Son dönemlerin önemli konusu tasarruf. Tasarruf açığı olarak tanımlanan makro verilerdeki bazı yetersizliklerin bireylerin çabaları ile kapatılması isteniyor. Eğer herkes tasarruf yaparsa sorun giderilecek gibi duruyor. Tasarrufun masum erdemsel boyutu da dikkate alındığında insanların tasarruf yapmaması için bir neden yok.
Tüm tasarruf kampanyaları genellikle "neden tasarruf yapmalıyız" sorusuna farklı yanıtlar bularak insanları etkilemek üzerine kuruludur. Zengin olmak, rahat yaşamak ya da hayalleri gerçekleştirmek gibi birçok sebep sayılabilir neden tasarruf yapmalıyız sorusuna cevaben. Buradan tasarrufa kutsal bir anlam bile yükleyebiliriz. Zamanın ruhunu da dikkate aldığımızda artık tasarruf yapmak bir zorunluluk, bir hayatta kalma aracı olarak bile sayılabilir. Eğer başlamadıysak hemen şu anda başlayabiliriz. Ama başlamadan önce cevabı açık olan bu soruyu bir kez daha soralım: Neden tasarruf yaparız?
Aslında sorunun yanıtı ekonomi biliminin temel problemi olan "insanın sonsuz isteklerinin kıt kaynaklarla nasıl karşılanacağı" paradoksunda saklıdır. Peki ama bu paradoksun birkaç yüzyıllık tarihi soruya cevap vermeye yeter mi? Tabi ki yetmez.
Bu ekonomik teorinin ortaya konmasından yıllar sonra Avustralya ve Amerika kıtalarının ıssız ormanlarında medeniyet görmemiş birçok kabileye ulaşıldı. Modern dünyadan uzak kalan bu ilkeller elbette ki ekonomi politik konusunda da hiçbir şey bilmeden binlerce yıl yaşamışlardı. O nedenle de sonsuz ihtiyaçlarını nadir kaynaklarla karşılamak gibi bir tasaları yoktu. Bu avcı-toplayıcıların kendilerine ait hiçbir tasarrufları yoktu. Ne üretmeye, ne pazarlamaya ne de çalışmaya vakit ayırıyorlardı. Boş zamanlarını değerlendirmek için avlanıyorlar ve her şeyi aralarında paylaşıyorlardı. Ne isteklerinin sonsuz ne de doğanın kaynaklarının nadir olduğunu düşünüyorlardı. O nedenle de bol bol uyuyorlardı. Savurganlık ve basiretsizlik toplumsal davranışın iki ana özelliğiydi. Daha hızlı, daha fazla ya da daha verimli avlanmak için bir çabaları yoktu. Buna karşın tüm ilişkiler şeffaf ve karşılıklıydı. Doğayı, toprağı ya da emeği teklleştirip kıtlık fikri yaratmamışlar ve içlerinden bazı "rasyonel" düşünenler çıkıp bunlara el koymamıştı. O yüzden tasarruf da yoktu. İşte bu nedenlerden dolayı onlara ilkel demiştik. Onların ilkel olduğunu tüm dünyaya haykıran kişi ise Homo economicus olmuştu.
Ekonomi biliminin başrol oyuncusu olan rasyonel insan (Homo economicus) birkaç yüzyıl önce hayatımıza girmişti. Rasyonel insanın iki temel özelliği vardı. Asla kararsızlığa düşmeden kendi mutluluğunu arıyordu ve her zaman kendisine en büyük mutluluğu verecek şeylere yöneliyordu. Bu güçlü karakteri kısa sürede hepimizi etkisi altına almıştı. Ardından bize bir hikaye anlattı: "İnsanlar (ilkeller) bir zamanlar yokluk içinde yaşıyorlardı. Birçok ihtiyaçları vardı ve karşılayamıyorlardı. Eğer Homo economicus olmasaydı hangi ihtiyacını karşılaması gerektiğini bilemeyecekti..."
İşte Homo economicus hayatımıza girdiğinden beri ihtiyaçların sonsuz, kaynakların nadir olduğuna inandık. Ama insanın sınırlı ömrü ile karşılaştırıldığında ne ihtiyaçlar sonsuz ne de kaynaklar nadirdi. En azından hepimize yetecek kadar kaynağa sahiptik. Çok geçmeden kaynakların kısıtlı olması ile anlatılan şeyin ne olduğunu anladık. Bazıları (kaynakları ellerinde bulunduranlar) bilerek ve isteyerek suni bir nadirlik yaratarak kazançlarını arttırıyordu. OPEC bunu harika şekilde yapanların başında geliyordu. Petrol üretimini azaltarak bir kaynak kıtlığı yaratıyor ve petrol fiyatını arttırıyordu. Bu fiyatlardan enerjiye ulaşamayanlar yok olurken onlar kazançlarına kazanç katıyorlardı.
Bugün hepimiz biliyoruz ki Avustralya ya da Amerika yerlileri son derece ilkel insanlardı. O nedenle de tasarruf yapmanın erdemine ulaşamamışlardı. Biz Homo economicus'lar ise oldukça modern ve mantıklıyız. İhtiyaçlarımızın sonsuz olduğunu (saymaya kalksak bir elin parmaklarını geçemeyiz ama) ve kaynakların nadir olduğunu biliyoruz ve buna kutsal bir söz gibi inanıyoruz.
Birçoğumuz paranın nadir bir kaynak olduğunu ve bu nedenle tasarruf etmemiz gerektiğini düşünebilir elbette. Ama unutulmamalıdır ki son finansal krizde birkaç şirketi kurtarmak adına piyasalara enjekte edilen trilyon dolarlarla tüm insanlık ömür boyu çalışmadan ve tasarruf yapmadan yaşayabilirdi.
Hepimiz birer rasyonel insan haline getirildiğimiz için bugün artık elimizden gelen tek şey tasarruf yapmaktan fazlası değil. Eğer tasarruf yapmayı da başaramazsak sonumuzun ne olacağı belirsiz. Homo economicus'a kızsak da tasarrufa devam etmeliyiz.
Yine de Homo economicus'un hakkını yemeyelim. Bugün Playboy ile Paleontoloji kitabına vitrin raflarında yan yana rastlayabiliyor ve en çok ihtiyacımız olanı seçebiliyorsak bu Homo economicus'un başarısıdır. Ekonomi biliminin bugün bize en iyi öğrettiği şey Playboy'a mı yoksa Paleontoloji kitabına mı ihtiyacımız olduğuna en doğru kararı verebilmemizdir. Ne dersiniz; Playboy'mu, Paleontoloji mi?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder