Bir mafya babası, haraçlarını düzgün bir şekilde toplaması için bir muhasebeci kiralar. Fakat yakalanıra polise bir şey anlatmasın diye sağır ve dilsiz birini seçer. İşler bir süre tıkırında yürüdükten sonra tahsilatlar durur. Baba, derhal muhasebeciyi odasına çağırır. Muhasebecinin söylediklerini doğru anlayabilecek başka bir muhasebeciyi de tercüman olarak kiralar. Tercüman, mafya babasının sözlerini işaret diliyle muhasebeciye iletirken, gelen yanıtları da babaya tercüme etmektedir.
Tercüman sorar: “Para nerede?”
Sağır muhasebeci yanıt verir: “Ne parası? Benim paradan haberim yok. Neden bahsettiğinizi anlamıyorum.”
Tercüman çevirir: “Neden bahsettiğinizi anlamıyormuş.”
Baba, silahını çıkarır ve sağır muhasebecinin kafasına dayar: “Şimdi sor bakalım, para neredeymiş?”
Tercüman işaretle sorar: “Para nerede?”
Sağır muhasebeci kan ter içinde yanıt verir: “Şehir merkezindeki parkta. Büyük heykelin olduğu kapıdan girince, soldan üçüncü ağacın kovuğunda 200.000 $ var.”
Baba, hışımla sorar: “Ne söyledi?”
Tercüman muhasebeci, gayet rahat bir tavırla yanıtlar: “Hala neden bahsettiğinizi anlamıyormuş. Hatta o tetiği çekmek biraz hüner istermiş!”
Muhasebe standartları, tıpkı bu fıkradaki gibi, gerçeğin ne olduğunu ortaya koymada çoğu zaman yetersiz kalırlar. Çünkü aksini ispat etmek de imkansız gibidir.
Finansal krizin şiddeti artmaya devam ederken, arka arkaya gelen şokların yarattığı sersemlik hali, tüm finansal sistem oyuncularına sırayla sıçrıyor. Ne zaman geçeceğini bilmediğimiz bu bilinç kaybının son kurbanı ise ABD Finansal Muhasebe Standartları Kurulu (Financial Accounting Standarts Board-FASB).
Bazı internet haber portallarında bugün şöyle yazıyordu: “Banka ve sigorta şirketlerinin, düşük ratingli menkul kıymetlerin piyasa fiyatlarının gerilemesi sonucu yazdıkları zararların, sermayelerini erittiği yönündeki şikayetleri nedeniyle, FASB, bu tür zararların muhasebeleştirilmesini erteleyecek.”
Daha basit bir ifadeyle, FASB, daha önce uyulsun diye yayınladığı kuralına uyulmamasını isteyecek.
Öncelikle bu kuralın hangisi olduğuna bakalım?
Söz konusu muhasebe kuralı “mark to market”. Yani varlıkların fiyatlarının, piyasa fiyatlarına göre belirlenmesi. Daha basit bir örnekle açıklamak gerekirse, geçen yıl 100 $’a aldığınız menkul kıymete 30 $’a alıcı bulabiliyorsanız, 70 $ zarar yazmanız gerekiyor.
Bu kural son derece rasyonel gibi görünse de, finansal kurumların aktiflerini oluşturan menkul kıymetlerin değerlerinin sıfır olarak kabul edildiği bugünkü ortamda, son derece irrasyonel bir sonuç doğurmaktadır: Tüm varlıkların zarar olarak bilançolardan uzaklaştırılması. Yani global finansal sistemin komple iflası.
Kuralın değişmesini isteyen finansal kuruluşların dayandıkları çıkarım şu: “Varlıkları bugünkü piyasa fiyatlarına çekmemiz, bu menkul kıymetlere gelecekte hiçbir nakit akışının olmayacağını varsaymak anlamına geliyor. Bu da imkansız bir durumdur.”
Menkul kıymet paketleri oluşturulurken, prime ve subprime kredilerin aynı pakete konmuş olması, bu noktada şirketleri haklı çıkarıyor. Tüm subprime krediler batsa bile, prime segmenttekilerden nakit akışının devam edeceği kesin gözüküyor. Zaten FASB’ın bazı üyeleri de bu görüşü mantıklı buluyor.
İşte, FASB bu noktada bankalar, sigorta şirketleri ve diğer düzenleyici kurulların ağır baskısı altında kalmış durumda. ABD hükümeti tarafından kamulaştırılan AIG, mark to market düzenlemesi nedeniyle yazılan zararların, şirketin batışına sebep olduğunu her fırsatta söylüyor. Onların dayandığı nokta da aynı: “Sadece likiditesi durmuş piyasayı, hiçbir zaman gerçekleşmeyecek zararlara dönüştürerek muhasebeleştirdik.”
FASB, mark to market kuralında ne tür bir değişikliğe gideceğini şimdilik halkın yorumuna açmış durumda. Fakat kural değişene kadar mark to market’e bağlı olarak zarar yazılmasını da ertelemiş görünüyor.
Tercüman sorar: “Para nerede?”
Sağır muhasebeci yanıt verir: “Ne parası? Benim paradan haberim yok. Neden bahsettiğinizi anlamıyorum.”
Tercüman çevirir: “Neden bahsettiğinizi anlamıyormuş.”
Baba, silahını çıkarır ve sağır muhasebecinin kafasına dayar: “Şimdi sor bakalım, para neredeymiş?”
Tercüman işaretle sorar: “Para nerede?”
Sağır muhasebeci kan ter içinde yanıt verir: “Şehir merkezindeki parkta. Büyük heykelin olduğu kapıdan girince, soldan üçüncü ağacın kovuğunda 200.000 $ var.”
Baba, hışımla sorar: “Ne söyledi?”
Tercüman muhasebeci, gayet rahat bir tavırla yanıtlar: “Hala neden bahsettiğinizi anlamıyormuş. Hatta o tetiği çekmek biraz hüner istermiş!”
Muhasebe standartları, tıpkı bu fıkradaki gibi, gerçeğin ne olduğunu ortaya koymada çoğu zaman yetersiz kalırlar. Çünkü aksini ispat etmek de imkansız gibidir.
Finansal krizin şiddeti artmaya devam ederken, arka arkaya gelen şokların yarattığı sersemlik hali, tüm finansal sistem oyuncularına sırayla sıçrıyor. Ne zaman geçeceğini bilmediğimiz bu bilinç kaybının son kurbanı ise ABD Finansal Muhasebe Standartları Kurulu (Financial Accounting Standarts Board-FASB).
Bazı internet haber portallarında bugün şöyle yazıyordu: “Banka ve sigorta şirketlerinin, düşük ratingli menkul kıymetlerin piyasa fiyatlarının gerilemesi sonucu yazdıkları zararların, sermayelerini erittiği yönündeki şikayetleri nedeniyle, FASB, bu tür zararların muhasebeleştirilmesini erteleyecek.”
Daha basit bir ifadeyle, FASB, daha önce uyulsun diye yayınladığı kuralına uyulmamasını isteyecek.
Öncelikle bu kuralın hangisi olduğuna bakalım?
Söz konusu muhasebe kuralı “mark to market”. Yani varlıkların fiyatlarının, piyasa fiyatlarına göre belirlenmesi. Daha basit bir örnekle açıklamak gerekirse, geçen yıl 100 $’a aldığınız menkul kıymete 30 $’a alıcı bulabiliyorsanız, 70 $ zarar yazmanız gerekiyor.
Bu kural son derece rasyonel gibi görünse de, finansal kurumların aktiflerini oluşturan menkul kıymetlerin değerlerinin sıfır olarak kabul edildiği bugünkü ortamda, son derece irrasyonel bir sonuç doğurmaktadır: Tüm varlıkların zarar olarak bilançolardan uzaklaştırılması. Yani global finansal sistemin komple iflası.
Kuralın değişmesini isteyen finansal kuruluşların dayandıkları çıkarım şu: “Varlıkları bugünkü piyasa fiyatlarına çekmemiz, bu menkul kıymetlere gelecekte hiçbir nakit akışının olmayacağını varsaymak anlamına geliyor. Bu da imkansız bir durumdur.”
Menkul kıymet paketleri oluşturulurken, prime ve subprime kredilerin aynı pakete konmuş olması, bu noktada şirketleri haklı çıkarıyor. Tüm subprime krediler batsa bile, prime segmenttekilerden nakit akışının devam edeceği kesin gözüküyor. Zaten FASB’ın bazı üyeleri de bu görüşü mantıklı buluyor.
İşte, FASB bu noktada bankalar, sigorta şirketleri ve diğer düzenleyici kurulların ağır baskısı altında kalmış durumda. ABD hükümeti tarafından kamulaştırılan AIG, mark to market düzenlemesi nedeniyle yazılan zararların, şirketin batışına sebep olduğunu her fırsatta söylüyor. Onların dayandığı nokta da aynı: “Sadece likiditesi durmuş piyasayı, hiçbir zaman gerçekleşmeyecek zararlara dönüştürerek muhasebeleştirdik.”
FASB, mark to market kuralında ne tür bir değişikliğe gideceğini şimdilik halkın yorumuna açmış durumda. Fakat kural değişene kadar mark to market’e bağlı olarak zarar yazılmasını da ertelemiş görünüyor.
Yıl sonu tablolarında zararların, beklentilerin altında kalacağını rahatlıkla söyleyebiliriz artık. Bu vesileyle Nobel muhasebe ödülleri de seneye dağıtılmaya başlar herhalde.
1 yorum:
Guzel bilgi paylasimi icin tesekkurler. Sizi zevkle izlemeye devam edecegim.
Saglik dileklerimle,
Murat Buyuran
Yorum Gönder