12 Temmuz 2012 Perşembe

İşkence etmeyi ne kadar severiz?

Global ekonomi Avrupa Birliğinden gelen güven verici haberlerle şimdilik rayına girmiş görünüyor. Birliğin mevcut problemleri devam etse de Almanya’nın piyasalara gerekli güveni vermesi toz dumanın biraz olsun yatışmasına yardımcı oldu. Almanya bu kararı verirken çok zorlandı. Neredeyse iki yıldır süren kararsızlığı Avrupa’da birçok hükümetin devrilmesine ve sosyal ayaklanmalara neden oldu. Öyleyse şu soruyu sormak gerekmez mi? “Almanya piyasalara güven vermek için neden bunca yıl bekledi?”

Sorunun yanıtını her zamanki gibi irrasyonel insan davranışlarında arayarak Alman liderlerin psikolojisini çözümlemeye çalışalım. Yale Üniversitesi psikologlarından Stanley Milgram, 1961 yılı Temmuz ayında bir deneye başlar. Tarih, Nazi savaş suçlusu Adolf Eichmann’ın yargılanmaya başladığı tarihin 3 ay sonrasıdır. Milgram, yaptığı deneyde şu soruya yanıt aramaktadır: “Eichmann ve soykırıma katılan binlerce subay ve görevli sadece kendilerine verilen emri mi yerine getirdiler? Soykırıma katılanların hepsi sadece “göreve itaat” suçuyla mı suçlanmalıydı?”

Milgram, bu sorulara yanıt bulmak için basit bir deney kurguladı. Deneklerin vicdani duyguları ile otoritelerini karşı karşıya getirerek verdikleri kararları gözlemledi. Deney kısaca şöyle yapılıyordu. Denek deney salonuna girdiğinde iki kişiyle karşılaşıyordu. Bunlardan biri deneyle ilgili komutları verecek görevliydi. Diğer kişi ise “gönüllü bir denek” olarak tanıştırılsa da aslında o da deney ekibinden biriydi. Deneğe, yapılacak deneyin cezanın, öğrenme ve hafızayı nasıl etkilediği üzerine bir deney olduğu anlatılır. Gönüllü deneğe öğrenci rolü, gerçek deneğe ise öğretmen rolü verilir. Öğretmen o anda öğrencinin de kendisi gibi denek olduğunu düşünüyordu ve üzerinde inceleme yapılacak kişinin o olduğunu sanıyordu. Fakat asıl incelenen kendisiydi.

Önce öğrenciye kelime çiftlerinden oluşan bir ödev veriliyor ve verilen ödevi ezberlemesi isteniyordu. Ezberini tamamladıktan sonra deney odasına alınıyor ve elektrikli bir sandalyeye bağlanıyordu. Asıl deneğe deneyin başladığı söyleniyordu. Asıl denek, öğrencinin ezberlediği kelime çiftlerinden ilkini söyleyecek, öğrenci ise ezberlediği diğer sözcüğü söyleyecekti. Eğer öğrenci kelimeyi doğru hatırlamazsa öğrenciye elektrik şoku uygulanacaktı. Her yanlış yanıtta öğretmen önce uygulayacağı şokun voltajını öğrenciye söylüyor, sonra da butonu çeviriyordu. Her hatalı yanıtta voltaj 15 volt arttırılıyordu. Voltaj yükseldikçe öğrencinin bağırmaları da artıyordu. Aslında öğrenciye verilen voltaj yoktu ve bağırmalar rol gereğiydi ama öğretmen rolündeki denek bunu bilmiyordu.

80, 100, 120 derken 150 voltta öğrencinin haykırışları yükselmeye başlamıştı. Deneyle ilgili komutları veren görevli bağırışlara itibar etmeden diğer soruyu öğretmene iletiyor, öğretmen de öğrenciye soruyordu. Öğretmen durması gerektiğini düşünmüyordu. 200-300 volt arasında öğrenci dayanamaz hale geliyor ve öğretmene yalvarıyordu. Fakat öğretmen, görevliden gelen yeni soruyu sorarak voltajı arttırmaya devam ediyordu.

Bu deneye öğretmen rolüyle katılan deneklerin üçte ikisi, araştırmacı deneyi sonlandırıncaya, yani 450 volta kadar elektrik vermeye devam etmişti. Oysa 300 voltta öğrenci “can çekişir” rolü yapıyordu. Bu gerçekten çarpıcı bir sonuçtu. Öte yandan öğretmen deneklerin kendi rızalarıyla elektrik vermeyi durdurdukları seviye ise 300 volttu. O ana kadar elektrik vermeyi sürdürmüşlerdi.

Sonuçların oldukça şaşırtıcı bir başka boyutu daha vardı. Deneyden önce bir grup öğrenciye “Sizce kaç öğretmen 450 volta kadar çıkar?” diye sorulmuştu. Gelen yanıt yüzde birdi. Aynı soru konunun uzmanı psikologlara da sorulmuştu. Onların yanıtı ise binde birdi. Oysa deneklerin %70’e yakını 450 volta çıkmıştı.

Deneyden çıkan sonuç aslında basitti. İşkence etmek insanları düşündüklerinden daha az etkilemektedir. Bu nedenle Alman yöneticilerin geçen süreçte krizle boğuşan ülkelerin ne kadar can çekiştiğine aldırış etmemiş olmaları normal karşılanmalıdır. Deney elbette ki sadece Almanlar adına değil, aslında herkesin içindeki gizli kalmış bir dürtüyü ortaya koyması açısından tüm insanlık adına önemli bir deneydi.

Avrupa’da finansal krizin derinleşmeye başladığı son iki yıldır, bugün alınmış önlemlerin daha önceden neden alınmadığı sorgulandığında, bu deneyin bakış açısıyla şu sonuca rahatlıkla varabiliriz. Böyle derin bir krizde hiçbir tecrübesi olmayan birçok otorite (kişi, kurum ve kuruluş), alınacak kararı hiyerarşinin en tepesindeki kişilere bırakmışlardır. Hiç şüphesiz Avrupa Birliği için bu Almanya’dır.

Hiç yorum yok: