25 Temmuz 2012 Çarşamba

Babil'in en zengin adamı!

Birçok ülke, vatandaşlarının tasarruf yapmadığından yakınıyor. Sesler küresel krizin borç seviyelerini arttırması ile daha yüksek çıkar oldu. Tasarruf yapılmaması kişilerin değil devletlerin sorunu olarak algılanıyor. Tasarrufun bir erdem olduğu herkesin malumu iken neden tasarruf yapmıyoruz?

Rasyonel düşünen herkesin bu soruya verecek bir yanıtı mutlaka vardır. Tüketime olan bağımlılığımız, kişisel disiplinimizin zayıf olması veya kader tasarruflarımızı elimizden almaya son derece kararlıdırlar diye düşünürüz. Onların bu yönde gizli bir politikalarının olduğunu bile düşünenler olacaktır. Öte yandan birçok sağduyulu kişi sorunun kendinde olduğunun farkındadır. İsterlerse tasarruf edebileceklerini düşünürler fakat bu istekleri sonsuz bir erteleme içindedir. İsterseniz gelin hep beraber irrasyonel insanın neden tasarruf yapamadığının şifresini çözelim ve sorunun çözümü için antikçağ bilgeliğinden yardım alalım.

Neden (çoğumuz) tasarruf yapmayız? Bu sorunun cevabını arayan sosyal araştırmacı Dan Ariely bir çalışmaya başlar. Üniversitede ders verdiği üç sınıfı vardır ve sene başında bu üç sınıfa yıllık ödevlerini verir. Öğrencilerden yıl içinde üç ödevi bitirmelerini ve kendisine teslim etmelerini ister. Tabi öğrencilerin karşı konulamaz heyecanları şu soruyu hemen getirir: “Peki ama ödevleri ne zaman teslim edeceğiz?” Dan Ariely, ödevlerin son teslim günleri için üç sınıfa da ayrı tarih verir. İlk sınıftaki öğrenciler her üç ödevin teslim tarihlerini kendileri belirleyecekti. Bu nedenle her bir öğrenciden istedikleri tarihi bildirmeleri istendi. İkinci sınıftakilere verilen tarih ise son derece esnekti. Yılın son dersinin yapılacağı güne kadar herhangi bir günde ödevlerini teslim edebilirlerdi. Üçüncü sınıfa ise ilk iki sınıfa göre daha keskin tarihler verilmişti. Dördüncü, sekizinci ve on ikinci haftalarda ödevler teslim edilecekti. Haftalar geçer ve ödevler sunulur. Burada üzerinde durulan konu şuydu: Acaba hangi sınıftaki öğrenciler daha yüksek bir başarı sergileyecekti?

Yıllık ödevlerde en düşük puanları, ödev tarihleri için hiçbir tarih belirlenmeyen ikinci sınıftakiler almışlardı. Ödevleri istedikleri zaman teslim etme hakkına sahip bu grubun en düşük puanları alması şaşırtıcıydı. Ödevlerin teslim tarihlerini öğrencilerin en başta kendilerinin belirlediği birinci sınıftakiler ise ikinci sınıftakilerden daha yüksek puanları almışlardı. Fakat en şaşırtıcı sonuç teslim tarihleri başta öğretmen tarafından belirlenen üçüncü grup öğrencilerdi. Onlar en yüksek puanları almışlardı. Şimdi bu sonuçları nasıl yorumlamalıyız?

Ödev tarihleri dayatılan öğrenciler kesinlikle en başarılı olanlardı. Öğrencilerin teslim tarihleri konusunda özgür bırakılması ise hiçbir işe yaramamıştı. Öğrenciler ödevleri son ana kadar ertelemiş ve başarılı sonuçlar alamamıştı. Erteleme problemi öz disiplinin kaybolması sorunu ile belirerek başarının önünde en büyük engel gibi yükselmiştir. Tıpkı tasarruf yapma alışkanlığında olduğu gibi.

Kişilerin tasarruf yaparken önlerine çıkan en büyük engel ertelemedir. Bugün, bugün olmazsa yarın, yarın olmazsa bir başka gün… şeklindeki düşünce tarzımız tasarruf yapma bilincimizi sürekli bir “geçici körlüğe” iter. İrrasyonel insanın bu çetrefilli sorunu nasıl çözülebilir dersiniz?

Çağın insanının bu büyük sorununa antikçağın derinliklerinden gelen bir hikaye ile yanıt aramaya çalışalım. Bakalım antikçağın bilgeleri erteleme ve öz disiplin eksikliğine nasıl cevap bulmuşlar. Amerikalı işadamı George S.Clason 1926 yılında The Richest Man in Babylon (Babil’in En Zengin Adamı, Epsilon 2010) adlı bir kitap yayınlar. Zenginlik üzerine bugüne kadar yazılmış en ilham verici kitap kabul edilen Babil’in En Zengin Adamı o yıldan b u yana tüm dünyada milyonlarca satmıştır. Hikaye, iki fakir arkadaş Bansir ve Kobbi’nin, Babil’in en zengin adamı Arkad’dan zengin olmanın formülünü öğrenmek istemeleri ile başlar. Arkad onlara kendi zenginliğinin altın kuralını söyler: “Kazancımın bir kısmı kenara ayırmam için benimdir.” Bu tasarruf ile aynı anlamdadır. Fakat Bansir ve Kobbi, Arkad’a şu yanıtı verirler: “Nerde bizde o irade!?”

Çağımızdaki tüm tasarruf söylemlerinde genellikle hikaye bu cümle ile son bulur: “Nerde bende o irade!?” Bunu söyleyen birine o andan sonra diyebilecek bir şey yoktur. Fakat Arkad’ın cevabı oldukça etkileyicidir: “Güçlü irade, insanın kaldıramayacağı bir öküzü ya da deveyi taşıması değildir. İrade, hedefe ulaşmak için önüne koyduğun görevi başarmaktır. Eğer kendime bir vazife belirlersem, önemsiz bir iş de olsa sonuna kadar giderim. Aksi halde önemli işler için kendime nasıl güvenebilirim? Diyelim ki kendime şöyle bir görev verdim: Yüz gün boyunca şehre köprü üzerinden yürüyerek gidip yoldan aldığım bir çakıl taşını dereye atacağım; bunu her gün yaparım. Eğer yedinci gün dereye taş atmayı unutursam, kendime şunu söylemem: “Yarın iki çakıl taşı atarım, aynı şey olur!” Aksine o gece uyumam, tekrar şehre yürüyerek gider ve çakıl taşını dereye atarım. Ya da yirminci günde kendime şunu söylemem: “Her gün bir çakıl taşı atmak çok saçma. Ay sonunda bir avuç at, olsun bitsin!” Böyle bir şeyi ne söyler, ne de yaparım. Önüme kendim için bir iş koyduğumda onu kesinlikle tamamlarım. Bu da bana yeni hedefler için güven duygusu verir. Bundan dolayı daima dereye atabileceğim çakıl taşı kadar kendime hedef veririm.”

Arkad’ın sözlerinde “çakıl taşları” yerine “tasarruf” sözcüğünü koyarsanız, tasarruf tembelliğini belki yenebilirsiniz.

Hiç yorum yok: