Sermaye piyasalarının en önemli kişilerinden TSPAKB Başkanı Attila Köksal bugün sosyal medyada piyasalarımızın en önemli sorununa dikkat çekti. Attila Köksal, piyasa derinliğini sağlayacak yeterli paranın yabancılardan sağlanamadığı gibi mevcut yerli yatırımcıların da piyasalardan kaçırıldığını söylüyor. Piyasaların büyümesi için hayatı bileşen paradır. Giren paranın sağlıklı şekilde artması piyasaların gelişmesi anlamını taşır. Attila Köksal bunun yapılamadığını söyleyerek soruyor: “Nerede yanlış yaptık?”
Aslında problemin ne olduğunu ortaya koymak çok zor görünmüyor. Finansal piyasaları bir oyun alanına benzetirsek oyuna katılan oyuncu sayısının yeterli olmadığını söyleyebiliriz. Öyleyse yapılması gereken de belli. Oyuna girecek oyuncu sayısını arttırmalıyız. Peki ama bunu nasıl yapacağız?
2000 yılına gelindiğinde sıkıntılı bir ekonomik görünüm sergileyen İngiliz Hükümetinin ajandasında tuhaf bir konu vardı: O zamanlar ne olduğuna dair insanların pek bir şey bilmediği 3G ihalesi.
Ne insanlar ne de iletişim şirketleri bu sektörün nereye varacağı ve ne getireceği hakkında öngörü sahibi değillerdi. İngiliz hükümeti bu işin karlı olabileceğini düşünüyor ve satılması düşünülen 5 adet lisanstan en az 2 milyar pound gelir elde etmeyi umuyordu. Bu tutar İngiltere’nin bir yıllık gelir vergisi kadardı ve hükümetin iştahını kabartıyordu. Fakat bu lisansları ihale ile satmak büyük bir risk içeriyordu. O ana kadar yaşanan örnekler acıydı. ABD’deki ihale başarılı bitse de lisansları alan şirketler kriz nedeniyle ihale bedellerini ödeyememişlerdi. Yeni Zelanda bir lisanstan sadece 6 dolar gelir elde etmişti. Ne olduğu ve geleceği belli olmayan bir sektöre son derece akıllı şirketlerin yüksek yatırımlarda bulunması pek mümkün görünmüyordu. İşte bu şartlar altında İngiliz Hükümeti 5 adet lisansın ihale usulü satılması için şirketlere çağrı yaptı. İhaleye 13 şirket katıldı. Bir aydan fazla süren ihale süreci 27 Nisan 2000 tarihinde sona erdi. Ortaya çıkan sonuç tüm dünyayı alarm durumuna geçirmişti. Sonuç inanılmazdı. İhaleden elde edilen gelir yaklaşık 30 milyar pounddu. Yani hükümetin en iyimser tahminlerle beklediği tutarın 15 misli. Peki ama bu nasıl başarılmıştı?
Bu kadar paranın İngiltere’ye akacak olması piyasaları karıştırmıştı. Avrupa Birliği ihaleyi protesto etmiş, sektör birlikleri bu kadar paranın piyasadan çekilmesinin büyük bir kriz yaratacağını savunmuştu. Aslında haksız da değillerdi. Sektör ihaleden sonra girdiği krizde birçok büyük şirketini kaybetmişti ama ne olursa olsun bu İngiliz Hükümetinin başarısını gölgeleyecek bir durum değildi. Ülkeye istenilen paranın 15 misli çekilmişti. Fakat bu kimin başarısıydı?
Bu tip bir ihalenin büyük bir hüsranla biteceğini önceden tahmin eden yetkililer işe problemi tanımlamakla başladılar. Problem açıktı: Oyuna katılacak istekli oyuncu sayısının yüksek olması. 3 oyuncunun katıldığı bir ihalede 5 lisans için önerilecek tutar 1 pounddan yüksek olmayacaktı. Peki ama bu sorunu kim çözecekti?
Paul Klemperer, Ken Binmore ve Tilman Borgers bu sorunu çözmesi için işin başına getirilen kişilerdi. Bu adamların üçü de ne ekonomi de uzmandı, ne sektörü biliyordu, ne de pazarlama dehalarıydı. Bildikleri tek bir şey vardı ve yıllarına ona adamışlardı: Oyun teorisi!
Bu üç adam derhal çalışmaya başladı. Bilinen modern ihale sistemlerinin başarılı olamayacağını düşünüyorlardı. Kapalı zarfın firmaları psikolojik gerilime ittiği ve düşük teklife yönlendireceğini düşünüyorlardı. Vickrey sistemi ise sakattı. En yüksek teklifi verenin ihaleyi kazandığı ama bedel olarak ikinci en yüksek bedeli ödediği bu sistem de böyle bir ihale için uygun değildi. Öyleyse ne yapmalıydılar?
Oyun teorisinin yaratıcısı John Van Neumann’dan ihale sisteminin pokerdeki blöf mekanizması ile aynı olduğunu öğrenmişlerdi. Öyleyse blöfün dünyadaki uzmanına bakmalıydılar. Bu kişi hiç şüphesiz pokerin dünyadaki en iyi oyuncusu olan Chris Ferguson’du. Ya da bilinen adıyla “Jesus”. Neredeyse tüm dünya şampiyonluklarını blöfle kazanan Jesus aslında büyük bir oyun teorisyeniydi. Bir matematikçi olan babası tarafından çocukluğundan beri pokeri oyun teorisi kurallarıyla nasıl oynayacağı konusunda yetiştirilmişti. Paul Klemperer, Ken Binmore ve Tilman Borgers, Jesus’ı yakın izlemeye aldıklarında onda tuhaf bir şey fark ettiler. Bilinen tüm poker stratejileri nasıl daha fazla kazanırım üzerine kuruludur. Oysa Jesus’ınki farklıydı. Onun stratejisi nasıl daha az kaybederim üzerine kuruluydu. İşte, o anda üç oyun teorisyeni istediklerini bulmuşlardı.
Bir yıllık bir çalışma sonrası olabilecek en basit ihale sistemi kuruldu. 13 katılımcı internet üzerinden ihaleye katılacak ve ya fiyatı arttıracak ya da ihaleden çekilecekti. 5 lisansa da aynı anda teklif verilebiliyor, farklı özelliklere sahip lisansların fiyatları kendi aralarında belirlenebiliyordu. Bu sistem biraz karışıktı ama oyun teorisyenleri bunu bilerek tasarlamışlardı. Lisansların şirketler tarafından daha başlangıçta paylaşılması istenmemişti. Mesela 3 şirket bir lisans için mücadele ederse elbette ki fiyat daha düşük olacaktı. ABD böyle bir hatayı birkaç yıl önce yapmıştı. 300.000 dolar gelir bekledikleri radyo ihalesi 2.329 dolar ile bitmişti. Çünkü lisanslar daha ihale başlamadan müşteriler tarafından gizli bir anlaşmayla bölüşülmüş ve her şirket ilgili lisansın ihale kodu olan tutarı önererek birbirine gizli bir mesaj vermişti. Mesela 2.329 San Diego’nun ihale koduydu.
Oyun teorisyenlerinin Jesus’tan öğrendikleri şey ihalenin kaderini değiştirmişti. Hazırlana ihale sistemi öyle bir yapıdaydı ki şirketleri Jesus gibi düşünmeye zorluyordu: “Geleceği belli olmayan bir lisans için 5 milyar pound çok yüksek bir tutar ama lisans ya başarılı olursa? İşte o zaman tamamen biteriz!..” Bu, Jesus’ın pokerdeki nasıl daha az kaybederim stratejisinden farklı bir şey değildi. İşte, ihaleye katılan tüm şirketler aynen böyle düşünmeye yöneltilmişti. Şirketlerin tüm hamleleri de şeffaf bir şekilde diğerleri tarafından hemen görüldüğü için kimse son ana kadar ihaleden çekilmemişti. Sonuç muazzam bir başarıydı. 30 milyar pound! Yani beklenen gelirin 15 misli.
Bugün TSPAKB Başkanı Attila Köksal’ın vurgu yaptığı sorun olan piyasalara yeterli oyuncunun çekilememesi ve mevcutların da korunamıyor olması işte böyle bir hata içermektedir. Oyun teorisinde basit bir düşünce vardır: Para risk altındaysa bahisler ciddiye alınmalıdır. Bu düşünce bugün finansal piyasalarımızın temel sorununu özetler gibidir. Piyasadaki oyuncuların hamleleri, özellikle de amatör yatırımcıları tuzağa düşüren manipülatif hamleler piyasaların izleyici kuruluşları tarafından tam olarak izlenememekte ve gereken aksiyonlar hızlıca alınamamaktadır. Bu tür hamlelerin yakından izlenerek piyasa şeffaflığının sağlanması oyuna katılacak olanların sayısını arttıracaktır. Düzenlemelerin konulması oyuna girişleri engelleyecek hamlelerin engellenmesini sağlamaz. Yani manipülasyoncular hamlelerine devam etmeyi sürdürürler. Kanunların gözü olmadığı için onların yerine gözlemleyen kuruluşların hayata geçirilmesi gereklidir. İdeal şartlar altında mükemmel kanunları çıkarmak hukukçuların, ekonomistlerin, yöneticilerin veya işletmecilerin başarısı olabilir. Ama bu hiçbir zaman yeterli değildir. Piyasalar daima de facto davranışları yapısallaştırmakta uzman oldukları için idealize edilmeleri kolay değildir. Kısacası önemli olan oyunun nasıl oynandığını görebilmek ve kuralları ona göre belirlemektir.
TSPAKB Başkanı Attila Köksal’ın geçen haftaki halka arz hatalarına vurgu yapan çıkışından sonra bugünkü açıklamaları da piyasadaki en iyi oyun teorisyenlerinden birisi olduğunu fazlasıyla ortaya koymaktadır. İngiltere 3G ihalesindeki gibi bir başarı isteniyorsa ya da daha açık söylersek piyasa derinliği arttırılmak isteniyorsa, oyun teorisinden anlayan kişilerin işin başına geçmesi en hafif ifadesiyle zaruriyettir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder