler devreye girmekte gecikmez. Para akışını canlandırmak ister…
Hikaye böyle sürüp gider. Sonunun ne olacağı ise hala belirsizliğini korumaktadır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder