İflas sadece küçük işletmelerin değil, dünya ekonomisini yöneten devasa şirketlerin ve hatta ülke ekonomilerinin de kaderidir. Peki 2007 yılından bu yana yaşanan krizde iflas etmesi gerektiği halde iflas etmeyen ya da ettirilmeyen kaç büyük şirket ya da ülke vardır dersiniz?
Bugün artık can çekişen klasik iktisat teorisinin en önemli görevlerinden biri hiç şüphesiz cevap vereceği yeni sorular ortaya koymaktır. Yani aslında böyle bir soruyu sorması gerekenler rasyonel düşünen iktisatçılar olmalıydı. Fakat ne yazık ki böyle bir soruyu şu anda sormak ve buna cevap vermek iktisatçılar açısından hiç kolay değildir. Neden mi?
Çünkü iflas etmesi gereken şirketler ve kurumlar son beş yıldır büyük bir kurtarılma programının hedefi durumundalar. Açığa satışın birçok ülkede hala yasak olmasının altındaki sebep de budur. Açığa satışın iflasa yakın şirketleri son bir hamle ile çökerten doğası yasaklanmasının altındaki en temel nedendir. Bununla birlikte son günlerde gelen ECB ve Fed politikaları da temelde şirketler ve ülkelerin iflas etmesini önlemeye yöneliktir. Avrupa Merkez Bankası ECB’nin limitsiz tahvil alımı ve ABD Merkez Bankası Fed’in parasal gevşeme operasyonları ile normal şartlarda iflas etmesi gereken birçok şirket ve ülkenin iflasının önüne geçilmesi amaçlanmaktadır. Bir şirketin ya da ülkenin iflas etmesi kimsenin isteyeceği bir şey değildir. O nedenle bu yönlü politikaların desteklenmesi pozitif bir yaklaşımdır. Zor durumda olan şirket ve ülkelerin iflas etmekten kurtarılması ya da en azından bunun için mücadele edilmesi erdemli bir ekonomik davranış sayılabilir. Peki ya bu şirket ve ülkeler iflasa terkedilirse ne olur?
Sorunun yanıtı aslında birkaç sözcükle özetlenebilir. Aşırı karı seven riskli yatırım anlayışının önüne geçilmiş olur. Çünkü krizin başından bu yana batmamak için mücadele eden şirket ve ülkelerin bugüne nasıl geldiklerine dönüp bakıldığında tek bir şey görülecektir: Ekonominin büyüme yıllarında daha fazla kar elde etmek için son derece riskli yatırımlar yapılması. Risk iştahı denilen bu olgu bugün global ekonominin içine girdiği çıkmazın en temel duygusudur. İşte, eğer bu şirket ve ülkeler kurtarılmayıp iflasa terkedilirse, aslında elde edilecek en önemli getiri, aşırı kar elde etmek için alınan riskin azalacak olmasıdır. Yani global ekonomideki risk azalacaktır. Peki bu nasıl olacak dersiniz?
İrrasyonel düşüncenin dünyadaki kült kitaplarından olan Freakonomics’te ekonomist Steven D.Levitt ABD’de 90’larda artan suç oranının 2000’lere gelindiğinde nasıl düştüğüne sıra dışı bir açıklama getirir. 90’larda artışa geçen suç oranı 2000’li yıllara gelindiğinde öngörülemez bir şekilde %50’den fazla düşüş göstermiştir. Kriminologlar, politikacılar ve hatta klasik iktisatçılar suç oranının neden düştüğü üzerine senaryolar geliştirirler. İktisatçılar suç oranlarındaki düşüşün nedenini 90’larda artan ekonomik refaha ve gelişmeye bağladılar. Politikacılar silahsızlanma kanunlarındaki artışı neden olarak gösterdiler. Kriminologlar ise suçla mücadelede uygulanan yöntemleri ön plana çıkardılar. Ama Steven D.Levitt’ın suç oranındaki düşüşe getirdiği açıklama çok farklıydı.
Yasa dışı işlerde çalışan Norma McCorvey adlı kadının tek derdi kürtaj olmaktı. Fakat ABD kanunları 70’li yıllarda bunu yasaklıyordu. McCorvey, hakkını aramak için mahkemeye başvurdu ama davayı kaybetti. Çocuğunu doğurmak zorunda kaldı ama mücadelesinden vazgeçmedi. Dava ABD Yüksek Mahkemesine gitti. Yüksek Mahkeme tarihi kararını verdi ve ABD’de kürtaj serbest oldu. İşte Levitt’e göre ABD’de suç oranını düşüren bu davaydı.
Ona göre, söz konusu suç olduğunda tüm çocuklar eşit doğmuyordu. Olumsuz bir aile ortamında doğan çocuklar araştırmalara göre suça daha yakındı. Doğal olarak McCorvey’in çocuğu da, babası olmaması, annesinin yasa dışı işlerde çalışması nedeniyle suça yakındı. Eğer McCorvey gibi milyonlarca kadın yaşadıkları kötü hayatın yanında bir de istemedikleri çocuklarını doğururlarsa çocukların suça bulaşma ihtimali yüksek olacaktı. İşte 70’lerin ortalarında alınan kürtaj yasağının kaldırılması kararı sonucunda, bu doğmamış çocukların suç işleyecekleri yaşlar olan 2000’li yıllara gelindiğinde suç oranları düşmüştü. Basitçe Levitt şunu diyordu. Potansiyel suçlular havuzu boşalırsa, suç oranı da azalır.
Bugün ekonomi için de aynı yaklaşımın kullanılması sanırız bundan farklı bir sonuç doğurmayacaktır. Eğer ECB tahvil alımını durdursa, Fed parasal gevşemeye dur dese ve birçok ülkenin sermaye piyasası mevzuatı açığa satış yasağına son verse öncelikle birçok şirket ve ülkenin iflas ettiğini göreceğiz doğal olarak. Fakat sonrasında, kar elde etmek adına sınırsızca kullanılan risk alma duygusunun önemli ölçüde azalacağını göreceğiz. Çünkü batan şirket ve ülkeler şu anki kaosu yaratan yüksek riskli yatırımların suç havuzunda yer alan şirket ve ülkeler olacaklardır. Onların olmadığı bir dünyada yatırım hiç şüphesiz daha az riskli olacaktır.
Öyleyse ekonomiye yön verenlerin asıl cevap vermesi gereken soru şudur. Global ekonominin birkaç yılı mı daha önemlidir, yoksa geleceği mi?
1 yorum:
Çok başarılı bir blog... Takip ediyorum... Piyasanın çıkmazları ile ilgili (ir)rasyonel çözümleri okumak çok hoşuma gidiyor...
Yorum Gönder