Bu soru bugün bile hala gizemini koruyor. Bir yerlerde bir şeylerin hatalı yapıldığı veya görmezden gelindiği ortak aklın sonucu olarak yavaş yavaş ortaya çıkmaya başladı. Ama Amerikalılar, biz bu hatalardan neden ders çıkarmayı bilmiyoruz diyerek hayıflanmaya da devam ediyor.
Gelin, bu hazırlıksızlığın ve uyarı sinyallerinin Amerikalılar tarafından görmezden gelinmesinin nedenlerini araştırmak için biraz tarihten yardım alalım. 1941 yılında, Japonya’nın Pearl Harbor’a saldırması öncesinde bir çok sinyal vardı. Japonların tüm hazırlıkları biliniyordu. Ama bu uyarılar tıpkı bugünkü gibi ciddiye alınmamıştı. Yerleşmiş anlayışlar, belirsiz risklere karşı efektif önlemler almanın zorluğu ve maliyeti, dış kaynaklardan gelen verilerin bir araya getirilip analiz edilmesi mekanizmalarının yerleşmemiş olması, tıpkı o günkü gibi bugün de en temel yetersizlik olarak varlığını sürdürmektedir.
Düşüncelerine en fazla değer verilen, bilgi ve zeka yönünden en önde gelen gözlemciler -tıpkı bugün olduğu gibi sinyalleri tek taraflı yorumlayarak- Japonya’nın Amerika’ya saldıramayacağını, çünkü kazanma şanslarının çok zayıf olduğunu söylüyorlardı. Bu tek taraflı bakış açısından, Japon kültürü hakkında fazla şey bilmedikleri anlaşılıyordu. Çünkü Japonların rasyonel bir kaybetme senaryosundan daha fazla onura önem verdiklerini hesaplamıyorlardı. Üstelik bu çıkarımlarda bulunacak kurumlara da sahip değillerdi. Sonrasında olanları hepimiz biliyoruz.
Şimdi de yaşanan finansal krizin öncesine gidelim. Finansal kurumların sermayeleriyle kıyaslandığında yatırımlarının (kaldıraç etkisi) çok büyük olduğu, iş hayatının önde gelenleri ve önemli ekonomistler tarafından o günlerde söyleniyordu. Ama sistemin tamamiyle sigortalanmış olması çöküş ihtimallerini azaltıyordu.
Krizin resmi başlangıç tarihi olarak kabul edilen, Bear Stearns’in 2 fonunun durduğu haberinin duyulduğu 2007 yılı Temmuz’undan yaklaşık 10 ay önce, 2006 yılı Eylül ayında, New York Üniversitesi’nda çalışan ve pek de şöhretli olmayan Nouriel Roubini adlı bir profesör, Uluslararası Para Fonu(IMF) ekonomistlerinden oluşan bir dinleyici kitlesi önünde şu konuşmayı yapıyordu: “Kriz gelmek üzere. Amerika, muhtemelen hayatında ilk kez karşılaşacak: Gayrimenkul balonunun sönmesi, petrol şoku, hızla azalacak tüketici güveni ve sonunda derin bir resesyon.” Krizle ilgili uyarıları sıraladıktan sonra, bu gelişmelerin hedge fonları, yatırım bankalarını ve Fannie Mae ve Freddie Mac gibi büyük finansal kuruluşları tahrip edeceğini belirtti Roubini.
Seyirciler, şüpheli ve hafife alan bakışlarla dinlemişlerdi Roubini’yi. Konuşmasını bitirip kürsüden inerken başkanın, “Bunun üzerine bir bardak su içelim!” sözü üzerine de herkes nedensiz bir kahkaha atmıştı.
Her zamanki gibi, üniversitelerde öğretilen ekonomi kuramlarına son derece bağlı ekonomistlerden karşı atağın gelmesi fazla gecikmedi. Temel eleştiri noktaları aynıydı. Roubini, öngörülerini matematik modellere dayandırmıyordu. Yani Keynes’in kuralları dururken tüketici güven endeksine dayandırılan tespitlerin yeterli olmayacağı, moneteristlerin para politikaları varken tahakkuk oranlarının delil teşkil etmeyeceği, Hicks-Hansen’in faiz oranları teorisi yerine mortgage oranları kullanılarak öngörü yapılamayacağı savunuluyordu.
Kuramcı ekonomistlerin anlamadığı bir şey var, artık kimsenin kural tanımadığı. İnternet ağları üzerinde kurulan finansal sistemin kökleri ne Keynes’e, ne Adam Smith’e, ne Karl Marx’a, ne de Malthus’a veya Freidman’a dayanıyor. Bu şaşırtıcı finansal sistem sadece 2 güdüyle yönetiliyor: Hırs ve korku.
Ekonomistler, ekonomi bilimini en iyi bilenlerin kendileri olduğunu düşünmemizi ve onlara saygı duymamızı istiyorlar. Ama bilmeleri gereken bir şey var. Artık ekonominin kökleri Keynes’e, Malthus’a, Smith’e değil, irrasyonel, hayali ve geçişken insani arzulara bağlı olduğu gerçeği.
İşte, Roubini’nin gizemli bir doğrulukla olacakları önceden haber vermesi, bu kökleri olmayan değişkenleri, ekonomistlerin ve ekonomi biliminin şimdiye kadar göz ardı ettiği insani duygular boyutunu da ekleyerek değerlendirmesinden kaynaklanıyor.
Roubini, 2007 yılı Eylül ayında IMF ekonomistleri önünde ikinci kez kürsüye çıktığında, herkes soluksuz bir şekilde dinlemeye başlamıştı. Roubini, borç ödeme krizinin büyüdüğünü ve finansal sistemdeki tüm sektörlerin bundan etkileneceğini söylediğinde ise kimse gülmedi. Bir IMF ekonomisti, 2006’da arkasından deli diyerek gönderdiğimiz adamı 2007’de peygamber olarak geri çağırdık itirafında bile bulunmuştu.
Roubini, krizi insanlık tarihinin en büyük kredi balonu olarak tanımlıyor. Dünyanın her tarafını ve tüm sektörlerini etkileyen birçok balon var diyor. Gayrimenkul, mortgage, kredi, hisse senedi, menkul kıymet ve her gün patlayan yeni bir balon.
Hükümetlerin finansal şirketleri kurtarmasını ise, krizi yaratan yöneticiler ve büyük hissedarlar sistem içinde bulunmaya devam ettikleri sürece başarılı olamayacak bir adım olarak görüyor.
1958 yılında İstanbul’da doğan Roubini, bugün tüm dünyayı dolaşarak krizin olası etkilerini herkese anlatmaya çalışıyor.
İnternet ağları üzerinde kurulan finansal sistemin, insanın sonsuz arzularıyla birleştiğinde ne tür önlenemez krizler yarattığını görüyor ve görmeye de devam edeceğiz. Artık finansal sistemin düzenleyici kurumlarla kontrol edilemeyeceği, ülkelerin gizli istihbarat birimleri gibi yapıların oluşturulması gerekliliği batılı ekonomistler tarafından söylenmeye başlandı bile. Fakat hangi kurumsal önlemler alınırsa alınsın, işin doğasından ve insani faktörlerden kaynaklanan risklerin hiçbir zaman tam olarak ortaya konamayacağı açıktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder