Finansal sektör firmalarının iflasından sonra, bir iflas haberi de dün Telekom sektöründen geldi. Kuzey Amerika’nın en büyük telekomünikasyon şirketi Nortel, dün iflas koruması (bankruptcy protection) aldı. ABD iflas kanunlarından 11 nolu bölüm (Chapter 11) hükümleri gereğince, iflas kararı aldırtan şirket, yükümlülüklerini mahkeme garantisi altında ertelerken, operasyonlarını yeniden yapılandırarak işleri rayına sokmaya çalışır.
Global finansal krizin olumsuz etkilerinin ülkemizde de derinleşmeye başladığı 2008 yılının ikinci yarısından itibaren, benzer haklar tanıyan iflas erteleme kararı oldukça başvurulur bir yöntem haline gelmiştir. TTK’nın 324/2-546 ve İİK’nın 179 maddelerindeki hükümler doğrultusunda şekillenen iflas erteleme kararlarının artması, ülkemiz piyasalarını da ciddi bir kilitlenme noktasına getiriyor. Alacaklarını bir yıl ertelemek zorunda kalan iflas erteleme kararı aldırtan şirketlerin alacaklıları, kararların ardında kötü niyet olduğunda hemfikirler. Gerçekten öyle mi?
Şimdi gelin, ekonomilerin kollektif işleyişine sekte vuran bu kararın, kapitalist sistem ve global kriz açısından eleştirilir taraflarını ortaya koymaya çalışalım.
İflas erteleme, batmış bir şirketin yeteneksiz yönetimine, oldukça kolay bir şekilde lüzumsuz bir çıkış kapısı yarattığı yadsınamaz bir gerçek. Ekonominin bütününde verimliliği zedeleyerek, başarısızlığı kanıtlanmış yöneticilere, şirketleri yönetmeye devam etmeleri imkanı tanınmaktadır. Tepe yöneticilerin kovulduğu görülen bir durum değildir. Çünkü mevcut yöneticilerin yeni atanacaklara kıyasla, şirketi ve müşterileri daha iyi tanıdığı varsayılır. Yöneticilerin başarısızlıklarının devam etmesi durumunda, yumuşak bir iflasın geleceği ve bunun da ekonomiye etkisinin daha zayıf olacağı düşünülür.
Birçok örnekte, şirket yöneticilerinin iflas ertelemeyi stratejik bir yönetim kararı gibi değerlendirerek rahat bir nefes aldığı ve bu kararı işçi çıkarılması, ücretlerin düşürülmesi, emeklilik haklarının azaltılması gibi kritik hususlarda çalışanlara karşı kullandığı görülmektedir. Bunların dolaylı etkilerini şirketin kreditörlerine, tedarikçilerine ve tüm alacaklılarına da yansıtarak, borçların silinmesine zorlayan bir tavır içine girmektedirler.
İflas ertelemeye getirilebilecek bir diğer önemli eleştiri, şirketin yeniden yapılandırılmasına kadar geçen süre içinde, rakiplere karşı kullanılan önemli üstünlükler hususundadır. İflas erteleme kararı aldırtan şirket, kısa bir süre içinde, sektörde “fazla kapasite” yaratmış bir duruma gelmektedir. Bunu 2006 yılında ABD havacılık endüstrisinde yaşanan örnekte görmekteyiz. Toplam koltuk kapasitesinin yarısı, iflas koruma kararı aldırtan şirketlerin elindeydi. Borçlarını ödemeyi durdurmuş olan bu firmalar, elde ettikleri gelirleri uçuş noktalarını ve sayılarını arttırmaya harcadılar. Uçuş ücretlerini de azaltarak rakiplerine karşı bir fiyat savaşı açtılar. Sonucunda da fiyat ayarlamalarını maliyetlerine göre yapan diğer şirketler, ağır rekabet altında haksız şekilde ezildiler. Serbest piyasa ekonomisi çarpıtılırken, tam rekabet koşulları ağır zarar görmüş oldu.
Bir diğer eleştiri, kreditörlerin alacaklarını tahsil etmek için kullandıkları yöntemlere mani olunmasıdır. Kreditörlerin borçlunun üzerine gidememeleri, teminatlarını paraya dönüştürememeleri, teminatların ekonomik değerini azaltmakta, hatta belirli bir süre için değersiz duruma getirmektedir. Bu da karşıt tepki olarak kredi maliyetlerinin artmasına neden olmaktadır.
Tüm bunlar düşünüldüğünde, iflas kararının ilanına kadar geçen sürede, bilmeden şirketi kredilendiren kreditörlerin en irrasyonel senaryoda bile, korunması gerekmez mi?
İflas erteleme kararı aldırtan United Airlines’ın, karardan bir hafta sonraki reklamı sanırız sistemdeki çarpıklığı en açık şekilde anlatıyor: Business as usual! (Her zamanki gibi iş!)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder