6 Aralık 2012 Perşembe

Dünyanın öküzün boynuzunda döndüğüne inananlar haklıydı!

Bugün Citibank’ın binlerce kişiyi işten çıkaracağı haberleri yine manşetlerdeydi. Tüm dünyada büyük finansal kuruluşların bu tür büyük kıyımlarını 2007 yılından bu yana sıklıkla görmekteyiz. Çalışan çıkarmanın gerekçesi piyasalara servis edilirken genellikle şu argüman kullanılıyor: “Kar getirmeyen bölümler kapatılacak!..” Bankalar bu açıklama ile aslında şunu demek istiyorlar: “İşler yolundayken aşırı getiri hırsı ile çalışan bu bölümlerimiz büyük karlar elde ediyorlardı. Biz de memnunduk… Daha çok risk daha çok getiri demek olduğu için çalışan sayımızı arttırdık. Fakat kriz çıkınca hırslı kararlarımız bize zarar yazmaya başladı. O nedenle onları işten atmak durumundayız…”

2007 krizinden sonra finansal sıkışıklığa giren şirketlerde CEO değişikliği rutin bir aktivite haline dönüşmüştür. Her gelen yeni CEO şirketi kurtarma planlarını açıklayarak işlerine başlar. Kısa süre geçmeden de çalışanların işten çıkarma haberleri şirketi kurtarma planı olarak öne çıkar. Citibank’ta da birkaç ay önceki CEO değişikliği hatırlanacaktır.

Diyelim ki çalışanların işten çıkarılması giderleri azaltacak ve şirketi kurtaracak. Öyleyse yatırımcıların bu şirketin hisselerine hücum etmesi gerekir. Varsayalım ki ettiler ve herkes bu şirketin hisse senedini aldı. Birçoklarının aklına şu ölümcül soru gelecektir. On binlerce kişinin işini kaybetmesi yatırımcıların gelir elde edeceği bir sonuca dönüştürülüyorsa bu etik değerlerin tükendiği anlamına gelebilir. Peki öyleyse buna nasıl engel olunabilir? Ya da daha farklı bir şekilde söylersek CEO’lar çalışan çıkarmaktan başka çözüm bulamazlar mı?

Şüphesiz bu zor soruya cevap vermek hiç kolay değildir. Çünkü piyasaların davranış şekli öyle hızlı değişmektedir ki zamanın ruhunu anlayabilmek pek kolay olmamaktadır. ABD’nin eski hazine bakanlarından Paul O’Neill, dünyanın en büyük üç alüminyum üretim şirketinden biri olan Alcoa’ya CEO olarak atandığı 1987 yılında herkes bu zor durumdaki şirketi nasıl kurtaracağını merak ediyordu. Finansçılar ve bankacılarla dolu bir salonda ilk konuşmasına çıktığında herkes merakla stratejisini öğrenmeyi bekliyordu. Paul O’Neill’ın konuşması kısa ve net fakat bir o kadar da anlaşılmazdı. Aynen şöyle demişti kalabalığa: “İş güvenliğimiz çok zayıf. Çalışanlarımız sürekli kaza geçiriyor ve sakat kalıyorlar. Tek hedefim sıfır kaza!”

Dinleyicilerin kafası karışmıştı. Finansçılar çaktırmadan salonu terketmiş ve telefonlara sarılmıştı. Şirketlerini arayarak şu bilgiyi geçmişlerdi: “Alcoa’nın başına bir hippiyi geçirmişler. Adam şirketi batıracak. Derhal şirket hisselerini satın!”

O gün birçok finansçı şirketlerine bu bilgiyi geçmişti. Eğer belki binlerce kişiyi işten çıkaracağını söyleseydi herkes mutlu olacaktı ama öyle olmamıştı. Paul O’Neill bir şeyin farkındaydı: İnsanlara değişmelerini emredemezsin…

Paul O’Neill gerçekten de tüm stratejisini iş kazalarını düşürme üzerine kurmuştu. Şirkette kaza oranı çok yüksek olduğundan tüm çalışanlardan bu konuya odaklanmalarını istedi. Eğer bir kaza gerçekleşirse yöneticiler bir daha bu kazanın gerçekleşmemesi için alınması gereken önlemle birlikte durumu direk olarak Paul O’Neill’e ileteceklerdi. Bu alt düzey yöneticiler için gerçekten büyük bir sorumluluktu. Belki de hayatlarında hiçbir zaman karşılaşamayacakları şirketin en üst yöneticisi ile bu zor durumda konuşuyor olmanın düşünmesi bile stres vericiydi. Herkes pür dikkat işine konsantre çalışıyor ve iş kazasına sebebiyet vermemeye gayret ediyordu. Çok geçmeden Paul O’Neill’ın yeni düzenlemesi geldi. Artık şirkette sadece bu sistemi benimseyenler yükseltilecekti. Bu adeta bir devrimdi. Katı hiyerarşi çatlamış, iş süreçleri yeniden tasarlanmıştı. Şirket kaza oranlarını düşürmekle kalmamış iflas etmekten de çıkmıştı.

Paul O’Neill’ın emekli olduğu 2000 yılına gelindiğinde ise Alcoa dünyanın üç büyük şirketinden biri idi ve piyasa değeri kendisinden önceki dönemle kıyaslandığında 27 milyar dolar artmıştı.

Bugün finansal kuruluşların yapması gereken çalışan çıkarmak değildir. Tıpkı Paul O’Neill’ın yaptığı gibi insanların düşünce şeklini değiştirmektir. Ama bu her şeyden önce finansal şirketlerin düşünce şeklinin değişmesi ile mümkün olur. Alcoa için sorun olan iş kazaları finansal sistem için hırslı yatırım anlayışıdır. Eğer çalışanlar işe alındıklarında, “kim daha çok kar yaratırsa en çok bonusu da o alacaktır” denmezse ve çalışanlar da sadece şirketin yüksek çıkarları ve sürdürülebilirliği için çalışırlarsa, şirketlerin tekrar eski günlerine dönmemesi için bir sebep yoktur. Paul O’Neill’ın stratejisinin bugün sıkışıklıkta olan tüm finansal kuruluşlar için kurtarıcı olması oldukça mümkün gözükmektedir.

Dünyanın düz olduğuna inananlar yanılmıştı. Sonra öküzün boynuzunda döndüğüne inananlar da yanıldı. Eğer bugün her iki düşünceye de inananların hata yaptığını düşünüyorsanız siz de derin bir yanılgı içindesiniz demektir. Çünkü bugünkü gerçeği ortaya çıkaran şey dünyanın düz olduğuna olan derin inanışın sorgulanmasıydı.

Şimdi şirketlerin yapması gereken de işte budur!

Hiç yorum yok: