26 Kasım 2008 Çarşamba

Gölge bankacılık sisteminin hayalet ürünü:SIV



Klasik bankacılık sistemi içinde birbirine benzer roller oynamaktan sıkılmış bazı çok uluslu finansal şirketler, son on yıl içinde, düzenleyici mekanizmaların uzağında, yeni bir yapılanma içine girdiler. Müşterilerden gelecek mevduat yerine, finansman bonoları şeklinde kısa vadeli ürünler çıkararak fon toplamaya başladılar. Ve bunun hemen akabinde de, topladıkları fonları müşterilerine direkt olarak kredi vermek yerine, mortgage bazlı menkul kıymetleri satın almakta kullandılar. Yani kısacası, uzun vadeli yatırımlar, kısa vadeli fonlarla finanse edildi. İşte böylece, “gölge bankacılık sistemi” denilen bu mekanizma, kısa vadeli likit kaynakların, uzun vadeli likit olmayan varlıklara yatırılması sonucu, yapılandırılmış yatırım ürünleri (structured investment vehicles-SIV) denilen pazarı oluşturdu.

Gölge bankacılık sisteminin baş aktörleri olan para piyasası fonları, monoline’lar, yatırım bankaları ve hedge fonlar, yükümlülüklerinin kısa, varlıklarının uzun vadeli olması nedeniyle piyasa, kredi ve likidite risklerinin yüksek olacağına aldırmadan, tüm finansal alanlara kısa zamanda yayıldılar. Bugün subprime mortgage krizinin global bir krize dönüşmesinin arkasında bu gölge bankacılık sistemi bulunmaktadır.

Gölge bankacılık sisteminin yarattığı en önemli ürünlerden biri hiç şüphesiz, 1988 yılında Citibank tarafından keşfedilen ve bir çeşit fon sayılabilecek SIV’lerdir. Piyasaların çöktüğü 2008 yılına kadar çok popüler olan SIV’lerin altında yatan strateji, yukarıda da anlatıldığı gibi, düşük faiz-kısa vadeli menkul kıymetler ihraç edilerek toplanan fonlarla, yüksek faiz-uzun vadeli menkul kıymetlerin satın alınmasıydı. Böylece aradaki faiz farkı kara dönüşecekti. Gözüken tek problem, iki menkul kıymet arasındaki vade uyumsuzluğuydu. Bu da piyasalarda likidite bolluğu olması nedeniyle pek sorun olacak gibi durmuyordu o zamanlarda.

Fakat işler pek de planlandığı gibi gitmedi. Geçen yıl Temmuz ve Ağustos aylarında başlayan dalgalanmanın subprime kredilerde tahakkukları arttırması, tehlike çanlarının çalması anlamı taşıyordu. 2008 yılı ekim ayı ortalarına gelindiğinde, SIV’lere olan ilgi tamamiyle tükenmişti. Risk iki koldan piyasayı sarmıştı. İlki, SIV’lerin satın aldığı uzun vadeli menkul kıymetlerin değerlerinin, SIV’lerin sattığı kısa vadeli menkul kıymetlerin değerlerinin altına düşmesiydi. Bu durum SIV’lerin borç ödeme gücünü düşürmüştü. Diğeri ise, kısa vadeli kaynakların uzun vadeli yatırımlarda değerlendirilmesinin yarattığı likidite kriziydi. Çünkü yatırımcılar artık vade dengesizliğini finanse etmek istemiyorlardı.

İşte, korkulanda o noktada oldu. Varlıkların faiz gelirlerinin vadesi gelmeden, yükümlülüklerin faiz ödemelerinin vadesi gelmişti. SIV’ler borç aldıkları bu fonları uygun faiz oranlarıyla yapılandıramadıkları sürece, varlıklarını çok düşük fiyatlardan satmak zorunda kalacaklardı. Bu da sistemin çöküşü anlamını taşıyordu.

Problemin oldukça karmaşık olması, çözüme yönelik yaklaşımları kısıtlıyor. Olası çözümlerin problemleri daha da arttırma riski taşıması, finansal karar alıcıları endişelendiriyor. Öte yandan bu fonların bankalar tarafından bilanço dışı izlenmesi bir diğer önemli sorun olarak görünüyor. Problemi en ağır yaşayan banka olan Citibank, CEO Vikram Pandit’in, 49 milyar $’lık subprime karışımlı yatırım fonunun, bankanın mali tabloları tarafından absorbe edilmesi fikrine pek de sıcak bakamamaktadır. Bu transferle, bankanın kredi kayıplarına karşı tuttuğu sermaye hava yastığının zarar göreceği düşünülmektedir. Kırılganlığı halen çok yüksek seviyelerde olan Citibank’ın, zayıf olan sermaye rasyosunun da bu yaklaşımla daha da tahrip olacağı kaçınılmazdır.

Bugün gelinen noktada, Citibank’ın devlet garantisi alan kredilerinin hangi ürünlerde olduğu, Hazine tarafından baştan beri gizlenmektedir. Şeffaflık eksikliğinin yarattığı bugünkü global krizin, yine şeffalığı düşük politikalarla çözülmesi ne kadar mümkün olacaktır? Bekleyip, göreceğiz.

Hiç yorum yok: