Etkileri derin olan bu büyük skandalı 1993 yılında ortaya çıkaran doktor Jeffrey Wigand, ekonomi tarihinin en önemli itirafçılarından biriydi. Whistleblowing denilen ve ülkemizde de birçok şirketin insan kaynakları politikası içinde uygulama alanı bulan bu itiraf mekanizması, çalışanların kurum içinde karşılaştıkları suistimal ve benzeri olayları, üst yönetime direk olarak bildirme imkanı sağlıyor. Çalışanların bu ihbarlarda kimlikleri gizli tutulurken, özlük hakları da koruma altına alınıyor.
Finansal krizin enkaza çevirdiği ekonomik sistemin tüm parçaları gibi, whistleblowing de ağır yara alacak gibi gözüküyor. Bugün İngiltere’den gelen yeni bir skandal haberi, bu fikri fazlasıyla destekliyor.
2000’li yıllardan sonra ortaya çıkan, “hırs” duygusunu en tepeye koyan ve ne olursa olsun hırslı insanları istihdam etmeye öncelik veren İnsan Kaynakları modeli, bugün artık açık bir şekilde iflas etmiştir. Beraberinde komple bir global ekonomiyi de iflasa sürükleyerek.
Bankacıların kör hırslarının çökme noktasına getirdiği İngiliz bankacılık sistemi, bugün yeni bir skandalla çalkalandı. Başbakan Gordon Brown’un baş danışmanlarından Sir James Crosby, batışın eşiğindeyken geçen ay Lloyds TSB’ye satılan HBOS’un CEO’luğunu yaptığı dönemde, bankanın “tehlikeli satış politikaları” nedeniyle yönetim kurulunu uyaran risk yöneticilerinden Paul Moore’u işten attığının ortaya çıkması nedeniyle istifa etti.
Hikaye kısaca şöyle. 2002-2005 yılları arasında HBOS’un risk yönetiminden sorumlu Paul Moore, bankanın faaliyetlerinin riskli olduğunu ve geleceğini tehdit ettiğini fark eder. Banka yönetiminin maliyeti ne olursa olsun büyüme isteğinin, agresif satış politikaları ile birleşmesinin bankayı uçuruma sürüklediği, tüm risk yönetim ekibi tarafından sezilmektedir. Paul Moore, icradaki bu ölümcül yanlışlığın, şirketin sağlığı üzerinde ciddi riskler yaratacağını yönetim kuruluna bildirir. Sürdürülebilir olmayan kredi balonu üzerine kumar oynamanın intihar olduğunu ayrıntılarıyla anlatır. Aldığı cevap şaşırtıcıdır. CEO Sir James Crosby tarafından görevine son verilir ve yerine bankacılık ve risk yönetiminde tecrübesi olmayan başka bir yönetici atanır.
Tabi yasal haklarını kullanan Moore tazminat almaya hak kazanır ama bankanın çökmesinin ardından bu olayın dün itibariyle gündeme taşınması, hikayeyi başa sardırır. Moore açıklamalarında şöyle diyor:
“Bankanın çok hızlı gittiğini düşünüyordum. Bankanın ve müşterilerin korunmadığı açıktı. Bankanın satış kültürü, bankanın sistem ve kontrol politikalarıyla hiçbir denge ve uyum içermiyordu. Banka yöneticileri, subprime denilen alt segmentteki müşterilere verilen kredilerin artmasından dolayı herhangi bir endişe taşımıyorlardı. Şirket yönetiminin önemli konulardaki kararlarının tamamının hatalı olması, bankanın çöküşünün altında yatan temel etkendir. Bankacılıktan anlamayan risk yöneticileri bile bir şeyi iyi bilirler: İşi, yeterli geliri ve varlığı olmayanlara verilen krediler büyük risk taşır. Eğer bir varlığı satın almak için, o varlık değerinde bir kredi verirseniz ve kredinin teminatı olarak, o varlığı yeterli görür ve varlığın fiyatının daima artacağını düşünürseniz, delirmeye çok yakınsınız demektir. Bunları görmek için bilim adamı ya da ekonomist olmaya ihtiyacınız yok. Biraz sağduyu yeterli. Gözünü para hırsı, güç ve gurur bürümemiş herkes, bir problem olduğunu rahatça görebilirdi. Peki, neden uzmanlar bunu göremedi?.. Hepsi de biliyordu fakat onlara susmaları için para veriliyordu. Onlar da konuşmaya korkuyorlardı.”
Moore’un sözleri krizin manifestosu gibi.
Whistleblowing mekanizmasının, çalışanlar arasındaki kıskançlık ve öfke gibi kısır konuları gündeme getiren verimsiz bir politika olduğu, hayati konuların, herkes açısından hayati olması nedeniyle, itirafçının hayatına mal olarak sonuçlanacağı, bu olayla bir kere daha ortaya çıkmıştır. Moore, son gelişmelerden sonra köşe bucak kaçan yönetim kurulu üyelerini anımsatarak, “kralın yeni giysileri” gibi herkes hala neyin yanlış gittiğini soruyor, diyor: “Oysa kral çıplak!”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder