Piyasa aktörlerinin piyasa olarak kabul edilmesi düşüncesi, son yüzyılın en büyük finansal felaketinin yaşanmasına sebep oldu. Bu dönüşüm nasıl gerçekleşti?
Global ekonomik modelin en başvurulan mimarı Keynes, artık fazlasıyla demode bulunuyor. Varlık fiyatlarındaki şişme sonucu oluşan finansal krizi, onun istihdam ve ücret temelli klasik politikalarıyla aşmanın imkansızlığına herkes inanıyor. Neo Keynesyen akım olarak tanımlanan, devletin hisse senedi satın almasından, halka harcama çekleri dağıtılmasına kadar geniş bir yelpazede yer alan, modern ekonomik sisteme uygun politikalar her yerde karşımıza çıkıyor.
Keynesyen modelin yetersizliklerine geçmeden önce, piyasa aktörlerinin piyasa olarak kabul edilmeye başlanması düşüncesine sebebiyet veren ve bugünkü karmaşık ekonomik yapının çıkış noktası olan bir olayı yeniden hatırlayalım.
Long Term Capital Management – LTCM Olayı
2000 yılların başında dünya piyasaları, Long-Term Capital Management (LTCM) adlı fonun iflası haberiyle çalkalanmıştı. Yüksek getiriler kazanmak için kurulan bu şirket, 1997 Nobel Ekonomi ödülü sahipleri Myron Scholes ve Robert C.Merton tarafından yönetiliyordu. İlk yıllardaki %40’lar seviyesindeki yıllık getiri oranları, 5 milyar $’lık zararla sonuçlandı. Sadece kendi iflasını değil, 18. yüzyıl ortalarında kurulan UBS’yi, şirketteki yatırımları nedeniyle çökme noktasına getirerek Swiss Bank’la birleşmek zorunda bıraktı.
LTCM’nin yatırım modeli, son derece kompleks algoritmalar içermesine rağmen basit bir düşünceye dayanıyordu: Tarihsel verileri kullanarak, örneğin, bonolar arasındaki faiz farlılıklarını yakalayabilmek. Tespit edilen benzerlikler üzerine de büyük miktarlı pozisyonlar almak. LTCM’nin modelini bir örnekle açılamaya çalışalım.
Hükümetlerin çıkardığı hazine bonolarını ela alalım. Sabit getirili menkul kıymet denilen bu enstrumanlar, belli bir süre sonunda, belli bir tutarı ödeme garantisi verirler. Bu nedenle bonoların cari piyasa değerleri arasındaki fiyat farklılıkları minimal seviyededir. Arbitraj fiyatlandırma modeline göre, bu farklar arbitraj işlemleriyle kısa sürede elimine edilebilir. Örneğin 5 yıllık bir hazine bonosu ile 4 yıllık bir hazine bonosunun fiyat farkı çok düşük seviyededir. Çünkü her iki bono da vade sonunda, şu anda bilinen sabit bir getiri verecektir. Fakat her iki bonodaki likidite seviyesi birbirinin aynı olmayacağından, küçük fiyat farklılıklarının doğması muhtemeldir. İşte bu farklılıkları karmaşık tekniklerle tespit eden LTCM, ucuz bono da uzun (alış), pahalı bono da kısa (satış) pozisyon alır. Yüksek tutarlarda alınan bu pozisyonlar, bir süre sonra ucuz bononun fiyatını arttırırken, pahalı bononun fiyatını düşürecek ve aralarındaki fiyat farklılıkları sona erecektir. LTCM bu noktada pozisyonlarını kapatarak yüksek marjlı bir kar elde edecektir.
Problem Başarıydı
LTCM’yi global ekonomik sistemde dönüm noktası yapan işte bu modeldeki başarısıydı. Sadece büyümekle kalmadılar, diğer fonlar tarafından da taklit edilmeye başladılar. LTCM tüm pazarı bir anda değiştirmişti. Tüm yatırımcılar, fiyatlamalardaki küçük farkların kalıcı olacağını ve kendilerine büyük paralar kazandıracağını varsayıyordu. Tüm Pazar bu modelle çalışıyordu artık. Fakat yatırım planlarının ana iskeletini oluşturan tarihi veriler ve pazar bir süre sonra değişti.
Bir sistemin başarısı pazar ve sistem arasındaki ayrımın açıkça yapılabilmesine bağlanır. LTCM örneğinde ise pazar ve sistem iyice büyümüş ve birbirinin içine geçmişti. Sonuçta çöküş kaçınılmazdı. LTCM ile birlikte tüm piyasa kısa bir sürede çöktü.
LTCM’nin fon piyasasında yaptığını bugünkü ekonomik ortamda globalizasyon yapmıştır. Pazar (global finansal piyasalar) ve sistem (ülkeler ve ekonomi politikaları) arasındaki sınırlar yok olmuştur. Dünyada onbinlerce banka olmasına rağmen Citibank, UBS, Deutsche Bank gibi bankalar pazarın tamamı olarak düşünülmektedir. Yüzbinlerce high-tech şirketi varken Microsft, Google ve Yahoo tüm pazara yön vermektedir. Keynesyen politikaları yetersizliğe sürükleyen temel problem buradadır işte.
Neo Keynesyen ekonomi zamanı
John Maynard Keynes, modern ekonomi politikalarının babası olarak tanınır. Fikirleri son derece zekice olsa da, tanımladığı modelin sınırlarının “bir ülkeden” “tüm dünyaya” çıkmış olması, yenilenmesi gerektiğinin en önemli sebebi gibi gözükmektedir.
Keynes, hane halkı ve şirketler için en iyi (optimal) olan davranışların, makro ekonomi için en iyi olmadığını açık bir şekilde ilk ortaya koyan ekonomistti. Yani kısacası, ekonomiyi bir bütün olarak ele alan makro iktisadı ilk keşfeden kişiydi. Ondan önceki politikalar, bireylerin ve şirketlerin etkileşimleri üzerine kurulu ve bugün mikro iktisat denilen modellerdi. Bu modeller, bireyler ve şirketlerin optimal davranışlarının, ülke ekonomisin optimal davranışlarıyla olan ayrımını ortaya koymakta yetersiz kalıyordu. Yani hane halkı ve şirketler için en iyi davranışlar, ülke ekonomisi için de en iyi davranışlar olarak kabul ediliyordu.
Keynes’in fikirleri, bugünkü global ekonomi için artık basit görünmektedir. Ona göre, harcamaların azaltılması tasarrufları arttırırken, ekonomide bir yavaşlamaya neden olmaktadır. Firmalar harcamaları azalttığında, bireyler daha az gelir elde edecek ve bunun sonucunda da daha az harcayacaktır. Yani bireyler için iyi olan, ekonomi için kötü olacaktır. Keynes, bu soruna çözüm olarak, sisteme para enjekte etmeyi ve faiz oranlarını düşürmeyi önermiştir. Böylece düşen faiz oranları, tasarrufları tekrar yatırıma yönlendirecek ve sistemi işler hale getirecektir. Bugün hala birçok ülkede bu uygulama ile ekonomi dengede tutulmaya çalışılmaktadır.
Keynes’in makro ekonomi modelindeki başarısı, pazar (hane halkı ve şirketler) ile sistem (hükümet politikaları) arasındaki ayırımı iyi ortaya koymasından kaynaklanmaktadır. Modelin yetersizliği ise ülkeler arasındaki sermaye hareketlerinin sınırlı düzeyde olacağı varsayımıydı. Bu nedenle model tek bir ülke üzerine kuruluydu.
Fakat bugün ekonomi global hale gelmiş durumda. Bu nedenle Keynesyen politikalar artık çalışmamaktadır. Çünkü Malezya piyasalarındaki krizin aynı anda Rusya piyasalarına nasıl sıçradığını Keynesyen politikalar açıklayamamaktadır. Bu nedenle stabilizasyon çabalarının bir ülkeyi değil, global ekonomiyi etkileyecek şekilde yapılması gerekmektedir. Yani neo Keynesyen politikalara ihtiyaç duyulmaktadır.
Şimdi Neo Keynesyen ekonomi zamanı. Yeni aritmetik modellerden öteye yeni bir felsefe zamanı…
Global ekonomik modelin en başvurulan mimarı Keynes, artık fazlasıyla demode bulunuyor. Varlık fiyatlarındaki şişme sonucu oluşan finansal krizi, onun istihdam ve ücret temelli klasik politikalarıyla aşmanın imkansızlığına herkes inanıyor. Neo Keynesyen akım olarak tanımlanan, devletin hisse senedi satın almasından, halka harcama çekleri dağıtılmasına kadar geniş bir yelpazede yer alan, modern ekonomik sisteme uygun politikalar her yerde karşımıza çıkıyor.
Keynesyen modelin yetersizliklerine geçmeden önce, piyasa aktörlerinin piyasa olarak kabul edilmeye başlanması düşüncesine sebebiyet veren ve bugünkü karmaşık ekonomik yapının çıkış noktası olan bir olayı yeniden hatırlayalım.
Long Term Capital Management – LTCM Olayı
2000 yılların başında dünya piyasaları, Long-Term Capital Management (LTCM) adlı fonun iflası haberiyle çalkalanmıştı. Yüksek getiriler kazanmak için kurulan bu şirket, 1997 Nobel Ekonomi ödülü sahipleri Myron Scholes ve Robert C.Merton tarafından yönetiliyordu. İlk yıllardaki %40’lar seviyesindeki yıllık getiri oranları, 5 milyar $’lık zararla sonuçlandı. Sadece kendi iflasını değil, 18. yüzyıl ortalarında kurulan UBS’yi, şirketteki yatırımları nedeniyle çökme noktasına getirerek Swiss Bank’la birleşmek zorunda bıraktı.
LTCM’nin yatırım modeli, son derece kompleks algoritmalar içermesine rağmen basit bir düşünceye dayanıyordu: Tarihsel verileri kullanarak, örneğin, bonolar arasındaki faiz farlılıklarını yakalayabilmek. Tespit edilen benzerlikler üzerine de büyük miktarlı pozisyonlar almak. LTCM’nin modelini bir örnekle açılamaya çalışalım.
Hükümetlerin çıkardığı hazine bonolarını ela alalım. Sabit getirili menkul kıymet denilen bu enstrumanlar, belli bir süre sonunda, belli bir tutarı ödeme garantisi verirler. Bu nedenle bonoların cari piyasa değerleri arasındaki fiyat farklılıkları minimal seviyededir. Arbitraj fiyatlandırma modeline göre, bu farklar arbitraj işlemleriyle kısa sürede elimine edilebilir. Örneğin 5 yıllık bir hazine bonosu ile 4 yıllık bir hazine bonosunun fiyat farkı çok düşük seviyededir. Çünkü her iki bono da vade sonunda, şu anda bilinen sabit bir getiri verecektir. Fakat her iki bonodaki likidite seviyesi birbirinin aynı olmayacağından, küçük fiyat farklılıklarının doğması muhtemeldir. İşte bu farklılıkları karmaşık tekniklerle tespit eden LTCM, ucuz bono da uzun (alış), pahalı bono da kısa (satış) pozisyon alır. Yüksek tutarlarda alınan bu pozisyonlar, bir süre sonra ucuz bononun fiyatını arttırırken, pahalı bononun fiyatını düşürecek ve aralarındaki fiyat farklılıkları sona erecektir. LTCM bu noktada pozisyonlarını kapatarak yüksek marjlı bir kar elde edecektir.
Problem Başarıydı
LTCM’yi global ekonomik sistemde dönüm noktası yapan işte bu modeldeki başarısıydı. Sadece büyümekle kalmadılar, diğer fonlar tarafından da taklit edilmeye başladılar. LTCM tüm pazarı bir anda değiştirmişti. Tüm yatırımcılar, fiyatlamalardaki küçük farkların kalıcı olacağını ve kendilerine büyük paralar kazandıracağını varsayıyordu. Tüm Pazar bu modelle çalışıyordu artık. Fakat yatırım planlarının ana iskeletini oluşturan tarihi veriler ve pazar bir süre sonra değişti.
Bir sistemin başarısı pazar ve sistem arasındaki ayrımın açıkça yapılabilmesine bağlanır. LTCM örneğinde ise pazar ve sistem iyice büyümüş ve birbirinin içine geçmişti. Sonuçta çöküş kaçınılmazdı. LTCM ile birlikte tüm piyasa kısa bir sürede çöktü.
LTCM’nin fon piyasasında yaptığını bugünkü ekonomik ortamda globalizasyon yapmıştır. Pazar (global finansal piyasalar) ve sistem (ülkeler ve ekonomi politikaları) arasındaki sınırlar yok olmuştur. Dünyada onbinlerce banka olmasına rağmen Citibank, UBS, Deutsche Bank gibi bankalar pazarın tamamı olarak düşünülmektedir. Yüzbinlerce high-tech şirketi varken Microsft, Google ve Yahoo tüm pazara yön vermektedir. Keynesyen politikaları yetersizliğe sürükleyen temel problem buradadır işte.
Neo Keynesyen ekonomi zamanı
John Maynard Keynes, modern ekonomi politikalarının babası olarak tanınır. Fikirleri son derece zekice olsa da, tanımladığı modelin sınırlarının “bir ülkeden” “tüm dünyaya” çıkmış olması, yenilenmesi gerektiğinin en önemli sebebi gibi gözükmektedir.
Keynes, hane halkı ve şirketler için en iyi (optimal) olan davranışların, makro ekonomi için en iyi olmadığını açık bir şekilde ilk ortaya koyan ekonomistti. Yani kısacası, ekonomiyi bir bütün olarak ele alan makro iktisadı ilk keşfeden kişiydi. Ondan önceki politikalar, bireylerin ve şirketlerin etkileşimleri üzerine kurulu ve bugün mikro iktisat denilen modellerdi. Bu modeller, bireyler ve şirketlerin optimal davranışlarının, ülke ekonomisin optimal davranışlarıyla olan ayrımını ortaya koymakta yetersiz kalıyordu. Yani hane halkı ve şirketler için en iyi davranışlar, ülke ekonomisi için de en iyi davranışlar olarak kabul ediliyordu.
Keynes’in fikirleri, bugünkü global ekonomi için artık basit görünmektedir. Ona göre, harcamaların azaltılması tasarrufları arttırırken, ekonomide bir yavaşlamaya neden olmaktadır. Firmalar harcamaları azalttığında, bireyler daha az gelir elde edecek ve bunun sonucunda da daha az harcayacaktır. Yani bireyler için iyi olan, ekonomi için kötü olacaktır. Keynes, bu soruna çözüm olarak, sisteme para enjekte etmeyi ve faiz oranlarını düşürmeyi önermiştir. Böylece düşen faiz oranları, tasarrufları tekrar yatırıma yönlendirecek ve sistemi işler hale getirecektir. Bugün hala birçok ülkede bu uygulama ile ekonomi dengede tutulmaya çalışılmaktadır.
Keynes’in makro ekonomi modelindeki başarısı, pazar (hane halkı ve şirketler) ile sistem (hükümet politikaları) arasındaki ayırımı iyi ortaya koymasından kaynaklanmaktadır. Modelin yetersizliği ise ülkeler arasındaki sermaye hareketlerinin sınırlı düzeyde olacağı varsayımıydı. Bu nedenle model tek bir ülke üzerine kuruluydu.
Fakat bugün ekonomi global hale gelmiş durumda. Bu nedenle Keynesyen politikalar artık çalışmamaktadır. Çünkü Malezya piyasalarındaki krizin aynı anda Rusya piyasalarına nasıl sıçradığını Keynesyen politikalar açıklayamamaktadır. Bu nedenle stabilizasyon çabalarının bir ülkeyi değil, global ekonomiyi etkileyecek şekilde yapılması gerekmektedir. Yani neo Keynesyen politikalara ihtiyaç duyulmaktadır.
Şimdi Neo Keynesyen ekonomi zamanı. Yeni aritmetik modellerden öteye yeni bir felsefe zamanı…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder