25 Kasım 2013 Pazartesi

Ne olur bu yazıyı 1 milyon kişi okumasın!

Okumadığı söylenen halkımıza bir milyon başarı kitabı satabilmek zor iş olsa gerek. M.Sekman'ın "Her şey seninle başlar" adlı kitabı bir milyon kişi tarafından okunduğu söyleniyor. Kitabın okunmadığı bir ülkede bu rakam oldukça yüksek. Kitabı herkesin okuduğunu varsayarak içinde ne yazdığını geçiyoruz. Kitabın diskografi'sine göz attığımızda kitabın bir seviye sorunu olduğu kolayca anlaşılıyor. "Psikolojik Red Bull Kitabı" ve "Kişisel performansa dayalı işlerle uğraşanların şarj kitabı" gibi cinsel gücü arttırıcı tablet reklamını çağrıştıran klişeler karşınıza çıkıyor. Karaman ilinde öğrencilere dağıtılan kitabın üniversite sınavında başarı oranını arttırdığı üzerine hiç de bilimsel olmayan bir ampirizm ile kitaba sahte bilimsellik yükleniyor. Aslında bunların hepsi bir kişisel gelişim kitabından beklenen şeyler. Fakat burada üzerinde durmak istediğimiz asıl konu, güven. Yani hem bu kitapları yazanlar hem de okuyanlar kitaplardaki hikayelere nasıl güvenebiliyorlar ve bu hikayeler üzerine yapılan çıkarımların geçerli bir model olabileceğini nasıl düşünebiliyorlar?

Kişisel gelişim pazarının avuç ovuşturtan hacmi batı rasyonalitesinin hegemonyasını diğer düşünme biçimlerini marjinalleştirecek bir burnu büyüklüğe sokmuştur. Yani öfke, zevk, acı ve bu kitapta anılan başarı disipline edici eylemin bir alanı haline getirilirler. Böylece disipline edici eylem sağduyuya dayanan anlayışlar üzerine kurulu stratejiler biçimine çevrilir. Bunu yaparken sektörün amacı ekonomik ve siyasi adaletsizliğin insanlar tarafından fark edilmesine mani olmaktır. Disipline edici eylem, ki bu kitapta başarılı olmak şeklinde ele alınmıştır, farklı insan gruplarının odağına sokularak insanlarda, eğer eylem disipline edilirse ekonomik ve siyasi adaletsizliğin ortadan kalkacağı sanrısı yaratılır. Bir diğer görmezden gelinen bilimsel gerçek ise öfke, zevk ve acı gibi kavramların aklın işleyişinden tamamen ayrı olmasalar da akıl tarafından kolayca disipline edilemeyecekleridir. Fakat bu da es geçilir.

Kitabın arka kapağındaki "Yeni bir hayat için gereken, yeni bir akıldır" önerisini ele alalım. Son derece masumane ve ilham verici; ama gerçekte ne anlatıyor dersiniz? Yeni bir hayat ne demek? Kimin için, hangi koşullarda, ne zaman ve neye veya kime karşı daha iyi bir hayattan söz ediyoruz. Ya yeni bir akıl ne demek oluyor? Biz de şu anda eski akıl varsa bir neredeyiz? Eğer beğenilmeyen akıl bizdeyse yine de onu yenilemeli miyiz? Bu sahte akıl bizde yer ettiyse yeni bir akla bu tür kitaplardaki hikaye retoriği ile erişebilir miyiz?

Tüm bu sorular, kişisel gelişim sektörüne duyulan güvenin sınırlı ve taraflı doğasını bilmeden yanıtlanamaz. Bunu öğrenmek için de kişilerin öncelikle kendini haklı görme huzurundan vazgeçmesi gerekir. Tüm kişisel gelişim gurularının her şeyin başının mükemmel kavrayış olduğunu gizli gizli vurgulayan tutumlarında eksik olan bir şey vardır: Mükemmel kavrayış hayatı yaşamaktan çok kolaydır!

Fakat akıl üzerine ne söylersek söyleyelim aklın gücü çoğu zaman insanların inanmak istediği şeyler karşısında çaresiz kalır. Hikayelerin uç uca eklenmesiyle elde edilen kolaj benzeri olumsallıklar, kişilerin özgüllüklerinin göz ardı edilerek herkesin tek tipmiş gibi düşünülmesi, tüm kozların olumsallığa oynanması aklın yerinden oynatılması sonucunu doğurur. Evrensel hakikatleri oluşturan büyük anlatı ve hikayeler kullanıldığında karışık çakışma alanlarının iyi tanımlanması gerekir. Bunun için de kişilerin psikoloji, sosyoloji ve biyoloji gibi alanlarda bilimsel eğitim almaları beklenir. Fakat kişisel gelişim gurularında görüdüğümüz hep bunun tersidir. Bazen bir asker, bazen bir hukukçu çıkar karşımıza. Yıllar önce bu mesleklerden ayrılanlar şirketlerde ya personel şefi ya da depo amiri olurlardı. Şimdilerde ise kişisel gelişim gurusu oluyorlar.

M.Sekman'ın başarı dediği ama tanımını pek iyi yapmadığı; açıklamalardan paraya ve mutluluğa tahvil edilebilen kazanımlar olduğu anlaşılan konudaki sözlerine baktığımızda ilginç bir açıklamasını görüyoruz. Kendisine son derece açık bir soru soruluyor: "Bazı insanlar başarıyı düşünmeden başarılı olmuşlar (Livaneli, Tolstoy, Dostoyevski). Ne düşünüyorsunuz?"

M.Sekman bunun mümkün olamayacağını söylüyor ve ekliyor. "Bu insanlara basit bir soru sorarak çok şeyi anlamak mümkündür. Issız bir adada tek başınıza yaşasaydınız, yine de bunları yapar mıydınız?"

Dikkat edilirse konu hemen imkansız bir zemine çekilerek sulandırılmış ve doyurucu bir yanıttan kaçınılmış. Öyleyse bu güzel soruya yazarın veremediği yanıtı biz verelim. Uygarlık tarihinin en büyük psikologlarından Viktor Frankl Auschwitz toplama kampında geçirdiği üç yılda annesini, babasını, kardeşini ve eşini gözlerinin önünde yitirmişti. Viktor o anda ıssız bir ada ne kelime, dipsiz bir kuyudaydı adeta. O acı yıllarında gördüklerini anlatan fazla uzun olmayan bir kitap yazmıştı. Kitabı okuduğunda o kadar berbat bulmuştu ki isimsiz yayınlanmasına karar vermişti. Kitabın başında şöyle diyordu Viktor: "Başarıyı amaçlamayın. Bunu ne kadar amaç haline getirip bir hedefe dönüştürürseniz, kaçırma olasılığınız da o kadar artar. Başarı, büyük bir davaya kişisel adanışın amaçlanmayan bir yan etkisinden başka bir şey değildir."

Eğer bugün bir kişisel gelişim kitabı okunacaksa dünyanın en etkili 10 kitabından biri olarak kabul edilen ve Viktor Frankl'ın ıssız adadan daha beter bir yerde yazdığı "İnsanın Anlam Arayışı" kitabı yetip de artacaktır.

Basit bir çıkarımla son noktayı koyalım. Eğer bir kişisel gelişim kitabı bu ülkede bir milyon kişi tarafından okunuyorsa artık geriye istenebilecek tek bir şey kalmıştır: Ne olur bu yazıyı 1 milyon kişi okumasın!"

2 yorum:

Adsız dedi ki...

hahah sonu gayet güzeldi :)

Adsız dedi ki...

Sonu güzel bağlanmış ama birazcık sanki kıskanma sözkonusu mu ?