Hoşça kal 2008, merhaba 2009!
Güle güle yatırım bankaları!.. Hedge fon hegemonyası!.. Petrol zenginliği!.. Çok uluslu bankacılığın yaptığı her şeyi iyi bildiğine olan inanç!..
Ve hoş geldin mücadele, iflas, işsizlik ve yoksulluk!..
2008’in neler getireceğini öngörmede başarılı olamayan analist ve ekonomistler, 2009 yılının önceki yıldan daha büyük olumsuzlukları getireceğinde hemfikirler. Danışmanlık şirketi Tower Group analistlerinden Ralph Silva, G8 ülkelerindeki bankalardan üçte birinin, 2009 yılında, birleşme ve iflas gibi nedenlerle yok olacağını öngörüyor. Sadece 5 veya 6 global bankanın, sağlıklı şekilde hayatta kalmak için yeterli fona ulaşabileceği belirtiliyor. Geri kalan bin kadar bankanın gereken parayı elde edemeyeceğini söyleniyor.
Bankacılığın bu katastrofik düşüşü yaşayacağı fikrine bir çırpıda inanmak pek kolay değil hiç şüphesiz. Bunu gelecek günlerde göreceğiz. Yaşanacakları daha iyi yorumlayabilmek için gelin kısa bir geri dönüş yapalım ve bankacılık sisteminin nasıl para yarattığını ortaya koymaya çalışalım.
Bugünkü sistematik finansal krizin temelinin, parasal sistemdeki başarısızlık olduğu, birçok otorite tarafından artık kabul edilen bir gerçek. Bankaların kağıt para yaratma yetenekleri, ekonomide kendini daima “borç” olarak göstermektedir. Bu açıdan bakıldığında, merkez bankalarının sisteme enjekte ettikleri paraların, sistemi kurtarmakta başarılı olmayacağı fikri ağır basmaktadır. Çünkü yapılan şey basitçe, mevcut borçların daha büyük borçlarla değiştirilmesinden farklı bir şey değildir. Yani borç borcu ödemez gerçeğidir.
Para kavramı, kolayca anlaşılır bir kavram değildir. En azından bugünkü uluslar arası finansal kurumlar ve bankacıların açıkladığı şekliyle. Paranın, olduğundan daha farklı bir görüntü ile sunulmaya çalışıldığı ortadadır. Bu gerçeği, J.K.Galbraith, “Money: Whence it came, where it went” adlı kitabında şöyle ifade ediyor: “Para gerçeği, diğer tüm ekonomik konulardan daha fazla gizlenmeye çalışılmaktadır.”
Romalı filozof Çiçero’nun, mahkemede savunulan kişinin aslında bir günah keçisi olduğunu ispatlamaya çalışırken kullandığı sözle ifade etmek gerekirse; “Cui Bono!”
Yani “kimin bundan çıkarı var!”
Öncelikle bazı konuların açıklığa kavuşturulması gerekiyor. Açlık, yoksulluk, ucuz tedavi olanakları, dün olduğu gibi bugün de önemli problemlerdir. Altyapı iyileştirmeleri kaçınılmazdır. Tamamiyle fosil yakıtlara bağlı olan ulaşım sistemimizin, yenilenebilir ve çevreye duyarlı enerji kaynaklarına dönüştürülebilmesi için büyük ar-ge faaliyetlerine ihtiyaç vardır. Ve daha birçok problem.
Tüm bu problemler için gereken ortak şey paradır. Para olmadan hiç birinin düzeltilmesi imkansızdır. İşte bu, paranın neden askeri güçten bile daha büyük bir güce sahip olduğunu açıklıyor sanırız.
Para sistemi, son derece kompleks bir şekilde dizayn edildiği için, kolayca anlaşılması mümkün değildir. Parayı kontrol edenler, bu sitemi diğerlerinin anlamasını istemezler. Çünkü güçlerini kaybetmekten korkarlar.
Parasal sistemi anlayan çok azları ise, ya karla ilgilenirler ya da kendi güçlerini arttırmaya çalışırlar. Böylece kendi sınıflarının üzerinde bir sınıf yaratılmayacaktır. İnsanoğlu, mental olarak, her durumu kendi lehine çevirmeye yeterli olabilecek bir kapasiteye sahip olmadığı için de, herkes kendi yükünü yakınmadan taşımaya yüzyıllardır devam etmiştir.
Şimdi gelelim bankacılık sistemi içindeki paraya.
Bir banka, müşterisine kredi verdiği zaman, bir hizmetin yanında aynı zamanda para da yaratmış olur. Verilen her kredi yaratılan paranın artması anlamını taşır.
Burada bir hususa dikkat edilmelidir. Sadece verilen kredinin anaparası kadar para yaratılmaktadır. Ama kredinin geri ödenmesi için faiz de gereklidir.
İşte, bu noktada akla iki soru gelmektedir. Birincisi, faizin ödenmesi için para nereden bulunacaktır? İkincisi, verilen kredi henüz geri ödenmemişken, diğer kredi nasıl verilmiştir?
Sistemin en muazzam ilüzyonu buradadır. Kısmi karşılık (fractional reserve) bankacılığı denen bir gölge oyunu oynanır sürekli. Karşılıklar, bir orana göre azaltılır başka bir deyişle. Ama hangi oran?
Bu konuda açıklama bulabileceğimiz tek resmi kaynak FED. ABD Merkez Bankası FED şu açıklamayı getiriyor: “Fractional reserve sistemi nedeniyle bankalar, kredi ve yatırımlarla, para arzını birkaç kez arttırabilir.”
Peki, kredi ve yatırımlarla arttırılan para arzı için istenen karşılık (reserve) ne? Son yirmi yıldır tüm dünyada kısmi karşılıklar, sadece bankalarda tutulan mevduatın belli bir oranı olarak uygulanıyor.
Bu mekanizmayla, kısmi karşılık bankacılığı bankalara, sahip olmadıkları parayı yaratma imkanı veriyor. Örneğin kısmi karşılığın %10 olarak uygulandığı varsayımında, bankalar yatırılan mevduatın %10’unu tutarak %90’ını kredi olarak verebiliyor. Yani 9 katını. Tutulan karşılık ile de para çekme talepleri karşılanıyor.
Bankaların verdiği kredilerle elde edilen paralar, iş hayatının çarklarından geçerek, son sahipleri tarafından, bankadaki hesaplara mevduat olarak yeniden yatırılıyor. Ve proses yeniden başa dönerek tekrar ediliyor.
Görüldüğü gibi, bankalar para yaratırken aynı zamanda borç da yaratıyorlar. Para ve borç sistemde aynı anlama geliyor aslında. Servet, para yaratılarak değil, borç yaratılarak oluşturuluyor. Bir borç ödeme aracı olarak düşünülen paranın kendisinin bir borç olduğu gerçeği ise, insanlar tarafından anlaşılmamaya hala devam ediyor.
Sistemin bir diğer realitesine gelince, talep edilen mevduatın %90’ının bankada mevcut olmaması. Geçici ilüzyonun sona erdiği bugünkü finansal türbülansta, bankaların nakit sıkışıklığı içine girmelerinin nedenlerini sorgulamaya fazla gerek yok sanırız. Mevduatın tamamının talep edilmeyeceği varsayımını kullanan kısmi karşılık bankacılığı, olası bir sendelemede, likidite yetersizliği semptomuyla iflasa kadar gidiyor.
Şimdi de kısmi karşılık bankacığının nasıl çalıştığını, “birinin zenginliği diğerinin borcudur” bakış açısıyla ortaya koymaya çalışalım.
Bay A, 100 TL parasını bankaya yatırmaya karar verir. Banka, Bay A’nın parasını memnuniyetle kabul eder ve kendisine bir hesap cüzdanı verir.
Bay A bu işlemle bankaya kredi vermiş, banka da parayı elinde tutma hakkını almıştır. Bay A, elindeki cüzdanı vadesinde bankaya ibraz ettiğinde, yatırdığı anaparayı ve bankaya kullandırdığı kredi için bankanın ödemek zorunda olduğu faiz kadar parayı geri alacaktır.
Paranın, Mevduat Güvence Fonu tarafından sigorta edilme gerçeğini de unutmayalım. Bazı soruların cevapları verilemese de… Bay A’nın parası neye karşı sigorta ediliyor? Herhangi bir zararda, Bay A’nın sigorta edilen parası nereden gelecek? Mevduat güvence fonunun elinde ne kadar para var?
Bir müşteri, kredi almak için bankaya gittiğinde, banka kendisinden teminat isteyecektir. Ama aynı banka, Bay A’nın parasını ödünç alırken herhangi bir teminat vermemiştir. Sadece geri ödeme üzerine belli belirsiz bir söz vermiştir. İşte, bu çifte standarttır ve kabul edilemez bir durumdur. Başka bir ifadeyle, kabul edilmezliğin kabul edilmesidir.
Bay A’nin parasını yatırdığı bankanın karşılık oranının %10 olduğunu varsayalım. Bu durumda banka 10 TL’yi tutup, kalan 90 TL’yi kredi vermek üzere bekletecektir.
Ertesi gün Bay B, 90 TL kredi almak için bankaya gider. Banka, hayhay diyerek kabul eder. Nasıl olsa Bay A 100 TL para yatırmıştır ve bankanın kredi verecek yeteri kadar parası vardır. Bay B, %5 faizle 90 TL krediyi hemen alır.
Tüm bunlardan sonra banka, Bay A’ya 100 TL borçlu, Bay B’den 90 TL alacaklı ve elinde de 10 TL parası bulunacaktır. Peki tam bu anda, banka tüm yükümlülüklerini aynı anda nasıl yerine getirecektir? Cevap oldukça açık. Getiremeyecektir. Çünkü o anda elinde sadece 10 TL olacaktır.
İşte bu hikayedeki rakamların milyarca katını aldığımızda, bugün içinde bulunduğumuz finansal krizin nedenini açıkça görmüş oluruz.
Hikayemize geri dönersek, Bay B 90 TL kredi aldığında, bankaya %5 faiz ödeyeceğini söylemiştik. Henüz Bay B’nin faiz ödemesi için gerekli paranın nereden geleceğini keşfetmiş değiliz.
Daha öncede belirttiğimiz gibi 90 TL kredi, Bay A’dan borç alınan 100 TL mevduat ile yaratılmıştı. Fakat faiz için gerekli para o aşamada yaratılmamıştı.
Bay B’nin faiz için gereken parayı bulması için çalışması, emeğini para ile değişmesi gerekmektedir. Hayatının bir bölümünü, hayatını sürdürmek adına harcaması demektir. Bu hiç de adil bir değişim değildir aynı zamanda. Böylece servet tabandan tavana doğru sürekli transfer edilecek, kısmi karşılık bankacılığı (fractional reserve banking) ilüzyonlarına devam edecektir.
Güle güle yatırım bankaları!.. Hedge fon hegemonyası!.. Petrol zenginliği!.. Çok uluslu bankacılığın yaptığı her şeyi iyi bildiğine olan inanç!..
Ve hoş geldin mücadele, iflas, işsizlik ve yoksulluk!..
2008’in neler getireceğini öngörmede başarılı olamayan analist ve ekonomistler, 2009 yılının önceki yıldan daha büyük olumsuzlukları getireceğinde hemfikirler. Danışmanlık şirketi Tower Group analistlerinden Ralph Silva, G8 ülkelerindeki bankalardan üçte birinin, 2009 yılında, birleşme ve iflas gibi nedenlerle yok olacağını öngörüyor. Sadece 5 veya 6 global bankanın, sağlıklı şekilde hayatta kalmak için yeterli fona ulaşabileceği belirtiliyor. Geri kalan bin kadar bankanın gereken parayı elde edemeyeceğini söyleniyor.
Bankacılığın bu katastrofik düşüşü yaşayacağı fikrine bir çırpıda inanmak pek kolay değil hiç şüphesiz. Bunu gelecek günlerde göreceğiz. Yaşanacakları daha iyi yorumlayabilmek için gelin kısa bir geri dönüş yapalım ve bankacılık sisteminin nasıl para yarattığını ortaya koymaya çalışalım.
Bugünkü sistematik finansal krizin temelinin, parasal sistemdeki başarısızlık olduğu, birçok otorite tarafından artık kabul edilen bir gerçek. Bankaların kağıt para yaratma yetenekleri, ekonomide kendini daima “borç” olarak göstermektedir. Bu açıdan bakıldığında, merkez bankalarının sisteme enjekte ettikleri paraların, sistemi kurtarmakta başarılı olmayacağı fikri ağır basmaktadır. Çünkü yapılan şey basitçe, mevcut borçların daha büyük borçlarla değiştirilmesinden farklı bir şey değildir. Yani borç borcu ödemez gerçeğidir.
Para kavramı, kolayca anlaşılır bir kavram değildir. En azından bugünkü uluslar arası finansal kurumlar ve bankacıların açıkladığı şekliyle. Paranın, olduğundan daha farklı bir görüntü ile sunulmaya çalışıldığı ortadadır. Bu gerçeği, J.K.Galbraith, “Money: Whence it came, where it went” adlı kitabında şöyle ifade ediyor: “Para gerçeği, diğer tüm ekonomik konulardan daha fazla gizlenmeye çalışılmaktadır.”
Romalı filozof Çiçero’nun, mahkemede savunulan kişinin aslında bir günah keçisi olduğunu ispatlamaya çalışırken kullandığı sözle ifade etmek gerekirse; “Cui Bono!”
Yani “kimin bundan çıkarı var!”
Öncelikle bazı konuların açıklığa kavuşturulması gerekiyor. Açlık, yoksulluk, ucuz tedavi olanakları, dün olduğu gibi bugün de önemli problemlerdir. Altyapı iyileştirmeleri kaçınılmazdır. Tamamiyle fosil yakıtlara bağlı olan ulaşım sistemimizin, yenilenebilir ve çevreye duyarlı enerji kaynaklarına dönüştürülebilmesi için büyük ar-ge faaliyetlerine ihtiyaç vardır. Ve daha birçok problem.
Tüm bu problemler için gereken ortak şey paradır. Para olmadan hiç birinin düzeltilmesi imkansızdır. İşte bu, paranın neden askeri güçten bile daha büyük bir güce sahip olduğunu açıklıyor sanırız.
Para sistemi, son derece kompleks bir şekilde dizayn edildiği için, kolayca anlaşılması mümkün değildir. Parayı kontrol edenler, bu sitemi diğerlerinin anlamasını istemezler. Çünkü güçlerini kaybetmekten korkarlar.
Parasal sistemi anlayan çok azları ise, ya karla ilgilenirler ya da kendi güçlerini arttırmaya çalışırlar. Böylece kendi sınıflarının üzerinde bir sınıf yaratılmayacaktır. İnsanoğlu, mental olarak, her durumu kendi lehine çevirmeye yeterli olabilecek bir kapasiteye sahip olmadığı için de, herkes kendi yükünü yakınmadan taşımaya yüzyıllardır devam etmiştir.
Şimdi gelelim bankacılık sistemi içindeki paraya.
Bir banka, müşterisine kredi verdiği zaman, bir hizmetin yanında aynı zamanda para da yaratmış olur. Verilen her kredi yaratılan paranın artması anlamını taşır.
Burada bir hususa dikkat edilmelidir. Sadece verilen kredinin anaparası kadar para yaratılmaktadır. Ama kredinin geri ödenmesi için faiz de gereklidir.
İşte, bu noktada akla iki soru gelmektedir. Birincisi, faizin ödenmesi için para nereden bulunacaktır? İkincisi, verilen kredi henüz geri ödenmemişken, diğer kredi nasıl verilmiştir?
Sistemin en muazzam ilüzyonu buradadır. Kısmi karşılık (fractional reserve) bankacılığı denen bir gölge oyunu oynanır sürekli. Karşılıklar, bir orana göre azaltılır başka bir deyişle. Ama hangi oran?
Bu konuda açıklama bulabileceğimiz tek resmi kaynak FED. ABD Merkez Bankası FED şu açıklamayı getiriyor: “Fractional reserve sistemi nedeniyle bankalar, kredi ve yatırımlarla, para arzını birkaç kez arttırabilir.”
Peki, kredi ve yatırımlarla arttırılan para arzı için istenen karşılık (reserve) ne? Son yirmi yıldır tüm dünyada kısmi karşılıklar, sadece bankalarda tutulan mevduatın belli bir oranı olarak uygulanıyor.
Bu mekanizmayla, kısmi karşılık bankacılığı bankalara, sahip olmadıkları parayı yaratma imkanı veriyor. Örneğin kısmi karşılığın %10 olarak uygulandığı varsayımında, bankalar yatırılan mevduatın %10’unu tutarak %90’ını kredi olarak verebiliyor. Yani 9 katını. Tutulan karşılık ile de para çekme talepleri karşılanıyor.
Bankaların verdiği kredilerle elde edilen paralar, iş hayatının çarklarından geçerek, son sahipleri tarafından, bankadaki hesaplara mevduat olarak yeniden yatırılıyor. Ve proses yeniden başa dönerek tekrar ediliyor.
Görüldüğü gibi, bankalar para yaratırken aynı zamanda borç da yaratıyorlar. Para ve borç sistemde aynı anlama geliyor aslında. Servet, para yaratılarak değil, borç yaratılarak oluşturuluyor. Bir borç ödeme aracı olarak düşünülen paranın kendisinin bir borç olduğu gerçeği ise, insanlar tarafından anlaşılmamaya hala devam ediyor.
Sistemin bir diğer realitesine gelince, talep edilen mevduatın %90’ının bankada mevcut olmaması. Geçici ilüzyonun sona erdiği bugünkü finansal türbülansta, bankaların nakit sıkışıklığı içine girmelerinin nedenlerini sorgulamaya fazla gerek yok sanırız. Mevduatın tamamının talep edilmeyeceği varsayımını kullanan kısmi karşılık bankacılığı, olası bir sendelemede, likidite yetersizliği semptomuyla iflasa kadar gidiyor.
Şimdi de kısmi karşılık bankacığının nasıl çalıştığını, “birinin zenginliği diğerinin borcudur” bakış açısıyla ortaya koymaya çalışalım.
Bay A, 100 TL parasını bankaya yatırmaya karar verir. Banka, Bay A’nın parasını memnuniyetle kabul eder ve kendisine bir hesap cüzdanı verir.
Bay A bu işlemle bankaya kredi vermiş, banka da parayı elinde tutma hakkını almıştır. Bay A, elindeki cüzdanı vadesinde bankaya ibraz ettiğinde, yatırdığı anaparayı ve bankaya kullandırdığı kredi için bankanın ödemek zorunda olduğu faiz kadar parayı geri alacaktır.
Paranın, Mevduat Güvence Fonu tarafından sigorta edilme gerçeğini de unutmayalım. Bazı soruların cevapları verilemese de… Bay A’nın parası neye karşı sigorta ediliyor? Herhangi bir zararda, Bay A’nın sigorta edilen parası nereden gelecek? Mevduat güvence fonunun elinde ne kadar para var?
Bir müşteri, kredi almak için bankaya gittiğinde, banka kendisinden teminat isteyecektir. Ama aynı banka, Bay A’nın parasını ödünç alırken herhangi bir teminat vermemiştir. Sadece geri ödeme üzerine belli belirsiz bir söz vermiştir. İşte, bu çifte standarttır ve kabul edilemez bir durumdur. Başka bir ifadeyle, kabul edilmezliğin kabul edilmesidir.
Bay A’nin parasını yatırdığı bankanın karşılık oranının %10 olduğunu varsayalım. Bu durumda banka 10 TL’yi tutup, kalan 90 TL’yi kredi vermek üzere bekletecektir.
Ertesi gün Bay B, 90 TL kredi almak için bankaya gider. Banka, hayhay diyerek kabul eder. Nasıl olsa Bay A 100 TL para yatırmıştır ve bankanın kredi verecek yeteri kadar parası vardır. Bay B, %5 faizle 90 TL krediyi hemen alır.
Tüm bunlardan sonra banka, Bay A’ya 100 TL borçlu, Bay B’den 90 TL alacaklı ve elinde de 10 TL parası bulunacaktır. Peki tam bu anda, banka tüm yükümlülüklerini aynı anda nasıl yerine getirecektir? Cevap oldukça açık. Getiremeyecektir. Çünkü o anda elinde sadece 10 TL olacaktır.
İşte bu hikayedeki rakamların milyarca katını aldığımızda, bugün içinde bulunduğumuz finansal krizin nedenini açıkça görmüş oluruz.
Hikayemize geri dönersek, Bay B 90 TL kredi aldığında, bankaya %5 faiz ödeyeceğini söylemiştik. Henüz Bay B’nin faiz ödemesi için gerekli paranın nereden geleceğini keşfetmiş değiliz.
Daha öncede belirttiğimiz gibi 90 TL kredi, Bay A’dan borç alınan 100 TL mevduat ile yaratılmıştı. Fakat faiz için gerekli para o aşamada yaratılmamıştı.
Bay B’nin faiz için gereken parayı bulması için çalışması, emeğini para ile değişmesi gerekmektedir. Hayatının bir bölümünü, hayatını sürdürmek adına harcaması demektir. Bu hiç de adil bir değişim değildir aynı zamanda. Böylece servet tabandan tavana doğru sürekli transfer edilecek, kısmi karşılık bankacılığı (fractional reserve banking) ilüzyonlarına devam edecektir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder