Finansal krizlerle yaşamaya alışan dünya artık krizlerin nedenlerini araştırmaktan yorulmuş durumda. Dev finansal kuruluşların düşük çözünürlüklü kar amaçlı finansal operasyonları ve bunun üzerine hükümetlerin, halklarının refahını ön plana koyarak yarattıkları borç dağları sonrası global bir açmaza giren dünya ekonomisi sorunun kaynağını “mükemmel fırtına” olarak görüp yoluna devam etme çabasında. Hataların gerçek nedenleri ve nereden kaynaklandıkları gerçekçi değerlendirmeler ve tedbirler ışığında araştırılmadığı için krizlerin sebepleri ve suçluları asla bulunamıyor. Hataların ortaya çıkarılması yolundaki isteksizlik ne kadar güçlü olsa da uygarlık tarihinin başından bu yana birçokları tarafından kabul gören şu düşünce her zaman haklı çıkmıştır: “Tüm krizler insan hatasıdır!”
Dünyanın en büyük beş depreminden biri sayılan ve Japonya’nın yaşadığı en büyük deprem olarak kayıtlara geçen Tohoku depremi 11 Mart 2011 tarihinde meydana geldi. Depremin şiddeti 9 olarak ölçüldü. Deprem sonrası oluşan ve boyları 40 metreye varan tsunami dalgaları ülkeyi büyük bir felaket yaşattı. Yaklaşık 20.000 kişi hayatını kaybetti. Fakat yine de yaşanan bu kayıplar Fukushima Nükleer Santralinde yaşanan ve aylar süren gerilim filmi kadar dünyayı korkutmamıştı. Deprem ve tsunami sonrası santralde başlayan nükleer sızıntı 85.000 kişinin bölgeden tahliyesi ve 7,4 milyar dolarlık zarar yaratmıştı. Santraldeki sızıntının uzun süre kontrol altına alınamamış olması yeni bir “Çernobil” endişesini tüm dünyaya yaşatmıştı. Peki kaza neden olmuştu?
Aslında santralde her şey baştaki kriz senaryoları dahilinde kontrol altındaydı. Deprem sonrası santraldeki dört ünite otomatik olarak devre dışı kalmış ve soğutma motorları devreye girerek reaktörleri soğutmaya başlamışlardı. Fakat santrali işleten TEPCO adlı şirket, deprem sonrası oluşan dalgaların büyüklüğünün, yapılabilecek tüm öngörülerin üzerinde kaldığı için ısıyı denize taşıyan sistemlerin bozulduğunu belirterek önlenemez bir kriz oluştuğuna dikkat çekmiştir. Bu tür büyük doğal felaketlerin önceden tahmin edilmesi imkansız olduğu için “öngörülemeyenin önlenemeyeceği” argümanı elbette ki geçerli bir yaklaşımdır. Buna kimsenin diyecek bir sözü olmayacaktır. Peki TEPCO’nun ve ardından hükümetin yaptıkları bu değerlendirmeler ne kadar gerçekçiydi?
Japonya Hükümeti kazayı araştırması için bağımsız bir değerlendirme komisyonu atar. Komisyon raporunu 2011 yılı sonunda açıklar. Komisyonun, hükümeti ve işleten şirketi hedef alan suçlamaları o günden beri devam etmektedir. Çünkü rapor, hükümet ve TEPCO’nun dediği gibi “öngörülemediği için önlenemeyen” bir felaketten bahsetmemektedir. Tüm otoriteleri şaşırtan rapor kısaca şöyle demektedir: “İnsan hatası!”
Aslında rapor birçoklarının görebildiği bir gerçeğin altına yeniden çizerek başlıyordu: “Güvenlik için gerekli aygıtlar deprem nedeniyle zarar görmemiştir.” Bunda şaşırtıcı bir şey yoktu. Çünkü gerek TEPCO, gerekse hükümetin açıklamaları da bu yöndeydi. Fakat komisyonun bu noktadan sonraki tespiti herkesi şok etmişti: “Felaket öngörülebilir ve önlenebilirdi!”
Komisyon başkanı Kiyoshi Kurokawa felaketin insan hatası nedeniyle gerçekleştiğini ve kaza anında reaktörlerden birinde yeterince eğitimli elemanın mevcut olmadığını belirtiyordu. Bu da bir ihmal olduğunun açık bir kanıtıydı ona göre. Ayrıca hükümetin teknik bilgi eksikliği yüzünden tahliye kararını vermekte gecikmesi de diğer önemli hata olarak görünüyordu. Rapor spesifik bir yönetici adı belirtmese de TEPCO’nun üst düzey yöneticilerinin zan altında oldukları ortada.
Komisyonun diğer önemli bulgusu ise TEPCO yöneticilerinin içinde bulunduğu anlayış eksikliği. TEPCO üst yöneticileri kazayı baştan beri büyük tsunami dalgalarına ve onların öngörülmezliğine bağlamışlardı. Bu tür bir bakış açısı Challenger kazasında NASA yöneticilerinde de vardı. Uygarlık tarihinin en büyük fizikçilerinde ve Challenger kazasını araştırma komisyonu üyesi Richard Feynman NASA yetkililerine böyle bir kazanın olma ihtimali nedir diye sorduğunda milyarda birlere karşılık gelen bir yanıt almıştı. Aldığı yanıtın üzerine “Peki bunu nasıl hesapladınız?” diye sorduğunda ise herkes birbirine bakmıştı. Çünkü bu rakam gerçekçi değildi ve hesaplanarak ulaşılmamıştı.
TEPCO da hesaplama yapmaksızın tüm suçu yükselen dalgalara ve büyük depreme fatura etmişti. Oysa komisyonun uzun araştırmaları sonucu ortaya çıkan gerçek çok farklıydı. Reaktörlerden biri büyük deprem gerçekleşmeden yarım saat önceki öncü sarsıntılarda yara almıştı.
Hükümetin tahliyede geç kalması ise diğer bir büyük hataydı. Gerek TEPCO gerekse hükümet kazadan sonra tam iletişim halinde karar verdiklerini söylemişlerdi. Fakat rapor böyle demiyordu. Başbakanlık ofisi ile TEPCO arasındaki iletişimin kopuk olduğunu söyleyerek her iki tarafı suçluyordu. Başbakanın patlamadan sonra santral görevlilerine gereken talimatları verdiği şeklindeki savunma ise raporda farklı bir trajedi içinde sunuluyordu: “Talimat verilen yöneticiler değil işçiler olunca santraldeki kontrol tümüyle yok olmuştur!”
Kısaca söylemek gerekirse Fukishima felaketi, hükümet, işleten şirket ve düzenleyici otoritelerin deprem, tsunami ve diğer doğal afetlerin yaratacağı riski dikkate almadan oluşturulan güvenlik önlemlerinin yetersizliğinden kaynaklanmıştır. Bu kısa değerlendirmeyi 2007 yılında başlayan ve hala farklı piyasalarda şiddetini gösteren finansal krizin tüm safhaları için de kullanabiliriz. Hükümetler, düzenleyici kuruluşlar ve piyasa oyuncuları riskleri daima “öngörülmezlik” bahanesi ile düşük görme isteği içindedirler.
Fukishima raporunu hazırlayan Dr.Kurokawa felaketi tanımlarken şu kısa tanımı kullanıyordu: “Made in Japan!” Ya da yaşanan finansal kriz için söylersek “İnsan icadı!”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder