Çok değil, bundan on yıl önce, bu sorunun cevabını vermek gerçekten kolaydı. Bankalar, topladıkları mevduatı kredi olarak veren finansal kurumlar olarak tanımlanmaktaydı. Peki, ya şimdi?
Son beş yıldır, büyük şirketler ve önemli devlet kuruluşları, bir grup uyanık finansçının kendi isteği doğrultusunda, bankalardan sağlanan ucuz kredilerle alınıp satılmaktadır. Dünyanın büyük bankaları kadar kendi coğrafyalarının söz sahibi bankalarının da bu kervana katılmasıyla büyük bir balona dönüşen bu pazar da patlama noktasına gelmiştir. (Leveraged Buyout Krediler )
Dünyanın en büyük şirketlerinin çok büyük tutarlı banka kredileri kullanılarak satın alınması, kreditör bankalar açısından önemli riskler taşımaktadır. Böyle büyük kredilerin bankaların mali tablolarında tutulması ve şirketin olası finansal başarısızlığı sonrası tahakkuk riskinin bankaca üstlenilmesi, kreditör bankalar açısından tehlikeli bir durumdur. Krizin başlamasından sonra bankalar bu tür kredileri durdurmuş, fakat hemen başka bir riskli işe girmişlerdir. Kredi vermek yerine, kredi verecek kuruluşları bir araya getirerek riski onlara transfer etmişler ve bu sayede yüksek komisyon ücretleri almaya başlamışlardır.
Sendikasyon kredileri bankalar açısından gelir sistemlerinin bir üst modelidir. Kredinin faiz geliri ve batması halinde ayrılacak karşılıklar sonrası sermaye azaltıcı yönlü faktörlere bağlı olunmaksızın, bankalar sadece aracı rolü oynarlar. Sermaye riski yerine komisyon alarak işlerin yanlış gitmesi durumunda tasaya kapılmazlar. Yatırımın geri dönüş oranı arttıkça, kreditörlerin gelirlerinin volatilitesi düşmekte ve bütün taraflar memnun olmaktadır.
2007 yılı sonu rakamlarıyla, global sendikasyon kredisi pazarı 4.5 trilyon $ düzeyindedir. Şirket satın alımlarının finansmanında kullanılanların payı ise %30, yani 1.4 trilyon $’dır. En büyük kredileri alan şirketleri de burada belirtmek faydalı olacaktır. Dünyanın en büyük özel finansmanını alan şirket Rio Tinto’dur. Madencilik sektöründe yer alan çok uluslu firmanın aldığı kredi tutarı 40 milyar $’dır. İkinci sırada 37.7 milyar $’la Alman otomobil devi Porsche, üçüncü sırada ise 30.9 milyar $ ile İtalyan enerji şirketi Enel yer almaktadır.
Bankalar son yıllarda, kredi satmak yerine aracılık yaparak yüksek karlar elde ediyordu fakat ekonomik çalkantı bu sistemi durma noktasına getirmiştir. Sendikasyon kredileri gibi bir diğer üst gelir yöntemi olan seküritizasyon süreci de bir dönem çok başarılı olmuştur. Zaman içinde kredi standartlarındaki gevşeme ve bankaların şüpheciliğindeki azalma seküritizasyon sisteminin çökmesinde etkilidir. Kredi değerliliği düşük olan subprime müşterilerin kurumsal dengi kabul edilebilecek KKR gibi özel yatırım fonları, kendi satın alımlarının finasmanı için her zaman yüksek ücret ve faiz ödemeye istekli görünmüşlerdir. Son derece riskli olan bu kredilerin paketlenip satılabilmesi (seküritizasyon) için yapılarında oldukça köklü değişikliklere gidilmesi gerekiyordu. Başarıldı da. Bu süreçte öyle kompleks bir hale dönüştürüldüler ki, yatırımcıları bile bu menkul kıymetlerin altında ne tür bir kredi ve piyasa riskinin olduğunu anlayamadılar. Subprime krizinin başlangıcı olarak kabul edilen Bear Stearns’in 2 adet fonunu durdurmasının altında bu sebep yatıyordu. Şu an ise herkes mortgage bazlı menkul kıymetler ve diğer borç enstrümanlarının kullanıldığı menkul kıymetlerin donmasıyla ilgi haberleri okuyor.
Bugün yaşadığımız kriz, bankaların hatalı kredileri nedeniyle oluşan tipik bir kredi krizi değildir. Pazarın tüm oyuncularının dörtnala gittikleri bir yarışta bir anda büyük bir isteksizliğe kapılarak oldukları yere yığıldıkları değişik bir krizdir. Bankaların mali tabloları artık alıcısı olmayan bu tür kredilerle dolu durumdadır. Bunun bankaların kredi arzlarını olumsuz etkileyeceği kesindir. Önümüzdeki dönemde hem finansal, hem de reel sektörü oldukça zor günler beklemektedir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder