Gezi Parkına gittiğinde göklere çıkarılan, Rock festivaline gittiğinde yerden yere vurulan üniversite gençliğini tanımayanınız yoktur herhalde. Üniversite yılları geride kalmış olanlar için üniversiteli gençlik kısaca şudur: Davranışları saçma bulunan, genellikle şüpheli bakılan, kendini beğenmiş, gelenekselden uzak, eşitlikçi, özgürlüğüne düşkün, hümanist, geleneksel ilişkileri vazgeçilir gören, çoğu zaman bencil ve sonunda kesinlikle bireyci. Peki günümüz üniversite gençliğinin nasıl düşündüğünü gerçekten biliyor muyuz?
Aklına ve tercihlerine tapan, medyanın sunduğu hayali değerlerle yaşayan bir üniversite gençliği oluştu. Çok para kazanmak ve meşhur olmak gibi idealleri var. Eskilerin "aza kanaat" etme düşüncesini tanımıyorlar. Tutkusuzluk, alaycılık ve aşağılama ile bağlantılı bir yaşam tarzına sahipler.
Yapılan araştırmalar üniversitelilerin %10'undan daha azının gazete gibi çokseslilik sunan şeyleri okuduğunu gösteriyor. Haber kanalı seyredenler ise yok denecek kadar az. 1960'larda öğrencilerin %60'ı siyasi konularla ilgilenirken bugün bu oran %10'lar seviyesinde.
Dizi ve filmlerdeki karakterler inşaat işçisi, temizlikçi veya kasiyer olmadığı için hayattan beklentiler oldukça yüksek. Davranışlarına bakılırsa çuval dolusu para kazanmadıkları sürece mutlu olacak gibi görünmüyorlar. Üniversitenin, gençleri hayatın çalkantılarına karşı duygusal anlamda iyi hazırlamadığı da göz önüne alındığında gelecek şu açıdan bile büyük korku veriyor: Bugün ABD işgücünün %60'ını satıcılar, garsonlar, temizlikçiler, bahçıvanlar, bakıcılar ve güvenlik görevlileri oluşturuyor!
Gerçekliği düşük basmakalıp laflarla konuşmak genel eğilim. Medya, eğitim sistemi, aileler ve arkadaşlar "hayallerinin peşinden koş" mottosunu gençlerin kafasına yerleştirmiş. Hayallerinin peşinden koşmak yerine faturaları ödeyecek bir iş bulmak gibi somut konular üniversitelileri geriyor. "İstediğin her şey olabilirsin" gibi gerçek dışı beklentiler gençlerin beynine sokuluyor. Ama sonuçta iş aramaya utanan, "torpil" ve "referans"ın elinden tutmasını bekleyen "idealist" gençler yetiştiriyoruz. Gençler "kendine saygı duyma" saçmalığına tutunurken, başkaları ile ilişki kurularak geliştirilecek yeteneklerini kısıtlıyorlar. Konulan hedeflere nasıl ulaşılacağı genellikle anlatılmadığı için gençler sadece hedef koymakla kalıyorlar.
Gençlerin ana dili bireyselcilik olmuş gibi görünüyor. Çünkü çevrelerindeki sahtelikleri yorumlamakta zorlanıyorlar. Krediyle gelen sahte zenginliği, estetikle gelen sahte güzelliği, dopingle gelen sahte spor başarısını, reality show'la gelen sahte şöhreti, milli gelir içinde %80'lere dayanan tüketimin yarattığı sahte ekonomiyi, sosyal ağlardaki arkadaşlarla gelen sahte dostluğu anlayamıyorlar, yorumlayamıyorlar. Sonrasında da memnuniyetsizliğini ve eleştirilere yanıtını, işin içine ironi katarak gösteren bir eğitimli gençlik ortaya çıkıyor.
Şimdi gelelim başlangıçta sorduğumuz soruya: Peki üniversiteliler nasıl düşünüyor? ABD'de 1987 yılında en çok satan kitaplar listesinde bir kitap vardı ki herkesi şaşırtmıştı. Hatta yazarı bile kitabın uzun süre çok satanlar listesinde kalmasına hayret etmişti. Kitabın yazarı Amerikalı filozof Allan Bloom'du. Kitabın adıysa Amerikan Aklının Kapanışı (The Closing of the American Mind).
Kitap büyük bir kitleyi derinden sarsmış ve kumdan kalelerini yıkmıştı. Bloom, üniversitelinin nasıl düşündüğünü ilk kez bu kadar çarpıcı şekilde ortaya koyuyordu. Herkesin kendi değerlerine sahip olduğu ve bunların asla tartışılabilir olmadığı gençliği şöyle anlatıyordu: Üniversitelinin bireyciliği, kişilik üzerine odaklanarak daha büyük meseleleri dışlıyor. Dinsel, tarihsel, politik meselelere kayıtsız kalınıyor. Sonuçta yaşam daralıyor ve sıradanlaşıyor. Herkes kendi ideallerinin peşinde koşarken kendilerini aşan meseleler (iktidar, yönetim, vs.) unutulup gidiyor. Benliğin ötesinde hiçbir davayla ilgilenilmiyor. Kendine duyulan güven, daha mezuniyetin ilk yıllarında hayat denen gerçeğin karşısında ezilmeye başlayınca, bilimin ya da egzotik ruhçuluğun peşine düşülerek uzmanlara, gurulara, danışmanlara itibar edilmeye başlanıyor. Sonrasında da yukarıda söylediğimiz gerçek ortaya çıkıyor: Gençlerin çoğu satıcı, garson veya güvenlik görevlisi oluyor ya da üniversite mezuniyeti gerektirmeyen bir işte çalışıyor. Yazık, gerçekten çok yazık!
Erişilmez sinizminle şimdi istediğin alaycılığı ve aşağılamayı gösterebilirsin. Ama yine de son bir öğüt istersen şunu da unutma: Kahraman olmayı düşünme; hayatta kalmaya bak!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder